Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '17

 
Kategori
Öykü
 

Şimdi görüyorum...

Şimdi görüyorum...
 

''Demir Bey, öğlen yemeğinizi getirtmemi ister misiniz?''

''Hayır Sare teşekkür ederim. Canım bir şey istemiyor.''

''Peki, dışarı çıkıp biraz hava almak ister misiniz? Bugün hava çok güzel.''

''Hayır Sare teşekkür ederim. Odamda biraz dinlenmek istiyorum.''

Akülü arabanın belli belirsiz sesi eşliğinde odama doğru ilerledim. Odanın perdeleri sonuna kadar açıktı. Bahar güneşi tüm ışıltısıyla beni dışarı davet ediyordu sanki, fakat ben o davete icabet edebilecek vicdani huzuru henüz hissetmiyordum yüreğimde. Kumanda ile kontrol edilen perdeleri sonuna kadar indirdim ve içeride oluşan karanlığın en kuytu köşesine doğru ilerledim. Aylardır tekrar ettiğim, kendi ruhuma karşı manevi işkence seanslarından birine tekrar başlayacaktım. Yaşadıklarımı tekrar ve tekrar daha dün yaşamış gibi aklımdan ve kalbimden geçirecek, ruhuma eziyet edecek ve bunda teselli arayacaktım.

Odanın karanlığında başımı geriye doğru yasladım. Gözlerimi kapattım...

-1-

Bundan yaklaşık dört yıl önceydi... Kırklı yaşlarımda, hayattan ne istediysem almış, çalışkan, hırslı, hastane kapısından içeri girmemiş bir iş adamıydım. Babamın tüm engellemelerine karşı ismimi dedem koymuştu... Demir. Âdeta ismimin hakkını verircesine yaşadım, her zaman sert ve başarısızlıktan nefret eden biri oldum. Hızla dönen bir çark misali yalpalamamak için hayatımın merkezine her zaman kendimi koydum. Duygularımla değil mantığımla hareket ettim. İşte başarının sırrı buydu. İş yaşamında duygusallık, insanı zayıflatan ve derine çekmek için dönen bir girdap gibiydi adeta.

Sahip olduğum arsa, tarla, bina gibi gayrimenkullerin tapu kayıtlarında geçen yasal sınırlarının ölçülmesi ve raporlanması için başvurduğum özel bir harita bürosunun hazırladığı dosyayı inceliyordum. ‘Engel Yok' adında bir derneğin ek hizmet binasının oturduğu alanın küçük bir kısmı bana ait olan arsada bulunuyordu. Nasıl böyle bir hata yapılabilirdi, hangi hakla, hangi cesaretle başkasına ait bir arsaya izinsiz girilebilirdi. Vakit kaybetmeden avukatım aracılığıyla bu durumu yargıya taşıdım.

Aradan geçen bir haftanın sonunda Engel Yok Derneği başkanı olduğunu öğrendiğim Zeynep adında bir bayan benimle görüşmek için randevu talep etti. Kabul etmedim. Defalarca telefonla sekreterimi arayarak görüşmek istedi kabul etmedim. Herkesin derdini anlatacağı ve adaletin tecelli edeceği yer hâkim karşısıydı...

Duruşma gününe iki gün kala Zeynep Hanım’dan bir mektup geldi. Sonra okurum diyerek mektubu sumenimin altına koydum. Ne yazabilirdi ki? Ya da neyi değiştirebilirdi? Ben kararlıydım. Hakkım olanı alacak, gerekiyorsa bana ait olan bir arsaya taşan o binayı yıktıracaktım.

Duruşma günü avukatımın benim katılmama gerek olmadığını söylemesine rağmen bende adliyeye gittim. Salonda bulunmalıydım ve davaya müdahil olmalıydım. Duruşma salonuna girdiğimde içerideki tüm sandalyelerin dolu olduğunu fark ettim. Biz ise üç kişiydik, avukatım ve ben, bir de tanık olarak özel harita bürosundan bir çalışan.

Gözlerimi salonu dolduran insanlardan alamıyordum. Hayatım boyunca hiç şahit olmadığım ve anlamakta zorlandığım bir durumla karşı karşıyaydım. Tekerlekli sandalyelerle gelenler, down sendromlu çocuklar ve yetişkinler, gözleri görmeyenler, kolu dirseğinden itibaren olmayan on yaşlarında bir kız çocuğu, saçları ve kaşları olmayan ağzında maske olanlar. Ne yapıyorlardı bu salonda? Neden gelmişlerdi? Elbette duruşlarıyla ve bakışlarıyla hakimin acıma ve merhamet duygularına yüklenip adalet zincirinin halkasını koparmak istiyorlardı. Başka bir açıklaması olamazdı. Dernek başkanı Zeynep Hanımın ucuz bir numarasıydı belli ki. Bu kadar engelli insanı bu salona toplamak etik miydi?

Duruşma başladığında avukatının hemen yanında tekerlekli sandalyede oturan, şık giyinimli, dolgun yüzlü, beyaz tenli, kısa ve kızıl saçlı  bir bayan konuşmaya başladı. Anladım ki bu Bayan Zeynep Hanımdı. Uzunca bir konuşma yaptı. Tahmin ettiğimin aksine, oldukça sakin, yapılan hatayı kabullenici bir üslupla konuştu. Hatanın, ek hizmet binasının imar planının çıkarılması sırasında yanlış ölçüm yapılmasından kaynaklandığını, bunun sonucunda yan parsele bir metre girildiğini kabul ettiklerini söylüyordu. Yapılan ek hizmet binasının zihinsel engelli kişiler için bir rehabilite merkezi olduğunu, neden olunan zararın maddi karşılığının mahkeme tarafından belirlenerek ödeme yoluna gitmek istediklerini, ya da şahsım tarafından derneklerine bağışta bulunmamı istiyordu. Duruşma boyunca Zeynep Hanım ve dernek avukatı dışında karşı taraftan başka kimse konuşmadı.

Hâkimin bana dönerek Zeynep Hanımın istekleri konusunda ne düşündüğümü sormasıyla söz hakkı bana geçmiş bulunuyordu. Salondaki herkesin gözleri bana bakıyor ve sanki görünmeyen bir mistik silahla beni tehdit ediyorlardı. Kendimi baskı altında hissetmem bendeki kararlılığı daha da kamçılıyordu. Kararım kesindi...Yapılan bu büyük hatanın düzeltilmesini, bağışta bulunmayı ya da maddi karşılığının ödenmesini kabul etmediğimi, gereğinin yapılarak binanın yıkım kararının verilmesi talebinde bulundum.

Hâkim, keşif yapılması ve tarafların taleplerini tekrar gözden geçirmesi maksadıyla duruşmayı ileri bir tarihe erteledi.

Duruşma salonundan ayrılırken, Zeynep Hanım tekerlekli sandalyesiyle yanıma gelerek konuşabilir miyiz diye sordu? Kendisine konuşmak istemediğimi söyleyerek oradan ayrıldım. Adliye binasından çıktığımda, bahçede salondakilerden ayrı yaklaşık yirmi kadar engelli vatandaşın olduğunu fark ettim. Zeynep Hanım neden bu kadar engelli insanı buraya getirmişti anlamakta zorlanıyordum. Şimdi ise...

Kararın verildiği güne kadar tam on dört ay, yedi duruşma geçti. Başlarda ısrarla benimle görüşmek isteyen Zeynep Hanım bir müddet sonra bu isteğinden vazgeçti. Yaz geçti, kış geçti, ilk ve son baharlar geçti. Soğuk oldu, sıcak oldu, yağmur ve çamur oldu. Bir oldu, iki oldu, beş oldu ve yedi oldu fakat her duruşmada o salon dolu oldu.

Ve karar;

'Engel Yok derneğine ait 5*12 metre tek katlı ek hizmet binasının 1*12 metrelik kısmı yanlış kadastro ölçümü sonucunda, izin alınmadan 7 Ada 316 parsel tapu kayıtlı Demir ATEŞ'e ait arsa üzerine inşa edildiği, taraflar arasında anlaşma zemini sağlanamadığından dolayı ilgili binanın yıkılmasına karar verilmiştir.'

Mahkeme heyetinin verdiği kararın ardından kısa bir süre sonra bahse konu bina yıkıldı.

-2-

Güçlüydüm, zengindim, açamayacağım kapı, halledemeyeceğim iş yoktu. Benim dünyamda zayıflara ve zayıflıklara yer yoktu. Ta ki, tüm dünyamın değişeceği o güne kadar.

Hafif sisli bir sonbahar sabahıydı. İşe gitmek için evden çıkıp arabama doğru yöneldiğimde, arabanın yanında birinin durduğunu farkettim. Bana bakıyor ve konuşmuyordu. İyice yaklaştım. Sağ eli vücudunun arkasındaydı. ''Buyurun bir şey mi istemiştiniz?'' diye sormamdan saniyeler sonra elinde tuttuğu tabancayla bana ateş etmeye başladı. Kaçamadım. Olduğum yere yığılıp kaldım.

Gözlerimi açtığımda, en son kapattığım günün üzerinden 38 gün geçmişti. İşten çıkarılmasından beni sorumlu tutan eski bir çalışanımın bedenime sapladığı 8 kurşunun üzerinden tam 38 gün. Ölümle yaşam arasında yoğun bakımda 38 gün.

Hastaneden taburcu olduğumda tekerlekli sandalyeye mahkûm, belden aşağısına ve sol koluna hükmedemeyen bir insanoğlu olarak ayrıldım.

Engelli bir birey olarak yaşamaya başlamamın ardından engelli insanların varlığının farkına vardım. Sokaklarda, toplu taşıma araçlarında, sosyal hayatın daha birçok farklı noktalarında yalnız olduklarını gördüm. Bizlere bakan ama göremeyen yüzbinlerce farklı göz gördüm. Tanısın tanımasın, yeni bir engelli özel birey olarak ziyaretime gelen onlarca engelli kardeşimi gördüm. Gözlerinde içtenlik, sözlerinde sıcaklık, kalplerinde birlik bütünlük ateşi gördüm. Bir zamanlar karşımda davacı olarak salonu dolduran engelli vatandaşları asıl şimdi gördüm. O zamanlar sadece bakmışım.

-3- 

Yaşadığım şoku atlatmamın ve yeni hayatıma alışmamın süresi uzun sürdü. Kendime geldikten sonraki ilk işim Engel Yok derneğini arayarak başkanı olan Zeynep Hanım'la görüşebilmek oldu. Onlara yaptığım hatalardan dolayı özür dilemek, dünyada paradan, maldan, hırstan, mevki ve makamdan çok daha önemli şeylerin de olduğunu söylemek istedim. Ama görüşemedim. Zeynep Hanım, kısa bir süre önce başlayan ateşli nöbetlere dayanamayarak vefat etmişti. Dernek başkanlığına vekâleten kızı Sare Hanım bakıyordu. Yeni dernek başkanlığı seçimleri için hazırlık yapıyordu.

Aldığım bir kararla tüm mal varlığımı Engel Yok Derneğine bağışladım. Bir zamanlar bir metre toprak için binalarını yıktırdığım dernek artık benim yeni evim oldu. Yıkılan rehabilitasyon merkezinin çok daha büyüğünü ve donanımlısını yaptırdım. Yüzlerine bile bakmadığım, varlıklarından bihaber olduğum insanlar benim ailem oldular. Evet, tekerlekli sandalyeye muhtaç, belden aşağısına ve bir koluna hükmedemeyen bir insandım, fakat ruhum her zamankinden güçlü, umutlarım her zamankinden taze, dualarım her zamankinden içtendi. Artık kalan ömrümü adayacağım işimi bulmuş, Engel Yok Derneği'nin yeni başkanı olmuştum.

-4-

''Demir Bey, öğlen yemeğinizi getirtmemi ister misiniz?''

''Hayır Sare teşekkür ederim. Canım bir şey istemiyor.''

''Peki, dışarı çıkıp biraz hava almak ister misiniz? Bugün hava çok güzel.''

''Bir şartla çıkarım. Annen Zeynep Hanım'ın mezarını ziyaret edersek.''

''Tabi ki de neden olmasın. Ben arabanızı hazırlatayım.''

''Tamam, ben de odamdan ilaçlarımı alayım.''

Akülü arabanın belli belirsiz sesi eşliğinde odama doğru ilerledim. Masamın çekmecesinden ilaçlarımı aldım. Kapıdan çıkmak üzereyken gözlerimi karşı duvara çevirdim. Zeynep Hanım'ın bir zamanlar duruşma öncesi bana yolladığı fakat okumaya bile tenezzül etmediğim mektubunu büyüttürmüş ve çerçeveleterek dernek başkanlığı odasının duvarına astırmıştım. Her gün en az bir kere okuyordum.

Ve mektup şöyle bitiyordu;

''Unutmayın Demir Bey, her sağlıklı insan, engelli adayı bir insandır.'' 

Saygı ve sevgi ile... 22 Nisan 2017-Denizli / Özkan SARI

 
Toplam blog
: 102
: 4394
Kayıt tarihi
: 05.09.15
 
 

Kalın Sağlıcakla... ..