Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Şubat '10

 
Kategori
Öykü
 

Sır 37.bölüm

“Kara… Kapkara… Günler kara. Saçlar kara. Selim gidecek. Selim yok. Gözlerim kara.”

Yaren çekinerek kapının ucunda durup Leman’ı izliyordu. Neler söylediği pek anlaşılmıyordu ama tahmin edebiliyordu.

Korkak adımlarla yaklaştı kadına.

“Leman Hanım. Gelin lütfen.”

Döndü Leman.

“Kara… Kapkara… Günler kara. Saçlar kara. Selim gidecek. Selim yok. Gözlerim kara.”

“Hadi biraz dinlenin.”

İtirazsız ilerledi ve yatağına girdi.

“Kara… Kapkara… Günler kara. Saçlar kara. Selim gidecek. Selim yok. Gözlerim kara.”

“Işığı yakmamı ister misiniz?”

Başını salladı.

“Kara… Her yer kara. Selim... Gitti.”

“Geri dönecek Selim Bey.”

“O kadın… Saçları güzel olan. O aldı götürdü. Kara saçları kara.”

“Geri dönecek endişelenmeyin.” derken birkaç hap bıraktı kadının avucuna.

“Hadi için.” dedi su dolu bardağı uzatırken.

Denileni yaptı. Bardağı uzatırken “Başına ne oldu?” diye sordu.

“Siz yaptınız ya.” diyemedi Yaren.

“Çarptım ama önemli değil.”

“Acıyor mu?”

“Artık değil. Hadi uyuyun biraz.” diyerek çıktı Yaren. Kapıyı her ihtimale karşı aralık bıraktı.

Ayak seslerinin uzaklaştığından emin olunca dilinin altına sakladığı ilaçları çıkardı Leman.

“Beni durmadan uyuşturuyorsunuz.” diye mırıldandı ve kalktı. Neredeyse parmaklarının ucunda ilerleyerek sehpanın üzerinde duran saksıyı eşeledi ve hapları gömdü. Yavaşça yatağına uzandı. Hiç uykusu yoktu.

…………………


Aradan neredeyse bir ay geçmişti. Bu süre zarfında hemen her gece ve günün belirsiz saatlerinde yineleniyordu Leman’ın atakları. Selim yataktan fırlıyor saatlerce Leman’ı yatıştırmaya çalışıyordu. Bazı geceler onun odasındaki koltukta sabahladığı da oluyordu. Tuana ilk günler çok tedirgindi. “Varlığım sebep oluyor.” düşüncesini bir türlü atamıyordu kafasında. Vicdanı huzur bulmasını engelliyordu. Gitse bir türlü kalsa bir türlüydü. Günler geçip de krizler sık sık tekrarlamaya başlayınca Tuana da huzursuz oluyordu ve karnındaki bebek de bu durumdan etkilenerek sabaha kadar tekmeliyor, dönüyor uyutmuyordu kızı. Üstelik Selim’e bu kadar yakınken ondan uzak olmak da çok zor geliyordu. Onun kollarında uyumayı, sabah onun yüzünü görerek güne gözlerini açmayı ne çok düşlemişti ama bir türlü geceyi birlikte geçiremiyorlardı. Usanmıştı artık. Kendi evindeyken hiç değilse gözü görmüyor, gönlünün katlanması daha kolay oluyordu. Selim’in durumunu şimdi daha iyi anlıyor, onun için daha çok üzülüyordu. Hiçbir şey belli etmemeye çalışıyordu ama öte yandan da karnı belirginleşmeye başlamıştı. “Bu gidişle bize ufukta evlilik falan gözükmüyor.”diye düşünüyordu sık sık. Umudunu yitirmiş ve son bir ay onu da çok yormuştu.

Doktorun tavsiyesine uyarak birkaç akşam birlikte yürüyüşe çıkmışlar, bir kere de yemeğe gitmişlerdi ama Tuana’nın da gelmesi için ısrar edince Selim, Leman’da ipler kopmuştu. Tuana da yorgun olduğunu bahane ederek ikisinin gitmesini istemişti sonraki gün. İstemişti ama dönünceye kadar da içi içini yemişti. Selim’in sevgisinden bir an olsun şüphe etmiyordu ama hasta da olsa Selim’in bir başka kadınla ilgilenmesi fikri rahatsız ediyordu. Paylaşmak çok zordu bu kadar severken. Leman’ı da anlamaya çalışıyordu. Ne de olsa ikisi de aynı adamı paylaşmak istemiyorlardı ve aynı duygular içindelerdi. Hasta olmasaydı kıyasıya savaşabilirdi Tuana aşkı için, çocuğunun babası için ama şimdi farklıydı her şey. Karşısında ruh durumu bozuk bir kadın vardı. Aklının bir köşesini kurcalayan “Acaba hasta değil rol mü yapıyor?” fikri kadının geçirdiği travmaları görünce bitmişti. Leman gerçekten de hastaydı ve Tuana böyle düşündüğü için kendinden defalarca utanmıştı.

Behzat hemen her gün geliyordu terapi için. Fakat bir türlü ilerleme kaydedemiyorlardı. Leman ilk günkü tutumunu hiç değiştirmemiş tek kelime konuşmamıştı. O gün de dil döktü Behzat. Sonuç nafileydi.

“Ne kadar güzel bir kadın. Yazık çok yazık. Bu durumu gerçekten beni çok üzüyor. Başka şartlar altında karşılaşmış olsaydık.” diye düşündü.

Ve bir anda hiç aklında olmayan bir cümle kuruverdi.

“Ne kadar güzel olduğunu biliyor musun Leman. Peri kızı gibisin.”

Bu cümlenin hoşuna gideceğini düşündü ama kız da hiçbir kıpırdanma olmadı. Saçlarına uzandı Behzat kısa bir tereddüt yaşadıktan sonra. Okşadı hafif hafif.

“İyileşmek istemez misin? Herkes gibi normal bir hayata sahip olmak istemez misin Leman?”

Eli saçlarından kaydı. Ellerinin üzerinde durdu.

“Kendine bunu yapma. Diri diri toprağa gömme bedenini. Gençsin, güzelsin. İzin ver yardım edeyim sana.”

Bir hareket bekliyordu Behzat ama yoktu. Sadece elini tuttuğunda ya da saçlarını okşadığında olumlu ya da olumsuz bir tepki vermemişti, hepsi bu kadardı.

Birden ayağa kalktı Behzat. Günlerdir aklında dolaşan taktiği uygulamaya o an karar verdi.

“Tamam, o zaman. Madem bana yardımcı olmuyorsun. Ben de artık doktorun olmak istemiyorum. Selim Bey’e söyleyeyim de seni bir kliniğe yatırsın. Böylesi daha iyi olacak senin için.”der demez hızla odanın kapısına yöneldi ve açtı kapıyı. O an kızın titrek sesi duyuldu.

“Behzat. Gitme.”

“Doğru mu duydum yoksa duymayı beklediğim cümle bu muydu?” diye düşündü Behzat.

Kız yataktan fırladı. Kolunu tuttu. O kadar sıkıyordu ki. Tırnaklarını etinde hissetti Behzat.

“Tamam. Gel bakalım. Konuşacağız. Tüm sorularımı cevaplayacaksın. Aksi takdirde.”

Yatağın ucuna ilişti Leman. İleri geri sallanamaya başladı.

“Ben… Ben çok korkuyorum. O kadın… Kocamı aldı benden.”

“Selim ile sen kâğıt üstünde evlisiniz. Bunu biliyorsun Leman.”

“Evet. Ama yine de kocam o benim.”

“Selim senin akraban. Siz amca çocuklarısınız. Ve… Sadece seni korumak için yaptı bu evliliği.”

“Ben seviyorum onu. Hem de çok.”

“ Tabii seveceksin. Dedim ya siz kardeş çocuklarısınız.”

“Öyle değil. Ben Selim’e aşığım.”

İçi sıkıştı bu cümleyle Behzat’ın.

“Âşık olduğunu sanıyorsun. Ama değilsin. Etrafında başka kimse olmadığı için onu düşündüğün anlamda sevdiğini sanıyorsun.”

Cevap vermedi Leman. İleri geri sallanmaya devam etti.

“ Selim o kadını seviyor. Çok canım yanıyor. Onlar… Aynı odada… Birlikte yatıyorlar. Bir gün olsun benimle olmadı.”

“Leman.” diyerek elini aldı avuçlarının içine.

“Kendini bu düşüncelerle zehirleme. Bak kendinde söyledin. Selim Tuana’yı seviyor. Bu fikri kabul et. Hepiniz rahat bir nefes alın.”

“Olmaz. Selim benim.”

Ne zor şeydi seven bir kadını hele gerçekten seviyorsa düşüncesinin yanlış olduğuna ikna etmek. Hele de yüreğinde o kadına karşı hissetmeye başladığın duygular çoğalmışsa.

“Gözün beni görecek durumda değil Leman. Ne güzelliğinin ne de seni seven yüreğin yanı başında olduğunu görebiliyorsun.” diye düşündü Behzat.

“Yalnız kalmak istemiyorum. Hayatta Selim’den başka kimsem yok. O da giderse… Her yer karanlık. Kapkara… Kara…”

“Hayır aydınlık. Kalk.”diye çekti elinden. Aynanın karşısına götürdü.

“Bak. Kendine bak. Ne aydınlık bir yüzün var. Gelecek günlerin aydınlık olması da senin elinde. Yaslı kalmamakta. Topla artık kendini.”

“Neden buradayım?”

“Güzelliğini görebilmen için.”

“Güzel değilim. Güzel olsaydım Selim beni severdi. O kadını değil. Ne olur doktor, bana yardım et. Selim’i kaybetmek istemiyorum. Yalvarırım yardım et.”

Boynunu büktü Behzat. Şimdi ne yapacaktı? Selim’in istediği gibi Tuanayla evleneceklerine mi hazırlayacaktı bu çaresiz kadını.( Hoş bu durum işine daha çok geliyordu ama asla çaresizliklerden yararlanmayı düşünemezdi.)Yoksa Leman’ın tarafında durup Selim’i kaybetmemesi için ona yardım mı edecekti?( Her ne kadar bu durumu da etik bulmasa da.) Sevmek ne zor işti. Sevdiğinin yüzünün gülmesi için yapamayacağı şey yoktu insanın. Bir de Leman bunu görebilseydi.

“Yardım edeceksin değil mi doktor? Ha yardım edeceksin değil mi?” diye soran, umarsız gözlerle baktı Leman.

Selim’i, Tuana’yı, Leman’ı, doğacak bebeği, kendini düşündü Behzat.

“Bir doktorum ben her şeyden önce.”diye tekrarladı kendi kendine.

“Bu kadar zor olmak zorunda mısın aşk?” diye geçirdi aklından.

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..