Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '19

 
Kategori
Öykü
 

Simitçi...

 Otuzunda var yok; gençten bir adam. Uzunca boylu. Sesi kendinden önce gelir sabah serinliğinde.

-Simit var...

  Sonra küçük adımlarla dengeyi korumak için, ama hızlı yürüyüşü ile çıkagelir.. Tanışırız uzunca bir zamandır. Yaz sabahlarımın vazgeçilmezidir. İsmini bilmem, o da söylemez. Buna pek gerek de yok zaten. Anlaşır gideriz kısa konuşmalarımızda.

-Hoş geldin abi. Günaydın, hayırlı tatiller.

-Sağ ol...

 Uzunca boylu ama vücudunun şakülü her gördüğüm yaz biraz daha giderek bozuluyor gibi sanki. Bel çukuru daha içerlek, omurgası hafif sağa yatmış, boynu aksine daha sola gibi. Vücuduyla birlikte döner konuşmak için. Yalnızca başını çevirip bakamaz. Çeviremez tabi; başının üstünde, tepesinde, bezden bir simite oturttuğu geniş tepside özenle sıralanmış yükselen bir simit kulesini taşır ustalıkla.

 Konuşkandır, yüzünde devamlı bir tebessüm yayılır kendince. Güleç dersiniz ya, işte öyle biri. Aslında tanıdıkça görür oldum gözlerinin derinliklerinde acılı bir karanlık gibi çöreklenen çilekeşliğin izlerini. Simit satarak eve ekmek, tuz götürmenin namus yansımasıdır gülüşünde aydınlanan. Alçakgönüllüdür, zaten simit de öyle. Gevrek yaşamını dengede tutanıdır namus...

 Sabah, yaz sabahları erken, kuş cıvıltılarıyla çiçeklerde renklenen sessizliktir. Gelen geçen pek yok daha, araba homurtuları da. Bir ses uzanır. Bir sıcaklık kaplar gibi olur içinizi. Okul köşesindeki simitçiye koşuşturan çocuklar gelir gözlerinizin önüne, neşeleri karışır sıcacık simit kokusuna. Bir sestir uzanır, çalar çocukluğunuzun kapısını.

"Simit var..."

-Bu sene sanki biraz geç geldin gibi abi.

-Yok her seneki zaman.

-Sen biraz erken geçmiyor musun, insanlar uyuyor daha. Ne de olsa yaz tatili.

-Yok be abi. Senin gibi erkenci çok. Sahilin öbür ucuna kadar yarısını indiririm tepsinin. Sonra aynı yol geriye, uyananlar da kalanını temizler. Sonra doğru fırına. Bir tepsi daha yaparım. Ver elini öbür sahil, çay bahçeleri derken saat onu bulmadan toparlarım nevaleyi. Allah bereket versin.

-Haydi kolay gelsin, hayırlı işler.

 Küçük, dengeli, hızlı adımlarla kaldırım kenarından yolu tutar.. Sesi yankılanır arkasında.

-Simit var...

 Elimde fırından yeni çıkmış simitin sıcaklığı, burnumda yanık susam kokusu dönerim içimde bir eziklik. Biraz sonra arkadan camekanlı, lastik tekerlekli arabasında sıralanmış açma ve simitler olan, onları kağıt peçetelere koyarak veren ikinci satıcı çıkagelir ben aldığım simiti peynir ve çay eşliğinde yerken. Neden bilmem, ben hep birinci satıcının simitlerini alırım. Açıkta, yolun tozu üzerlerine yapışmış olsa da...

 Tuhaftır hayat, güzeldir, güzeldir de bazen acımasızca yüklenir üzerine insanın. Direnmek gerekir, baş eğmemek gerekir, boyun bükmemek. Bir simit satıcısının eğrilen, ama eğilmeyen başında taşıdığı sorumluluk gibi namusa tutunan.

-Yoktun dün sabah.

-Sorma abi, çocuk hastalandı doktora götürdüm.

-Önemli bir şey yok ya.

-Yok be abi, ishal olmuş ilaç verdiler.

Tutar yolu. Yolu sabahın yoludur. Biraz serin, puslu biraz ve tenha... Bakarım arkasından. Soramam kışları ne yapıyorsun diye. Soramam geçinebiliyor musunuz diye? Utanırım...

 Hemen her sabah ve uzun bir süredir simitçiyle ayak üstü kısa söyleşiler yaparız. Aslında pek fazla konuştuğumuz da söylenemez. Ama o duruşuyla öylesine çok şey anlatır ki...

-Geciktin bu sabah. Seninki önceden geçti bile.

-Sarhoş mu? Boş ver abi. Herkesin nasibi kendine. Hem onun yolu başka. Parayı ya atlara ya da şaraba yatırır. Benim müşterim bekler beni.

 Uzunca bir süre gözükmedi. Doğrusu bu ya, bayağı meraklandım. Öbür satıcıdan simit de almadım. Hem derdim sabahları simit yemek değil ki...

-Neredeydin kaç gündür, hastalandın mı?

-Yok be abi. Hem ben hasta da olsam çalışırım. Devlete borcum vardı onu ödedim.

-Hayrola, ne borcu.

-Cezam vardı bir kaç günlük eskiden kalma. Açık ceza evinde kaldım. Şimdi de her gün karakola gidip imza veriyorum.

- Ne yaptın da...

-Sorma, geçen yıl bir zabıta ile takıştım. Burada satamazsın diye efelendi. İtiş kakış derken tepsi bir tarafa, simitler bir tarafa. Üstüne bir de "orospu çocuğu" diye küfürü basmaz mı? Dayadım kafayı burnuna. Ayırdılar. Mahkeme filan....

-Dikkatli ol.

-Öyle de abi, gariban bir simit satıcısıyız biz. Kimsenin tavuğuna kış diyecek halimiz yok. Hayatın küfrüne katlanıp duruyoruz zaten, ama kimseye de kendimize küfrettirmeyiz.

 Neden sabahları ondan simit aldığımı şimdi daha iyi anlıyordum.

 Sabahları "simit var" diye bir ses duyarsanız, gidin bir simit alın. Ve düşünün bir simitin sıcaklığına sığınan nice yaşamların olduğunu...

 

Akın Yazıcı

28 Temmuz 2019/Erdek

 

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..