Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '11

 
Kategori
Öykü
 

Şimşekleri sayan çocuk

Doğudan gelen bir rüzgar akımı aniden bastırdı. Ağaç yaprakları sessiz iken hışırtı çıkarmaya, kavakların üst tarafının hareketlenmesi, telefon direklerindeki kabloların sağa sola gidişleri hayra alamet değildi. Gök yüzü ise açıkken birden siyah bulutlar tarafından kapatılmıştı. Az sonra ise sağanak halinde yağmur yağmaya başladı. Bu yaz mevsiminde yaşanacak havaya hiç mi hiç benzemiyordu. 

Evdekiler çaresizce beklemeye koyuldular. Rüzgar gittikçe sertleşti. Dışarıda ki bir kavak ağacını ortadan ikiye ayırdı. Kimisi sesli bir şekilde dua okuyor, kimi söyleniyordu. 

“İklimler bozuldu. Bundan sonra hep böyle felaketler yaşayacağız.” 

Oturmuş dinleyen babaanne “sus kız. Ağzından yel alsın. O nasıl sözmüş öyle. Felaket filan.” Diye konuştu. 

“Babaanne bunu ben demiyorum. Bilim adamları söylüyor.” 

Yaşlı kadın ne cevap vereceğini bilemedi. Torunu bilimden bahsediyordu. Bu onu aşardı. Susmayı tercih etti. 

O an çocuklar pencerenin kenarına gelmiş dışarıyı seyrediyordu. Onlardan Büşra “ne güzel yağmur yağıyor. Yazın böyle bir serinlik çok güzel değil mi?” diye konuştu. Soru ev sahibinin oğlu Hakan’aydı. O başka bir şey ile meşguldü. Şimşekleri sayıyordu. 

Ve yine “bir daha çaktı. Bu yirmi ikinci şimşek.” Diye konuştu. 

Evin babaannesi Hakan’a “Oğlum Hakan niye yarım saattir şimşekleri sayıp duruyorsun. Böyle devam edersen birinde Allah korusun şimşek bize düşer. Saymayı kes.Ne olur ne olmaz?” diye öğüt verdi. Hakan’ın aldırdığı yoktu. O babaannesinin şimşeğini üzerine çekmemek için sayılara içinden devam etti. “Yirmi üçüncü şimşek, yirmi dördüncü şimşek...” 

Fazilet babaannesinin çayını tazelemek için bardağı aldı. Mutfağa geçti. Eltisi Kübra da oradaydı. O akşamdan kalan bulaşıkları yıkamakla meşguldü. Fazilet’e “biz eve nasıl gideceğiz. Yağmur o kadar şiddetli ki bir adım dahi atamayız. Öyle onu düşünüyordum.” Diye konuştu. 

Fazilet “o iş kolay. Bu gün burada yatarsınız, olur biter.” Dedi 

“Vallahi sağ ol Fazilet. Ne kadar büyük bir iyilik yaptın bir bilsen.” 

“Lafı mı olur.Boş ver önemli değil.” 

Fazilet çayı kattı. İçeri geçti. Elindekini “buyur babaanne” diye verdi.

Hakan heyecan ile yerinde fırladı. “Anne bakın. Çarşıya şimşek düştü.” Dedi. Ardından “Vallahide billahi de.” Diyerek kendini dinleyenlere inandırmak istedi. Fazilet acele ile yerinden kalktı. Pencereden baktı 

“Hani şimşek. Çarşının neresine düştü.?” Diye sordu. 

Hakan “şu kocaman binaların arasına bak. Oraya düştü. Hatta oradan duman da çıkıyor. İyi bak.” Dedi. 

Fazilet gösterilen yere dikkat kesildi. Birden oranın çalıştığı tekstil atölyesi olduğunu gördü. “Eyvah bizim iş yeri yanıyor. Yarın artık işe de gidemem.” Diye söylendi. 

Kübra da meraklanmıştı. Yerinden kalkıp pencerenin önüne geldi. Şimdi daha belirgin olan ateşi o da görüyordu. İş yeri yanıyordu. Babaanne dayanamadı Hakan’a çıkıştı. “Ocağı yanasıca. Ben sana şimşekleri sayma demedim mi. Bak biri annenin çalıştığı yere düştü. Bir daha annen orada nasıl çalışacak. İşe gidemezse ne yiyip içeceksiniz?” 

Fazilet araya girdi. “Hakan babaannen doğru söylüyor. Şimşekleri sayma. Oldu mu oğlum.” Dedi. 

Hakan “tamam anne saymam.” Dedi. Ama içinden de saymaya devam etti. “Otuz ikinci şimşek, otuz üçüncü şimşek...” 

Büşra söylendi. “Anne benim uykum var. Hadi eve gidelim.” 

“Kızım dışarıda yağmur var. Bu gün burada yatacağız.” 

Büşra kardeşinin divan da uzanıp uyuduğunu görünce gitti. Onun yanına uzanıp uykuya daldı. Hakan ve küçük kardeşi Mesut hala şimşeklerin çakışını seyrediyor, abi ise diğer taraftan sayıyordu. “Elli üçüncü şimşek, elli dördüncü şimşek...” 

Mesut fısıltı halinde abisine sordu. “Abi kaçıncı şimşekteyiz?” 

“Elli üçüncü şimşek.” 

“Şimşeklerin sayısını bana sabah söyle oldu mu?” 

“Tamam sen git yat.” 

Mesut annesinin yanına divanın boş yerine uzandı. Uykuya daldı. 

Saatler hayli ilerlemişti. Kübra öğrendiği son çorba tarifini anlatıyordu. Fazilet “dur ben bir kağıt vereyim. Tarifini ona yazarsın.” Dedi Yerinden kalktı. Boş bir kağıt ve kalem getirdi. Kübra’ya verdi. 

Babaanne “kızım ben o çorbayı çocukken annem pişirirdi. Tarifini iyi bilirim.” Diye araya girdi. 

Kübra “içine ne atardınız?” diye sordu. 

“Biz ona sarımsak atardık ki tadına doyum olmazdı. Ama şimdikiler bunu pek bilmez.” 

Hakan üç saattir ayakta pencerenin kenarındaydı. Şimşeklerin sayısını oldukça yükseltmişti. Ama babaannesinin sarımsak sözü onun iştahını kabarttı. Sordu. “Babaanne o konuştuğunuz çorbanın ismi ne?” 

“Tarhana çorbası. Ne oldu acıktın mı?” 

Hakan“Birden çorba krizim geldi.” Dedi. Annesine yöneldi. “Anne o kadar çok tarhana çorbası içesim geldi ki sanki krizdeyim. İzin ver de çarşıya kadar gidip geleyim. Bir paket hazır tarhana çorbası alacağım. Marketler daha kapanmamıştır. Bisikletimle hemen gidip gelirim. Ne dersin?” 

“Peki git. Benim iş yerine de bak. Ne duruma gelmiş öğren.” 

“Tamam .” Hakan sevinç içinde hazırlandı. Çünkü bu geç saatlerde annesi onu hiç dışarıya çıkartmamıştı. Üstelik hazır çorba alıp krizini giderecek ve şimşeğin düştüğü yerden malumat toplayacaktı. Bu oldukça zevkli bir işti. Evden çıkmak üzereydi. Aniden şimşek çaktı. Hakan coşku içinde “Yüz on ikinci şimşek.” Diye yüksek sesle konuştu. Ama babaannesi hazırlıklıydı. “Sus ocağı yanasıca çaşarat.” Diye çıkıştı. 

Tuna M. Yaşar 

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..