Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Temmuz '14

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Şimdi hatra dayanan içinde sevgi olan, saygı ile beslenen dostluklar ne kadar az değil mi?

Eskileri yazmak her zaman bana iyi geliyor! Sebebi aşikâr! Bence herkese iyi geliyordur, öğrenip uygulamaya, unuttuklarımızı hatırlamaya, örf ve adetlerimizin öyle sıradan olmadığını anlamamıza yarıyor.

Bizim adetlerimizin bazıları dünyanın hiçbir ülkesinde sanmıyorum ki olsun.

Belki Japonlar! Onların geleneklerine olan ihtiyaçları hiç bitmemiş, hep uygulamışlar ve uygulamaya devam ediyorlar.

Onun içindir ki, bu gün Japonya’nın nerede ve nasıl olduğu ortada!

Aile kavramının ne kadar muhteşem olduğunu bilmemek için gerçekten aklımızın uçup gittiğine inanmamız gerekeriyor. Aile! Dünya da daha önemli ne olabilir ki! Aile içinde ilk başta çocuklarımız ve ana babalarımız geliyor. Sonrasında ikinci derece yakınlar ve elbette büyüklerimiz!

Onların varlığının bizlere verdiği heyecan, doyum ve güven duygularını yaşadığımız, bu tertemiz duyguları kim kime verebiliyor ki?

Her geçen gün daha tamahkâr oluyoruz, daha çok kendimizle başımız derde giriyor. Biz karşı tarafı sevmeyi terk etmişiz biz kendimizi seviyoruz. Bir çeşit kendimizi önemsiyoruz, kendimizi hani eskinin güzel bir tabiri vardır ya:

“Bulunmadık Bursa kumaşı!”

Öyle zannediyoruz. Bunu düşünürken ne hale geldiğimizin hiç farkına varamıyoruz. Biz öyle sanıyoruz peki, bizi gören, gözleyen, bizimle yaşayanlar aynı fikirdeler mi? Yoksa halimize gülüp geçiyorlar mı?

Nasıl dikkate alsınlar? Değer yargılaramızı eleğin üstünde kalan birkaç tortuya kadar düşürmüşüz! Ne yazıkki menfaatimiz bizi bile terk etmiş. Egomuz öyle yükseklere çıkmışki, inanılmaz. Zamanında o günün şartlarında belki! Söylenmiş olan; ’fazla tavuzzu gösterme gerçek sanırlar’ı biz atasözü olarak almış, kabul etmişiz. Çünkü işimize geliyor, çünkü rahatlatıyor, çünkü bize uyuyor, kolaylaştırıyor!

Burada yapılması gereken aslandı, bunu uygulamayı isteyen ruhumuzuzu terbiye etmek!

Mütavazi olmanın neresi yanlış, tevazzu göstermenin neresi doğru değil. Taviz verme başına çıkar! Böyle düşünürsek nasıl yaşarız, kime güvenir, nasıl inanır ve emin oluruz?

Bu karşımızdakilerden ziyade bizi üzmez ve yormaz mı?

Bütün bu iç yanışımdan sonra okuduğum bir yazıyı özetlemek istedim sizlere…

Osmanlı döneminde tarih 1552 – 1556 yılları arasında bir İspanyol Türkiye’de kaldığı dört yılını anlatmış. Gerçekten dikkate alınacak kadar kıymetli sözler var. İspanyol hekkimmiş. Çok gezdiğinden seyyah olarak da tanımlanıyormuş.  

Cenova’dan Napoli’ye giderken Türk gemicilerine esir düşmüş. Ardından İstanbul’a getirilmiş. İyi bir hekimmiş, Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’nın hekimleri arasına girmeyi başarmış. Dört yıl burada Osmanlı topraklarında Kanuni Sultan Süleyman’ın padişah olduğu dönemde yaşamış. Adının Pedro olduğu bilinen İspanyol, sonrasında bir seyehatname, Osmanlı’yı anlatmış.

Türklerin nasıl yaşadığını, değer yargılarını dile getirmiş.

Birkaç satırı birlikte inceleyelim.

“İstanbul’un çok büyük ve çok işlek bir yer olduğunu yazmış,

İspanya’nın Valladolid şehrinin nüfusu kadar insanın şehre giriş çıkış yaptığından söz etmiş.

Türk zenginlerinin çok cömert olduklarını,

Çok hayırlar yaptıklarını,

Türklerin sadece insanlara değil hayvanlara da iyilik yaptığını anlatmış ve demişki: Türkler bir iki düzine ciğer satın alıyorlar ve kedi köpekleri doyuruyorlar.

Türk mahkemelerinde asla iltimas olmuyor,

Davalar da asla uzun sürmüyor, bir hayli kısa sürüyor, haklı hak ettiğini haksızda cezasını alıyor.

Türkler yaşayanların dinlerine müdahale etmiyorlar, herkes kendi dilinde serbest.

Camilerden başka diğer dinlerin de kutsal mekânları mevcut.

Cezalar ağır ama hak edene. Haksızlık eden bazen çıplak soyuluyor, ibret olsun diye halka teşhir ediliyorlar. Böyle utanç bir durum yaşamamak için Türkler bir hayli dikkatli.

Yalancı şahitlerin suratını boyuyorlar, eşeğe ters bindirip dolaştırıyorlar.

Burada herkes kapısının önünü temiz tutmak zorunda. Buna mecburlar.

Osmanlı’da temizlik şart!

Temiz olmayanlar ciddi cezalara çaptırıyorlar.”

Bunun gibi bir çok şeyi yazdıktan sonra bir de not tutmuş. Ne güzel…

“Biz bu kimselere barbar diyoruz.”

Sonrasında devam etmiş.

“Onlara barbar demekle, asıl biz barbarlığımızı ortaya çıkarmış oluyoruz.”

Bir yabancının gözüyle o zamanları dinlediğimizde ne kadar onurlandık, ruhumuz okşandı.

Eskilerde yaşanılanların temelinde sevgi ve saygı var. O zamanlarda şimdiki gibi aç gözlülük ve tamah elbette yok değil ama onlar seçiliyor ve sonunda mutlaka cezalandırılıyorlar.

Şimdi hatra dayanan içinde sevgi olan, saygı ile beslenen dostluklar ne kadar az değil mi?

Hani dost deriz, hani can arkadaş deriz – deriz de bizden bir önceki kuşaktaki kadar kalitelimi sergilediklerimiz. Canımızın değil malımızın derdine düşmemişmiyiz?

Televizyonda bir diziyi kaçıracağız diye ödümüz kopmuyor mu?

Nerede eski misafirlikler, nerede çayların yanında annelerimizin yapıp gelenlere ikram ettiği keklerle börekler?

Gerçi nerede onları yapacak hanımlar!

Sözüm meclisten dışarı elbette.

Ben büyük şehirlerin büyük kaosundan söz ediyorum ve inanıyorum ki daha mütavazi yaşayanların, devasa kentleşmenin hırpalamadığı insanların hayatlarında televizyonlar insanları bu kadar tutsak etmemiştir ve orada yaşayanlar hatrın, saygının en çokda sevginin çok önemli olduğunu bizlerden daha ziyade biliyorlardır.

Nazan Şara Şatana

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....