Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '06

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Singapur

Singapur
 

Singapur Yolu

Ekvator çizgisinin üzerinde yer alan ve Avustralya gurbetinin ara konak noktası olan Singapur, Malakka boğazının girişindeki ticari açıdan çok stratejik bir yerde yer alan, minik bir ada ülkesiydi.

Avustralya yolcusu Türkler, bu adaya kadar THY ile uçtuktan sonra, Avustralya’nın milli havayolu uçaklarına aktarma yaparak, yollarına devam ederlerdi. Bu ülkede göçmen işçi olarak çalışan vatandaşlarımız hatırı sayılır bir yolcu trafiği oluşturmuşlardı. Uçaktan indikten sonra pasaport kontrolüne doğru ilerlerken, bizim uçağımızla gelen yolcuların çoğunun transit koridoruna, saptığını görmüştüm.

Herhalde ulus olarak iyi pazarlık yapamadığımızdan olacak, Avustralyalı şirket İstanbul’a direkt uçabilirken; bizim havayolumuza, Avustralya’ya direkt uçulmasını sağlayacak olur alınamamıştı. Halbuki ülkeler arasındaki mukabiliyet prensibine göre, eğer bizim ulusal havayolumuza Sidney ve Melbourne uçuş müsaadesi verilmiyorsa; bizim de karşılık olarak onların uçaklarına sınırlama getirmemiz gerekirdi belki..

Uzakdoğu’nun İsviçre’si denilen Singapur’a; Güney yönünden uçakla yaklaşırken gördüğünüz manzara, New York’un Manhattan görünüşünü andırırdı.

Ayağınız yere bastığında, özellikle Singapur nehrinin denizle birleştiği semtte ve Orchard Road boyunca, cam ve granitle kaplanmış beton cangılı, başınızı döndürürdü.

Ancak ekonomik gelişmeye paralel olarak oluşan bu dikine beton yapılaşma yüzünden şehir, geçmişte var olduğu söylenen doğal tabiatını kaybetmiş gibiydi.

Doğayı sevdiğimiz için, ekvator bölgesinin yağmur ormanlarını merak ediyorduk. Ama ne yazık ki, gerçek anlamda bir cangıl, yani primer yağmur ormanları tükenmişti. Yerleşim alanlarının hemen bittiği yerde başlıyan ve bize göre çok yoğun görünen o karanlık, boğucu sıcak ve maymun seslerinin yankılandığı ormanların ise; cangıl değilde, sekonder denilen daha alçak ormanlardan olduğunu öğrendik.

Değişik katmanlardan oluşan ve tepe noktası 70 metreyi bulan primer ormanlardan son kalan bir kaç ağacın bulunduğu tek örnek ise; Botanik bahçesinin içinde, insanların görmesi için korunmuştu.

Botanik bahçesi şehrin merkezine yakın bir yerdeydi ve ulaşımı oldukça kolaydı.

Kuğulu göletleri ve çeşitli hayvan figürleri şeklinde budanmış begonvilleri geçtikten sonra ulaştığımız orkide bahçeleri ise, sanki perili bir köşeydi.

Kelebeklerin aralarında dolaştığı rengarenk orkideler, hafif ve kibar kokularıyla başınızı döndürürdü. Diğer bitkilerde olduğu gibi, orkidelerin de kökleri toprakta değildi. Köklerini ağaçların gövdelerine tutunmak için kullanan bu bitkiler, ihtiyaçları olan suyu topraktan değil de; havadaki o inanılmaz ölçüdeki nemlilikten alıyorlardı.!

Botanik bahçeleriyle yetinmek istemeyen tabiat severler, insan eliyle düzenlenmiş, mamur doğa örneği görmek isterlerse; metro ile ulaşılabilen Çin ve Japon bahçelerini gezmeliydiler.

Ben Japon bahçelerinin verdiği sadelik ve dinginliği sevdiğimden ve bahçenin bir motifi olan çakıl taşlarının tırmıkla taranmasıyla yapılmış, cansız Zen bahçelerinin ne mesaj verdiğini hep merak ettiğimden; kalabalıklardan sıkıldığımız bir zamanda, bu bahçelere uzanırdık.

Trenden indikten sonra, sıcak ve güneş yüzünden oldukça yorucu gelen bir yürüyüşten sonra bahçelerin girişindeki küçük bir dükkanın önüne gelirdiniz..

Dükkanda öyle pek müşteri kalabalığı olmazdı. Dükkan sahibi sizi güleryüz ve içtenlikle karşılardı. Belki de Konfiçyüsün bilgeliğini taşıyor olması gereken adamın, özellikle sekiz sene sonrasında(!) sizi hatırlıyor olması insanı şaşırtırdı.

Zaten Singapur’da zaman, Uzakdoğu’ya has bir özellik olarak, pek değişken değildi. On sene sonra bile aynı otele gittiğinizde, yine aynı garsonun sabah kahvaltısını getirdiğini görürdünüz. Size servis yaparken, dudağının kenarına iliştirdiği o ufacık bir gülümseme; belki de, onun da sizi hatırladığının anlamı olurdu.

Zaten Doğunun gizemi, fısıltıyla konuşurdu! Bağırmazdı..!

Özümsemek için, sanki Claude Debussy’nin ‘bir fanusun öğleden sonrası’ ölçüsünde bir ruh dinginliği ile yaklaşmak gerekirdi..!

Tekrar bahçelere dönersek; botanik özelliklerinin yanında, Çin ve Japon tapınak ve evlerinin replikaları ile de ilgi çekiciydi.

Japon evinde, kulağınıza hafiften bir müzik gelirken; yere bağdaş kurar, özenle giyilmiş kimonosuyla karşınızda diz çökmüş, yüzü bembeyaz pudralı, gonca dudakları rujla belirginleştirilmiş bir geyşanın, size seremonial bir yeşil çay servisi hazırlamasını hayal ederdiniz...

Bu dünyanın tezatı olan, Singapur’un maddi dünyasında ise; hangi sermaye sağladıysa bilemem, her yer sedef pırıltılı labrador mavisi veya bordo renkli pahalı granitlerle kaplanmış yüksek gökdelenlerle, iş- alışveriş merkezleri ile ve otellerle doluydu.

Ama bu gösterişli mimari, kesinlikle bizde olduğu gibi başıboş ve disiplinsiz bir karakterde değildi. Estetik, teknik ve kuralcı disiplinlerin varlığı, inşaat alanlarının temizlik ve tertibinden anlaşılırdı.

Bizde olduğu gibi inşaat alanlarının molozlarla çevrelenmiş olduğu görülmezdi. Bina yükselirken, kamuflaj ağlarının arkasında gözlerden gizlenirdi.

Zaten adanın herhangi bir yerinde, açık alanlara dökülmüş bir moloz veya yine bizde olduğu gibi sıvasız, prizleri ortada evleri görmeniz olası değildi.

Hayvanat bahçesine doğru, adayı Kuzeye doğru baştan sona giderken, varoşların içinden geçmiştik. Ama ne bir harap, viran görüntü, boyasız bir ev, çamur veya toz, herhangi bir estetik kusur görmek olası değildi.

Bu adanın öyle köklü bir kültürden gelen geçmişi olmadığını bildiğinizden, bu düzenlerini; koydukları sade net kurallar ile bunların uygulanmasını sağlayan ciddi cezai yaptırımlarla başardıklarını görüyordunuz.

Biliyordunuz ki yöneticilerin aklına, oy satın almak için kuralları ara sıra savsaklamak, hiç gelmiyordu!

Uygar, gelişmiş ama hayret edilesi bir tertip, temizlik ve düzen gördüğümüz diğer ülkeleri de göz önüne getirince; sırrın sıkı kurallar koymak ve bu kuralların uygulanmasını sağlayan tavizsiz ve can yakıcı cezalar olduğunu tekrar hatırlıyordunuz.

Nerede, hangi ülkede kuralsızlık yaygındır; bilinir ki o ülke, toz ve çamur kuşağındadır!

Bu şehre gelen ailelerin gezi planlarında olmazsa olmaz olan yer, Hayvanat Bahçesiydi.

Farklı bir anlayışla düzenlenmiş olan bu bahçelerde, hayvanlar mümkün olduğunca çelik kafeslerde değil de; su, çukur vb. gibi doğal engellerle çizilen sınırlar içinde tutuluyorlardı.

Sadece doğal engeller içinde tutulamayan yırtıcı kedigiller büyük kafeslerin içindeydi. Zararsız yabanıl hayvanlar ise, serbestçe insanlara yakın dolaşıyorlardı.

Öğleden sonraları ise, parkın tiyatrosunda dünyaca ünlü maymun gösterileri tertipleniyordu.

Aileler için diğer bir görülmesi gereken yer, tema parkı özelliğindeki Sentoza adasıydı.

Adaya bir teleferikle veya gemiyle geçildikten sonra, ada içinde ring seferi yapan havai monoray trene biniliyor, bir aktiviteden diğerine dolaşılıyordu.

Ana adaya çok yakın olan ve Burgaz ada büyüklüğündeki Sentoza; tünel akvaryumu, mumyalar müzesi, kelebek bahçesi, animasyonları, korunaklı plajı, otantik Malay, Japon ve yerli köyleri ile, hoş bir yerdi.

Gece saat sekizden itibaren, kaskadlı havuzların bulunduğu yerde, üstü aslan altı balık heykelin bulunduğu yükseltiye doğru uzanan aralıkta; ışık, ses ve su topu şovlarının harmonisi ile oluşmuş bir gösteriyi, bütün bir Güneydoğu Asya halklarından oluşmuş bir kalabalığın içinde oturarak seyredebilirdiniz.!

Burada anlatılanlardan; Singapur’un Sanksritçe ‘aslanlı yer’ anlamına geldiği, vaktiyle Endonezya adalarında Hind kültürü yaygınken, bu sahillerden geçmekte olan bir Hint prensinin, sahilde dolaşan kaplanları aslan zannederek, bu adaya aslanlı yer adını vermiş olduğu, aklımda kaldı.

Gezilecek yerler arasında benim kişisel tercihim ise, daha uzaklardaki, bir saatlik gemi yolculuğu ile gidilen St.Johns adası olmuştu.

Bu adaya giden gemi her sabah Sentoza’nın karşısındaki dünya ticaret merkezinin altından kalkardı.

Önce yirmi dakika ötedeki Kusu adasında yarım saatlik bir mola verilirdi.

Bu ada bir kilometre çapında, düz dairesel bir adacık olup, hindistan cevizi palmiyeleri ile kaplıydı. Girişte ara sıra yorgun deniz kaplumbağalarının sığındığı, bir havuz vardı.

İç tarafta ise bir Çin-Konfiçyüs tapınağı ile yanında Müslüman türbesi vardı.

Hedefimiz olan St.Johns adasında vapurdan indikten sonra; Doğu tarafa, çayırlıkların olduğu yöne doğru ilerlerdik.

Ormanın eteğine yaslanmış olan İngiliz koloni mimarisindeki yapıların önünden yürüyerek ve ötedeki palmiye korusunu da geçtikten sonra; uzaktaki dalgakıranı gördüğü ve palmiyelerin Güney Pasifik adalarında olduğu gibi kumsala doğru yaslandığı yerde, bir piknik masası bulur, kamp kurardık.

Arkada ağaçların içinde temiz bir soyunma odası ve tuvalet ile yağmur sığınağı bulunurdu.

Hafta içinde gelmişseniz, sizden başka kimsenin bulunmayacağı bu size özel plajda; eğer şansınız varda yüksek gelgitte gelmişseniz, denizin tadını çıkarabilirdiniz..

Adada mahsur kalmamak için vapur dönüş saatini unutmamanız gerekti. Aksi takdirde, ağaçların altındaki ıssız bungalow otelinde, mecburi bir ıssız ada fantazisi yaşamanız olasıydı.

Singapur küçük oluşunun sağladığı avantajla refahı yakalamış gibi görülüyordu. Coğrafi açıdan çok merkezi yerde oluşu, ticarete yatkın bir nüfusa sahip olması, komşu ülkeleri etkileyen politik çalkantılardan uzak oluşu, tatlı sert bir demokrasiye sahip olması ülkenin başarısının faktörleriydi.

Tabiat bile adaya torpil geçmiş olmalı ki, daha Kuzey ve Güney enlemlerinde, geçtiği yerleri yakıp yıkan tropik fırtınaların bile Singapur’a uğramadığı yazılmıştı.

Ülke insanlarının bile pek büyük sorunları yoktu. Ülkenin belli başlı İngilizce gazetesi: ‘Strait Times’daki başlıklara göz atınca, bu kanıya varmıştım.

‘Orchard caddesinde yaya geçidi bulunmayan yerlerden kural dışı geçiş yapanların sayısı artıyor!’ diye fotoğraflı bir haber baş sayfada yer almıştı..

‘Ormandan gelip, meskun mahallerde görülmeye başlanan maymunların, insanlar için tehlikeli olmaları nedeniyle, bunlara yiyecek verilerek alıştırılmamaları’ şeklinde bir uyarı, ikinci sayfanın tamamını kaplamıştı..

Üçüncü sayfa haberinde ise; ‘apartman aydınlığını çöplük gibi kullanan kişinin, o binadan çıkarılmakla birlikte yüksek para cezasına çarptırıldığını, bunu ödemediği takdirde, bir ay hapis cezası çekeceği’ yazıyordu.

Diğer haberlerde bu türdendi. Takip eden sayfalar, dış haberler, sanat ve aktüalite ile devam ediyordu.

Televizyon kanallarındaki haberler de, aynı bu derece sade ve bize göre önemsizdi.

Gündemdeki konuları, bizim ülkemizin zorlu sorunları ile kıyasladığımızda;

Neredeyse kıskanmamak elde değildi..!

Haziran 2000

 
Toplam blog
: 22
: 13682
Kayıt tarihi
: 25.08.06
 
 

Amaç hasbıhal. Sohbetinden uzak kaldığım dostlarla ve yazılarımı beğenen okurlarla görüşlerimi payla..