Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '09

 
Kategori
Sinema
 

Sinema 114 yaşında

Sinema 114 yaşında
 

60'lı yıllar yeni başlamıştı. Sinemayla yeni tanışmıştım. Hatırladığım ilk filmde küçük bir çocuk yanaklarını içe çekip dudaklarını dışarı çıkararak ördekleri taklit ediyordu. Neşeli bir film olduğunu da hatırlıyorum. Sinemaya gitmeden önce film başladığında konuşmamam konusunda tembihlenmiştim. Ara verilip ışıklar yandığında bile konuşmamıştım. O ilk filmden sonra sinemaya gitmek tutkum olmuştu.

Yaz geldiğinde yazlık sinemaya gitmiştik, nasıl da sevmiştim açık havada film seyretmeyi. Portofino çalıyordu sinemada. Dalga sesleri arasında baygın bir kadın sesi kaplıyordu gecenin karanlığını. Filmden çok, öncesinde gösterilen Walt Disney tiplemelerinin maceralarını seviyordum. Düşüp yuvarlanıyorlar ve hiç yaralanmıyorlardı çünkü.

Okula başladığım yıllarda Hayley Mills filmlerini seyretmeye başladım. Sarışın, cin gibi bir kızdı Mills. Pollyanna rolünü onun kadar güzel kimse oynayamazdı bana göre. Hayran olduğum ilk oyuncudur bu yüzden.

Annemler bazı akşamlar bizi evde bırakıp giderlerdi sinemaya. Şehir küçük ve boş olduğu için, yazlık sinemanın sesini radyo tiyatrosu dinler gibi dinlerdik. Kızgın Damdaki Kedi filmine neden bizi de götürmediler diye çok kırılmıştım annemle babama. Kedileri ne kadar sevdiğimizi bildikleri halde hem de. Yıllar sonra bir değil üç kez seyretmiştim o filmi, çocukluğumdaki radyo tiyatrosu sesini hatırlayıp gülümseyerek.

Biraz daha büyümüştük ve komedi filmlerini seyretmeye doyamaz olmuştuk. Jerry Lewis hayranlığım da o dönemlere rastlar. Hem artık ağabeyim ve kuzenlerimle yazlık sinemaya akşam bile gidebiliyorduk. Ağabeyimin beni götürmediği Ben-Hur filminin oynadığı sinemanın önünde uzun bir kuyruk görmüş, bu kez de ağabeyime kırılmıştım. Romalılar, İmparatorlar, savaş arabaları masal gibi geliyordu oysa bana.

Hafta sonları arkadaşım Belkıs'la buluşup Şehir Sineması'na gidiyorduk, 11 yaşındaydık, büyümüştük artık. Filme ara verildiğinde markasız, küçük sade gazoz şişelerine açacakla tın tın vuran görevliyi bekliyorduk dört gözle. Sinema, biraz da gazoz demekti çünkü. Türk sinemasının en sıcacık örneklerini seyrediyorduk. Hulûsi Kentmen dedemiz, Ayşecik arkadaşımızdı sanki. Yaşlı teyzelerin hüngür hüngür ağladığı sahnelerde biz Belkıs'la kıkır kıkır gülerdik. Film seyreden yaşlılar ne kadar çok ağlıyordu?

Ortaokul çağımızda Konyaaltı'ndaki yazlık sinemaya gitmeye başladık koşa koşa. Çünkü, yeterince sandalye yoktu ve yerlerde, çakılların üstüne minder atarak seyrediyorduk geç kalınca. İlk korku filmini o sinemada seyretmiştim. Örümcekli bir filmdi. Kızlar film bitince korkudan perişan olmuş bir halde çıkmışlardı dışarıya. Bana gelince...Ben annemin dediği gibi biraz fazla ' Erkek Fatma ' idim. Korkmak da neydi?

Lise yıllarında sinemanın tadına iyice varmıştım. Önceleri Doris Day filmlerini seven ben, sonraları daha ciddi filmlerin peşine düştüm. Tabii duygusal filmlerde yaşlı kadınlar gibi ağlamaya başlamıştım ben de. Saray Sineması'nın 7 numaralı locası bizimdi. Babam hep o locadan yer ayırtırdı, iki aile doluşurduk locanın içine. Aşk Hikâyesi' ni seyrederken ağlayışımı duymasınlar diye nasıl da yutkunmuş ve sonunda koyuvermiştim gözyaşlarımı. Ara verildiğinde Hasan amcam parmağını göstermşti. Parmağını ısırmış film boyunca ve diş izleri kalmıştı parmağında. Ne zaman ara verilse, babam pardesüsünün cebinden en büyük boy çikolatayı çıkarır, paylaştırırdı bizlere. Babam hep düşünceli ve zariftir zaten...

Bir ara da Guilliano Gemma filmlerine takılıp kalmıştık. Tabii romantik filmlerin tamamını seyrediyorduk. Annemin favorisi Rock Hudson'du çünkü. Benim ise ilk platonik aşkım Paul Newman'dı. Gözlerine vurulmuş, hep onunki gibi gözleri olan biri olsun istemiştim hayatımda. Oldu da...

Televizyon hayatımıza girdiğinde de sinemadan vazgeçmedim asla. Yener Sineması'nın balkonundaki sağdan ikinci sıranın ilk koltukları hep benim ve oğlumundu. O koltukta güldüm, ağladım, düşündüm, coştum hep.

Dünyanın en güzel televizyonu, en güzel DVD oynatıcısı ve en güzel filmi bende olsa, yine de asla sinemadan aldığım zevki alamam. Titanic filmini çok güzel ses sistemiyle donatılmış bir salonda seyretmiştim. Geminin makina dairesindeymişim gibi hissetmiştim kendimi. Evde seyrettiğimde ne kadar yavan gelmişti bana o sahneler. Güzel bir filmi, seyretmesini bilen bir kalabalıkla seyretmenin tadı bambaşkadır benim için. ' Şöyle ayaklarımı uzatıp, çayımı yudumlarken...' cümlesini kuranlar sadece kendilerini kandırırlar.

Buraya kadar ne anlatmak istediğimi merak ediyorsanız ' Nuovo Cinema Paradiso ' yani ' Cennet Sineması ' filmini seyredin. Sinemasever herkes biraz Salvatore'dur çünkü...

 
Toplam blog
: 261
: 2212
Kayıt tarihi
: 23.07.07
 
 

1954 Antalya doğumlu ve Antalyalı'yım. Ülkemin ve özellikle bu şehrin sevdalısıyım. Sanatın pek çok ..