Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Eylül '09

 
Kategori
Öykü
 

Sır 5.bölüm

Sır 5.bölüm
 

"RESİM:ALINTI"Selim sıkıntı ile çenesini ovuşturdu. Tuana ile göz göze gelmişti kısa bir an için.


Bir süre hızla gittikten sonra sağa çekmişti kız arabayı. Israrla çalıyordu telefonu.

“Yine Selim arıyor.”“ diyerek bu sefer açtı telefonunu.

“Efendim.”

“Can damlam neden açmıyorsun telefonunu?”

“Özür dilerim duymamışım. Radyoda bizim programı dinliyordum. Sesini çok açmışım. Kusura bakma. Vardın mı hava limanına?”

“Evet, Yeşilköy’deyim.” diyerek duraladı Selim.

“Can Damlam… İyi misin sen? Yan yana geçerken yanaklarında yaş olduğunu gördüm.”

“ Yyoo… Sana öyle gelmiş.” dedi kız yanaklarını kurulayarak.

“Sana öyle gelmiş. İlahi Selim nasıl gördün ki o kadar uzaktan?”

“İyisin değil mi? Seyahati iptal edip hemen yanına gelebilirim.”

“Lütfen sevgilim. İşinden olma. İyiyim ben hem de çok iyi.”

“Peki, o zaman.”dedi genç adam ikna olmuş görünüyordu.

“Seni çok seviyorum Tuanam. Şimdiden özledim seni. Dört beş gün ben ne yapacağım sensiz.”

“Dört beş gün diyor. Bilmiyor ki artık görüşmemiz olanaksız.”diye düşündü kız.

“Ben de… Ben de seni çok seviyorum seni.” diyerek kapadı telefonunu.

Başını ellerinin arasına aldı kız. Sımsıkı sardı ağrıdan çatlayan başını sonra.

“Yardım et bana Tanrım. Ben ne yapacağım? Selimsiz nasıl yaşayacağım.” diyerek gökyüzüne baktı medet umarcasına ve bastı gaza.

Selim’in içinde bulunduğu uçak Ankara’ya doğru yol almaya başlamıştı Tuana evine vardığında.

Pembe mantosunu çıkardı üzerinden gelişigüzel bırakıverdi sandalyenin üzerine. Aynanın önünde durdu. Sabah ruh halini boyadığı o yüz allak bullaktı şimdi. Rimeller akmış yanaklarında siyahımsı bir yol bulmuşlardı kendilerine.

Kız hemen lavaboya koştu. Alev alev yanan yüzüne çarptı buz gibi suyu. Kendine gelmeliydi bir an önce. Ve sağlıklı düşünebilmeliydi. Kurulamadı yüzünü. Bu serinlik iyi gelmişti ona. Üzerindekileri çıkardı şuursuzca ve geceliğini geçiriverdi sırtına. Ürperdi bir an için ve sabahlığını da aldı üzerine. Pencereye yaklaştı. Karanlıktı sokak. Tek tük insanlar beliriyor yok oluveriyorlardı sonra. Sokak lambalarının titrek ışığı gibiydi kendi kalbide. Pır pırdı gelecek günleri düşündükçe. Perdeyi kapatmadı kız. Işığı da açmamıştı. Ayın aksi odaya doluyordu ve loş bir görüntü veriyordu mekâna. Tuana yüreğindeki karanlığa benzetti gecenin karanlığını. Ürperdi. Yatmak için saatin erken olmasına karşılık kendini yatağının içinde buluverdi. Uyumak değildi derdi. Biliyordu bu gecede uyku yoktu ona. Gözlerini penceresinden görünen dolunaya çevirdi. Ve aldı götürdü onu dolunay o temmuz akşamına.

Marmaris’e gittikleri günün ikinci gecesiydi Tuana ve Elif’in. O gece Elif’in bir arkadaşları da ziyaret etmişti onları kaldıkları otelde, Ayça. Yalnız gelmemişti Ayça yanında erkek arkadaşı Fırat’da vardı. Sıcak bir geceydi ama hafif hafif esen rüzgâr otelin kumsaldaki barında oturanları bunaltmıyordu.

Ayça ve Fırat sarmaş dolaş dans ederken Elif gözlerini çevirmişti elini çenesine dayamış düşünceler içindeki arkadaşına.

“Şunlara bak Tauna. Ne kadar da mutlular.” demişti dudağını bükerek.

“Kıskandığımdan değil. Ama neden aşk bizi de kucaklamıyor? Ben de sevmek ve sevilmek istiyorum. Tanrı neden bizi duymuyor?”

“ Ben aşk falan istemiyorum Elif. Sen de bu kadar üzerinde durma. Zamanı gelince sen de sevilecek ve seveceksin.”

“Öyle mi olacak gerçekten?”

“Sanırım. Hem biliyor musun… Ben aşka falan da inanmıyorum. Sen de takılı kalma bu kadar.”

“Ama aşk var Tauna. Baksana Ayça’ya. Fırat’aa baksana… Dolu dolu yaşıyorlar aşkı..”

“Allah sonunu getirsin. Mutlu olsunlar her zaman. Bize başka bir şey demek düşmez.”

“Ne tuhaf bir kızsın sen Tauna. Bazen bu dünyadan olup olmadığını sorguluyorum.”

“Neden? Çok garip biri gibi mi görünüyorum oradan bakıldığında?”

“Yoo… Ben onu demek istemedim.”

“ Ben de senin gibi etten kemiktenim.” diyerek meyve kokteylini yudumladı kız ve ayağıyla tempo tutmaya başladı müziğin namelerine.

“ Ben daha fazla beklemek istemiyorum Tauna. Ben âşık olmak istiyorum. Hayat zaten kısa ve benim fazla beklemeye niyetim yok. İçimden bir ses aşkı burada, Marmaris’te bulacağımı söylüyor bana.”

“Yaz aşkı yani. Mevsim sonunda bitiveren.”

“Ne olursa olsun. Yaşamak istiyorum. Aşkı tatmadan, bir erkek beni öpmeden göçüp gitmek istemiyorum bu dünyadan.”

İçi gidiyordu Elif’in. Gözleri aranıyordu sanki. İlerideki masada iki yakışıklı erkek vardı ve yalnızlardı. Kendilerine benzetti Elif onları. İki masa da yalnızdı gökyüzündeki yıldızlar gibi.

“Neden olmasın.”diye geçirdi içindeni

“Neden olmasın…”

Bir anda masadaki erkeklerden biri gülümsedi ona. Elif anlamadı ilk önce. Döndü arkasına baktı. Kimse yoktu. Kızın bu şaşkın hali hoşuna gitmişti Harun’un.

“Şiiitt… Harun… Yavaş oğlum… Daha bu sabah geldik Marmaris’e.”

“Yapma Selim. Kalktık İstanbullardan da boşuna mı geldik Marmaris’e. Piliç tavlamadan olur mu? Hem baksana çok hoş bir kız. Adı ne acaba?”

“Bize ne Harun. Allah sahibine bağışlasın. Bak baştan söyleyeyim çapkınlık falan yok. Başımızı dinlemeye geldik buraya. Şehrin kalabalığından, gürültüsünden uzaklaşmak için.”

“Tabii. Tabii.”diyordu Harun ama gözleri ile konuşuyordu sanki Elif ile.

Elif’in hoşuna gitse de bu bakışla. Ürkmüştü kız. Gözlerini kaçırmıştı.

“Utandı kız.” dedi Harun.

“Harun… Unutma sakın. Kız falan yok. Başımıza dert almayalım durduk yerde.”derken Selim’in gözü de arkadaşının işaret ettiği masadaki diğer kıza takılmıştı…

“Tuana…Ben ne yapacağım şimdi…Gözlerini benden ayırmıyor…”

“Ah be Elif sana rahat dur dedim… Başımıza iş açacaksın. Oralı olma.”

“Aaa. Göz kırptı.”

“Hangi masa?”

“Bak şuradaki.”

Tuana başını çevirdi. Ve göz göze geldi Selim ile. Anında kaçırdı gözlerini. Ama genç adam kız gibi çevirememişti gözlerini. Takılı kalmıştı gözleri. Yanındaki kızın kumral tenine inat beyaz bir tene sahipti diğeri. Kuzguni saçlarını ensesinde toplamıştı sıcağın kendisini etkilememesini istercesine. Boyundan bağlı yeşil mavi tonlardaki bluzu çok yakışmıştı ona. Ne kibar hatları vardı. Kendi halinde hanım hanımcık bir kızdı. Duru bir güzelliği vardı. Ne kadar da doğal görünüyordu. Ara sıra önünde duran kadehten meyve kokteylini yudumluyor ve müziğin nağmeleri arasında yok oluyordu.

“Hop… Selim. Bana diyorsun ama… Alamadın gözlerini kızdan.”

“Yok canım.Öyle gayri ihtiyari takıldı gözlerim. Benim işim olmaz öyle çapkınlıkla.. Böyle bir şeye hakkımda yok zaten biliyorsun… Ama tuzun kuru senin.”

“Tamam… Tamam… Başlama yine… Şimdi karalar bağlayıp da gecemizi hatta tatilimizi zehir etme ikimize de. Sayılı gün kaçtık geldik şuraya. Tadını çıkaralım hiç değilse.”

“Olur.”diyerek kadehini kaldırdı Selim, tokuşturdu arkadaşının kadehi ile ve büyük bir yudum adlı kadehindeki votka portakaldan. Ve o sırada gözleri tekrar takıldı kıza.

Tuana bir kez daha kaçırdı gözlerini. Yanakları alev alev yanıyordu kızın.

“Elif… Ben seni ne yapayım? Kendi başına sardığın gibi yanındaki arkadaşını da benim başıma sardın. Adam durup durup bakıyor.”

“Fena mı işte diyeceğim ama korku kapladı içimi Tuana… Hiç tanımıyoruz ki bu iki adamı.”

“Onu etrafına gülücükler dağıtırken düşünecektin. Kalk gidelim odamıza.”

“Ayça ile Fırat… Ayıp olacak onlara…” demeye kalmadı ki müzik değişince Ayça ve Fırat’da masaya döndü.

“Arkadaşları varmış.” dedi Selim.

“Kimin?”

“Az önce gözlerini alamadığın masa. Arkadaşları varmış.”

O tarafa baktı Harun

“Aaaa… Bu Fırat…”

“Tanıyor musun yani?”

“Evet… Ege Üniversitesinde beraber okumuştuk… Hey gidi günler hey.” diyerek ayağa kalktı Harun.

“Hey Harun… Düşündüğüm şeyi yapmayacaksın değil mi?”

“Yapacağım Selim… Fırsat ayağıma kadar gelmiş.”

“Harun…”

“Üzgünüm… Elimde değil.” diyerek o masaya doğru ilerledi Harun.

Selim sıkıntı ile çenesini ovuşturdu. Tuana ile göz göze gelmişti kısa bir an için.

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..