Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Şimdi uzaklardasın...

Şimdi uzaklardasın...
 

Lambalı radyodan Zeki Müren’ in sesi yükselmeye başladığında elindeki işi bırakıp arkasına yaslanır, gözlerini belirsiz bir noktaya daldırıp derince içini çekerdi.

Az sonra orman yeşili gözlerinden iki damla pırlanta dökülürdü.

O sevdi diye Zeki Müren şarkılarını severdim.

Zeki Müren’ in unutulmaz şarkısı ikimizin şarkısı olmuştu.

Şimdi uzaklardasın

Gönül hicranla doldu

Hiç ayrılamam derken

Kavuşmak hayal oldu...

Bir de Hamiyet Yüceses’ i severdi.

Arada sırada “Bu ne sevgi ah bu ne ızdırap...” şarkısını tıpkı Hamiyet gibi söylerdi. Sonra orman yeşili gözlerinden iki damla pırlanta dökülürdü.

Gülmesi de çok güzeldi. Ağlaması da...

O her an, her zaman güzeldi.

Saçlarını topuz yapıp, gözlerini yeşile boyadığında, bir de döpiyesini giyerse herkeslerden güzel olurdu.

Çocukken bazı şarkılar beni çok duygulandırırdı. Kimselere göstermeden sessizce ağlardım. Çünkü onun ölüvermesinden çok korkardım.

Zeki Müren’ in bir şarkısı vardı.

“... sevgi sana, rahmet sana, al yanına, bas bağrına, yaşanmıyor sensiz ana...”

Yine Zeki Müren’in bir şarkısı daha...

“...Bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş...”

Ben bir köşede sessizce ağlarken, hatta çoğu zaman ağlamaya hazırlanırken o bunu hisseder beni göğsüne bastırırdı. Ben gene de ağlardım. Nedense hep onun öleceğini düşünüp korkardım.

İlkokulda “annem” şarkısını söyleyemezdim. Boğazıma bir düğüm otururdu.

“Benim annem, güzel annem, beni al dizlerine... Kucağında okşa beni, ninniler söyle yine...”

Her yaramazlıktan sonra onun arkasına saklanırdım. Hiç bir yaramazlığıma kızmadı, bana hiç öfkelenmedi. Yüzünde hep bir gülümseme, ışıltı ve sevgi oldu.

Onun ölmesinden hep korktum.

Yıllar geçerken delikanlılık çağımın annesi olmuştu.

Hayatın içinde tayinler, evlilikler, görevler derken altı kişilik ailemiz bir dönem iki kişi kalıvermişti. Üstelik iki kişiden biri hastaydı.

Yani annem ve ben kalmıştık. Annem hastaydı.

Başından altı ay boyunca hiç ayrılmadım. 12 Eylül sonrasıydı. En büyük korkum evlerde sık sık yapılan aramalar sırasında keyfi olarak gözaltına alınmaktı. Annem yalnız kalırdı. Neyse ki olmadı böyle bir şey...

Daha sonra sağlıklı ve mutlu günlere döndük... Evlendim, ona bir de torun verdim.

Ne duyarlı bir yüreği vardı.

Ne zaman kendimi kötü hissetsem telefon ederdi. Telefonda okuduğu dualarla beni rahatlatırdı.

Eşimin hamile olduğunu öğrendikten on beş dakika sonra anneme gittik. Yol boyu hem şaşkın, hem sevinçli hem endişeliydik. Ne düşüneceğimizi bilemiyorduk.

Annem kapıyı açar açmaz gülerek “nerede kaldınız” dedi. Oysa geleceğimizi söylememiştik. “Kızım kendine dikkat et, sen iki canlısın” dediğinde şaşkınlıkla birbirimize bakakaldık..

“Bakın size ne göstereceğim” dediğinde ise konuşacak halimiz kalmamıştı. Masanın üzerine hiç eksiği olmayan bebek takımlarını sermişti. Hepsi maviydi.

- Anne biz öğreneli on beş dakika oldu, sen nereden biliyorsun?

Güldü.

- Anneler bilir. Oğlumun adını ne koyacaksınız bakalım?

Gerçekten de oğlumuz olmuştu...

Oğul büyüyüp sünnet çağına geldiğinde “herkes sağken güzel bir sünnet düğünü yap” demişti. İstediği düğün öyle kolay bir düğün değildi. “Çok zor...” demiştim. “Hiç de zor değil, sen niyetlen yeter...” demişti.

Tam da istediği gibi oldu. Nasıl başardım öyle bir düğünü şimdi bile bilemiyorum.

Düğünü o yıl “herkes sağken istemesinin” bir nedeni varmış. Onunla fotoğraf karesine girenlerin hepsi onun arkasından tek tek gittiler...

Bir sabah çok kötü uyandım. Moralim bozuk, canım hiçbir şey istemiyor. Sakal traşı bile olmadan işe gittim. Elemanlar hasta ya da üzgün olduğumu düşünüp gün boyu beni keyiflendirmeye çalıştılar. Yok, olmuyordu. İçimde duyduğum sıkıntıyı anlatamam. Ruhum sıkılıyordu sanki.

İşte o akşam, doğum gününden bir gün sonra bizi bırakıp gittiğini anladık. Telefon çalmadan önce sesini duyar gibi oldum. Telefonu açtığımızda “çabuk gelin, durumu ağır” demişlerdi. Oysa bir rahatsızlığı yoktu.

Yolda üzerimdeki sıkıntı uçup gitti. Anladım ki...

“Acı çekmesin Alahım” diyebildim sadece.

Beni beklemeden gitmişti. İki gün önce hiç nedensiz arayıp “ben senden razıyım oğlum, Allah da senden razı olsun” demesi veda busesiymiş...

Mahallenin çocukları bile kapıda ağlaşıyorlardı. Çünkü gün boyu onlara börek-çörek ikram edermiş.

Bir tanesi “abi inanmıyorum, daha bu sabah mutfakta şarkı söylüyordu...” demişti.

Son şarkısı “bu ne sevgi ah bu ne ızdırap” olmuştu. Tıpkı Hamiyet gibi söylemiştir...

Onu tam istediği gibi uğurlamıştık. Pırıl pırıl bir havada, hiç ağlamadan, bağırışmadan, ziyafet sofraları ile uğurladık.

Böyle istemişti hep. Arkamdan ağlarsanız hakkımı helal etmem demişti.

Benim düğünümdür o gün, gelin olacağım, yiyin, için, güzelliklerden söz edin demişti...

Yazdan kalma bir havada onu gelin ettik... O gece kış geri geldi. Üşür mü acaba diye düşünmeden edememiştim. Ağladığımı görmesin diye duşa girip ağlıyordum. Görmedi ağladığımı...

Bir gün durup dururken sırtımı sıvazlayıp ne demişti bana?

Sen doğru bir gençsin. Bu hayatta doğru olmak çok zordur. Doğru olmak yaylada çıplak ayakla yürümeye benzer. Ayağına taş batar, diken batar, pisliğe basarsın. Ama sakın durma, bir adım at, taşlar, dikenler, pislikler geride kalır, sen ilerlersin...

 

Ne güzel söylemişsin be anacım... Yattığın yer nur olsun.

Saymıyorum kaç yıl olduğunu. Hatırladığım tek şey 1 Martta doğduğu, 2 Martta uğurladığımız.

Doğum günüde birlikte olamadık ya annem, en çok ona üzülürüm.

Ha unutmadan; üzerine not iliştirip bıraktığın bohçadan çıkan mavi çocuk giysilerine anlam verememiştik. Bir süre sonra anladık ve bizi gene çok şaşırttın annem. Olmaz denilen olmuştu ve sen gene babaanne olmuştun.

Bak, gülümseyerek anıyorum seni... Senin istediğin gibi.

Bu damla ne mi? O dumandan oldu, dumandan...

Sen nur içinde uyu annecim. Bizi merak etme.

Seni seviyorum. Hem de çok!

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..