Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '14

 
Kategori
Öykü
 

Sır sarnıcı

Saat on birdi. Bir gün kapının önüne oturmuş ba­har ne zaman gelecek diyordum. Birden alışılmadık bir lodosla yosun tutmuş kiremitler üzerine kurulu­verdi bahar.

Yağmursuz geçen günlerden sonra ilkyazın ince toz bulutu doluştu kapı eşiklerine. Fildişi bahar gel­di sandık. Yanımda kim vardı bilmiyorum.

Sundurması tel, kafesli topraktan yapılmış bir köy evindeyim. Tahtakurularının kirişlerini delik deşik ettiği sandık odasının kapısını aralıyorum.

Karanlık. Bir köşede resimli masal kitaplarım. Rutubetten ayrılmış sayfaların birinde siyah başlık­lı bir İngiliz süvarisi görüyorum.

Benim ellerime dolanan ipek saçlarım var, ipek saçlarımın arasından kırmızı mızıkamı buluyorum. Mızıkamı ağzıma götürüp çalmaya uğraşıyorum, bir türlü olmuyor. Çalamıyorum, dudaklarım acıyor.

Sandık odasının kapısı kapandı. İçerde, karanlıkta tek başıma kaldım. Uçuşan eteklerimi kaybettim. Arsız gölgeler üşüştü üstüme. Onu on geçe beni sandık odasından çıkardılar. Nereye olduğunu bilmeden koşuyorum. Şimdi bahçe duvarının kıyısmdayım.

Mor sümbülleri, gülleri seyrediyorum. Güllerin ya­nında kuyu var. Belime kadar sarkıyorum. Kuyu de­rin, kuyunun dibi yok... Yarım aydınlık köşesinde gördüğüm yüzüm bana çok uzak. Taş atıyorum, kenar­larına çarparak koyu yeşilliğine düşüyor. Yüzüm kı­rılıyor. Dizlerime kadar otların arasında ayaksızım.

On yirmide güneş yükseliyor. Kocaman bahçe çalı­larla çevrilmiş. Tam ortada yatır var. Günlerden Cu­ma. Yatırın üstünde çam ağacı, başında mum yak­mak için bırakılan küçük girintide erimiş mumlar. Küçük oyuk isten simsiyah. Başında bekliyorum. Mum yakıp bekliyorum, bitmek üzereyken iki par­mağımla bastırıp söndürüyorum. Ellerim kararıyor.

Saat on otuz. Evin kapısının önü çakıl taşlarıyla kaplanmış. Az ötede akasya ağacı. Dallarında sal­kım salkım beyaz taneli çiçekleri. Taneleri çiğniyo­rum, ağzımda çiçek kokusu. Beyaz salkımlı ağaca salıncak kuruyorum.

Yeni sürülmüş tarlaların kenarında nemli toprağı elime aldım, içinden küçük bir solucan kıvrıldı dışa­rıya doğru. Toprak kokuyor, solucan dışarıda. Top­rak bu yaz dinlenecek.

Başımı sarı renkli ekşi erik ağacı gölgeliyor. Gölge takıyorum başıma. Etrafta kimsecikler yok. Kork­muyorum. Evin arkasındaki un değirmeninden ge­len sesleri dinliyorum. Guguk kuşları ötüyor. Kuş­lardan birini elime alıyorum. Ötüyor, ben ona bakı­yorum. Sonra, sesi kulaklarıma takılıyor. Ses kulak­larımda geziniyor. Kuş, bembeyaz bulutların içinde kayboluyor.

Saat on kırk beş. İpek saçlarımla bulutları örüyo­rum. Kavak ağacının serinliğinden geçip bahçe kapı­sına doğru yürüyorum. Tahta kapının her iki yanı kerpiçten yüksekçe duvarla kapalı. Sokak görünmü­yor. Yerde samanların arasında kenarları kararmış küçük kırık bir ayna buluyorum. Gıcırtılı bir sesle kapı aralanıyor. Çıkıyorum. Elimde ayna.

On bire bir vardı, bahar geldi. Denizden bir sal­yangoz evi çıkardık. Salyangoz evlerinden yeni evler kurduk. İçine de küçük bir ayna koyduk. Aynaya baktım, kendimi gördüm. Dudaklarımın kıyısından incecik bir kan süzülüyordu. Yüzüm ikiye bölünmüş gibiydi. Parmaklarım kapkaraydı. Ayaklarımı göre­medim. İpek saçlarım kısacıktı. Başımı çevirdim saati sordun. On bir yerinde yoktu!


  

 
Toplam blog
: 4
: 69
Kayıt tarihi
: 09.03.14
 
 

Eğitimci ..