Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '16

 
Kategori
Felsefe
 

Sinek ve aydınlık üzerine

Sinek ve aydınlık üzerine
 

Sinek kadar aydınlığa talip olduğumuz gün güzelleşeceğiz.


Kara sinek...
 
Küçücük bir hayvancık. Bir hafif darbede yere serilebilecek türden. Nedendir bilmem, uçarken çıkardıkları sesler hep sinir bozucu gelmiştir bana. Bir nevi mikro takıntı.
 
“Sakınan göze çöp batar” sözü haklı çıkacak ya, geçenlerde girdi odama bir tanesi, ortalık serinlesin diye açtığım pencereden. Takıntı gereği, beynim yalnızca onun uçarken çıkardığı o sinir bozucu tiz sesi algılıyor. Üşenmeyip kalkıyorum yataktan, alıyorum elime bir bez parçasını. Tam öldürmeye yeltenirken, oda duvarıma asılı fotoğraflardan birine ilişiyor gözüm. “Allah Rahmandır, siz de Rahmansınız. Allah, Allah kadar; Siz, siz kadar” diyen zatı şerif.
 
Vazgeçiyorum.
 
Sinir bozucu ses devam ediyor. Öldürmeden bu sesten kurtulmanın bir yolunu arıyorum. Halk arasında bilinen bir yöntemdir, ışıklar kapatılınca sinek uçmaz, dolayısıyla ses de çıkarmaz. Kapatıyorum ışıkları.. Yalnız bilgisayarımdan çıkan ışık var odada. Kısa bir zaman ses kesiliyor, sonra bir de bakıyorum sinek bilgisayarımın ekranında. Kovuyorum, geri geliyor. Dedik ya, biz de rahmanız ama, acziyetimiz kadar rahman. Sinirlenip tekrar öldürmeye karar veriyorum. Tam yere serecekken o küçük hayvancağızı, garip bir fikir geliyor aklıma, çok garip...
 
Evet, hikayemiz burada başlıyor. O garip fikirle..
 
Sinek, hani şu küçümseyip tiksindiğimiz hayvan. Öldürüleceğini bile bile aydınlığın peşine düşüyor! Elbette işin bilimsel bir açıklaması vardır, ama ilgilenmiyorum. Buradaki sembolizm önemli benim için. Küçücük bir hayvan karanlıkta kalıp, güvenli bir gece geçirebilecekken, inatla ve ortaya canını koyarak ışığın, aydınlığın içinde olmayı tercih ediyor.
 
Peki biz, Eşrefi Mahluk olan insanlar?
 
Acaba kaçımız, o hep bahsettiğimiz “aydınlığın” peşine düştük? Hem de can pahasına!
 
Ah şu aydınlık! O değil midir, görünmezi görünür kılan? O değil midir görüntüleri netleştiren, detaylara vakıf olmaya vesile olan?
 
Ve ne zor zanaattir aydınlığa erişmek, aydınlanmak, teferruatların cilveleriyle oynaşmak...
 
Elbette biz burada aydınlığa henüz eriş(e)memiş iken, karanlıkta kalan insanları ayıplayacak değiliz. Aydınlığa varıp, onları yanımıza çağıracak kadar nazımız geçmiyor henüz. Ayıplanması gereken, eleştirilmesi gereken nokta insanların “aydınlık” adına taşı taşa vurmamaları. Hatta, içinde bulundukları yerin karanlık olduğundan bile bihaber olmaları.
 
Dünyaya geldiklerinden bugüne karanlıkta yaşayan ve aydınlığın varlığından habersiz insanların karanlığı zaten olması gereken bir şey gibi algılayıp bu durumdan şikayet etmeleri bir nebze kabul edilebilir. Ama aydınlık denen bir şeyin varlığından haberdar olup, dillerinden bu kelimeyi düşürmeyen insanların miskinlikleri nasıl hoş görülebilir?!
 
Yoksa bu insanlar, zihinlerini ve kalplerini odalarını aydınlattıkları gibi bir düğmeyle aydınlatabilecekleri zannına mı kapılıyorlar? Eğer böyle bir zanda olduklarını kabul buyurmazlarsa bu kez de tepelerinde doğumlarından itibaren bir ampul olduğu zannında görünecekler. Yani, her iki durumda da bulundukları hal yalnız zandan ibaret kalacak.
 
Ah kardeşlerim
 
Karanlıktan bıkmadınız mı hala?
 
Gözün gözü görmediği bir yerde, suratınıza inen tokatların kimden geldiğini hala merak etmiyor musunuz?
 
Belki karşınızda bir gülzar var, belki bir şelale... Görmek istemiyor musunuz?
 
Haydi, hep birlikte, hemen şimdi, bir gayretle bizi aydınlığa kavuşturacak düğmeye doğru bir adım atalım!
 
Bırakalım artık yağ kandillerini, meşaleleri, ampulleri, ledleri, spotları!
 
Bırakalım aydınlığı sağlayan vasıtaları konuşmayı da “aydınlığı” konuşalım!
 
Toplam blog
: 4
: 624
Kayıt tarihi
: 26.09.16
 
 

İşsiz, Tasavvufa meraka gayretli, Kültür-Sanat, ZG ..