Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '09

 
Kategori
Öykü
 

Sır 27.bölüm

Sır 27.bölüm
 

“Artık her şeyi biliyorsun. Hayatımızda sır kalmadı.”RESİM:ALINTI


Duydukları gururunu okşarken yüreğinde kanayan yarayı pansuman etmeye yetmiyordu hiç şüphesiz ki… Gördükleri… Duydukları… Yaşadıkları… Hepsi birlik olmuş dikilmişlerdi karşısına.

”Tuana… Canım… Duydun mu söylediklerimi?” diye yineledi Selim.

“Bir şey söylemeyecek misin?”

Başını kaldırdı hafifçe. Solgun benzi içine işledi Selim’in.

“Tuana…” derken sesi çarpıştı sevgilisiyle.

“Ben… Gerçekten ne söyleyeceğimi bilemiyorum Selim.”

“Artık her şeyi biliyorsun. Hayatımızda sır kalmadı.”

Tuana buğulu bakışlarını çevirdi sevdiği adamın gözlerinden. Evet, her şey açığa çıkmıştı ama değişen neydi? Öyle ya da böyle Selim’in evli olduğu gerçeğini değiştirmiyordu ki… Şimdi ne olacaktı peki. Belki normal bir evlilik olsa daha kolay olurdu bir araya gelmeleri ama ortada zavallı, hasta, çaresiz ve kimsesiz bir kız vardı. İçinde bulundukları koşullar gerçekten de çok zordu. Nefes alamadığını duyumsadı Tuana. Ayağa kalktı “Ben artık gideyim.”diyerek.

“Gitmek mi? Ben… Burada kalacağını düşünmüştüm.”

“Gitsem daha iyi olacak.”

“Lütfen Tuana. Kal. Burada, yanımda kal.”

“Belki daha sonra… Lütfen anla Selim. Benim için zor bir gündü. Önce bebeğimi kaybetme sendromu şimdi de Leman’ın durumu. Yalnız kalmaya ve yaşadıklarımı gözden geçirmeye ihtiyacım var. En çok da dinlenmeye.”

“Peki, sevgilim. Bırakayım o zaman seni.”

“Yok, yok gelme sen. Bir taksi çağıralım.”

Israr etmedi Selim daha fazla “ Peki, o zaman şoför bıraksın seni.” dedi kucaklarken. Küçük bir veda busesi kondurdu yanağına.

“Gidince ara beni.”

“Ararım.”

……………

Selim içinde çok zor bir gün olmuştu. Önce mutlu bir haber almış, çocuğunun olacağını öğrenmişti ve hemen sonra çocuğunu kaybetmek üzere olduğunu. Hastaneye erişmek için neler çektiğini. Yıllardır sakladığı sırrı, yaşadıkları bu büyük kâbusu ilk defa ailesi dışından biriyle ama en çok da ailesinden, canından, kanından hissettiği karısı saydığı kadınla paylaşmıştı. Tuana’nın bu dehşet dolu hikâyeden çok etkilendiğini gözlerinden anlamıştı ama tam olarak ne düşündüğünü bilemiyordu. Kafası karışıktı. Acaba bundan sonra hayatları ne yöne doğru akacaktı?

Kendini bırakıvermişti Tuana’nın arkasından. Dik durmaktan oldukça yorulmuştu. Yığılıp kaldığı kanepeden güçlükle kalktı. Tüm enerjisi bitmiş gibiydi. Yatak odalarına giden merdivenleri tırmandı yavaş yavaş. Leman’ın odasının önünden geçerken duraladı bir iki saniye. Sonra araladı kızın odasının kapısını. Aldığı sakinleştiricilerin etkisiyle mışıl mışıl uyuyordu Leman. Sanki az önce ortalığı kasıp kavuran kendisi değilmiş gibi.

“Belki içimizde en rahatı sensin. Ne olup bittiğinin farkında bile değilsin.” diye düşünerek kapıyı çekti Selim. Odasına gitti ve kendini bıraktı yatağının üzerine. Gözlerini tavana dikti düşüncelerinin yoğunluğunda. Yarın nelere, nelere gebe olacaktı?

…………………..

Kendini evine dar attı Tuana. Yaşadıkları fazlasıyla yormuştu narin bedenini. Kafasının içi uğulduyordu. Sanki tencere kapakları çalıyordu binlerce insan beynine yerleşen hücrelerin arasında. Bir ileri bir geri arşınladı salonu. Pencerenin önüne yaklaştı, açtı camı. Derin derin soludu. Öylece baktı boş gözlerle. Ne kadar süre sonra gözüne takıldı gümüş renkli martılar. Ne kadar özgürdüler mavi göklerde dilediklerince kanat çırparken.

“Ya ben… Ben…” diye inledi neredeyse.

“Ben… Ne kadar tutsağım bu aşka. Selim’e duyduğum büyük aşk. Ne bırakıp gidebiliyorum onu. Ne de tam anlamıyla sahiplenebiliyorum.” diyerek göğsünün üzerine yerleşen ağırlıktan kurtulmak istedi.

“Her şey bu kadar zor olmak zorunda mı?” diye mırıldanarak kapattı pencereyi.

“Peki, şimdi ne olacak?” düşüncesiyle banyoya gitti. Sıcak bir duşun gergin vücudunu yumuşatacağını umarak açtı suyu. Dakikalarca durdu altında. Etleri pörsüyene kadar. Neden sonra üzerine bornozunu geçirerek çıktı dışarıya. Saçlarının suyunu havluyla iyice kuruladıktan sonra kelebek tokayla tutturup, kuru bir havluyu doladı kafasına. Öylece uzandı yatağına. Kımıldayacak hali kalmamıştı. Bedeni pelte gibi yumuşamış, vücuduna tatlı bir ağırlık yerleşmişti. Yavaşça kapandı göz kapakları.

……………..

Sağına döndü, soluna döndü bir türlü uyuyamadı Selim. Bedeni uykuya teslim olmamak için direniyordu adeta. Kalktı. Aşağı indi. Kanepeye uzandı. Olmadı. Kalktı koltuğa oturdu. Televizyonu açtı. Ses rahatsız etti. Kapattı televizyonu. Verandaya çıktı. Salıncağa oturdu. Yıldızlara takıldı gözleri.

“Ne dersiniz bizimde yıldızımız parlayacak mı?” diye fısıldadı belli belirsiz. Gecenin serinliği üşüttü pijamanın altındaki korunmasız bedenini. İçeri girdi. Mutfağa gitti. Bir bardak süt aldı ve odasına döndü. Pencerenin önündeki sallanan koltuğuna oturdu. Kaç gündür eline almadığı romanı aldı eline.

“En son Yürekler Ölür” diye okudu yeniden romanın ismini.

“Deniz ve Nehir… Onlarda bizim gibi. Birbirini çok seviyor. Lakin öldü Deniz. Öldü işte. Zavallı Nehir… Şimdi nasıl öğrenecek sevdiği adamın öldüğünü. Nasıl da yıkılacak. Bu reva mı Allah’tan? Bu kadar severken topu topu iki ay evli kalabilmek ve balayından dönerken o korkunç kazaya maruz kalmak.” diye kaldığı yerleri hatırladı yeni baştan.

…………………

Karanlık bir gölge ağır ağır ilerledi Tuana’nın yatağına doğru. Yaklaştıkça nefesinin tütün kokusunu duyumsuyordu Tuana.

“Kimsin sen? Nereden çıktın?”

Cevap vermiyordu siluet.

“Kimsin?” diyerek doğrulmaya çalıştı yatağının içinde. Sonra korkuyla inledi

“Baybars…”

Yatağın içinde saklanmak istedi. Olmadı. Gidecek yeri yoktu. Zafer elde etmişçesine gülüyordu iri yarı adam. Yaklaştıkça yaklaşıyordu yağ tulumu görüntüsündeki bedeni. Birden bire üzerine çöken ağırlıkla kıpırdandı Tuana. Bağırmak istiyordu ama sesi çıkmıyordu. Elleriyle iteliyordu adamı lakin o kadar ağırdı ki…

“Hamileyim ben.” dedi bölük pörçük bir şekilde.

“Bırak beni… Beni bırak.” diye haykırdı arkasından.

……………………….

Sıkıntılı olan yüreğini daha da üzdü okuduğu satırlar Selim’in. Satırlara gizlenen acıyla beraber sıkıştı durdu yüreği. Hele Deniz’in bedeninden sökülüp Arda’ya takılan yüreğin ameliyat aşamalarını okurken allak bullak oldu. Ne kederler vardı hayatta. Kendi başına gelenlerin içinden çıkılmaz dertler olduğunu, dünyada başka dertler olduğunu unuttuğunu duyumsadı. Deniz ölüyordu ama ölürken kaç kişiye umut oluyordu. Kalbi, böbreği, karaciğeri ve korneası. Bir ölüm kaç hayat kurtarabiliyordu. Kapatmak istiyordu kitabı ama bırakamıyordu elinden.

…………………..

“Hamileyim ben… Alçak herif… Bırak beni.” diye inledi acıyla Tuana.

“Sen külahıma anlat onu.” derken bıyıklarını çiğneyerek abanıyordu kızın cılız bedenine yağ tulumunu görünümündeki adam. Gidip geliyordu üzerinde. Bir eliyle bastırıyordu olabildiğince ağzını. Canı yanıyordu Tuana’nın, hem de çok. Sarsıldı adamın bedeni, titredi, titredi, titredi ve yan tarafa düştü. Korkuyla yana çekti vücudunu kız.

………………..

Sabah ezanıyla bitirmişti romanı Selim. Gözlerinden yanaklarına dökülüyordu engel olamadığı yaşlar.

“Sonsuza kadar Tuana’m… Sonsuza kadar yanında olacağım. Her geçen gün aleyhimize. İnsan ömrünün ne zaman sona ereceğinin garantisi yok. Deniz ile Nehir’in başına gelenlerin bizim başımıza gelmesine izin vermeyeceğim. Biz… Birlikte yaşlanacağız.” diye düşünerek kalktı yerinden. Banyoya gitti. Ateş topu gibi yanan gözlerine soğuk su çarptı. Ceketini aldı ve çıktı odasından.

……………………

Ellerini kasıklarına götürdü Tuana üzerine çullanan adamın geri çekilmesiyle.

“Bebeğim… Bebeğim…” diye inledi ellerine bulaşan kana bakarak.

Titriyordu. Alnında boncuk boncuk beliren ter damlaları vardı.

Bir yerlerden bir ses çalınıyordu kulağına. Derinden, çok derinden geliyordu bu ses. Saat mi? Cep telefonu mu? Araladı gözlerini. Etrafına bakındı. Baybars neredeydi? Elleriyle karnına dokundu. Kapının zili tüm gücüyle çalıyordu. Kan yoktu. Temizdi üzeri, çarşafı. Güçlükle kalktı yerinden. Bilinçsiz adımlarla kapıya yöneldi. Hala yaşadıklarının etkisindeydi.

“Kim o?” diye sorarken dizlerinin titrediğini duyumsadı Tuana.

“Ben...”

Açtı kapıyı… Perişan görünüyordu.

“Tuana… Canım… Ne bu halin?”

“Selim… Selim…” diyerek sarıldı kız sevdiği adama.

Saçlarını okşadı Selim. Titreyen bedenini sakinleştirmeye çalıştı.

“Ne oldu sevgilim?

“Çok, çok kötü bür kâbustu.” diye fısıldarken daha da çok sokuldu sevdiği adamın sıcacık bedenine.

“Geçti bir tanem, geçti. Ben yanındayım. Korkma artık. Hep de yanında kalacağım, sonsuza kadar.”

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..