- Kategori
- Öykü
Sır sarnıcı
Saat on birdi. Bir gün kapının önüne oturmuş bahar ne zaman gelecek diyordum. Birden alışılmadık bir lodosla yosun tutmuş kiremitler üzerine kuruluverdi bahar.
Yağmursuz geçen günlerden sonra ilkyazın ince toz bulutu doluştu kapı eşiklerine. Fildişi bahar geldi sandık. Yanımda kim vardı bilmiyorum.
Sundurması tel, kafesli topraktan yapılmış bir köy evindeyim. Tahtakurularının kirişlerini delik deşik ettiği sandık odasının kapısını aralıyorum.
Karanlık. Bir köşede resimli masal kitaplarım. Rutubetten ayrılmış sayfaların birinde siyah başlıklı bir İngiliz süvarisi görüyorum.
Benim ellerime dolanan ipek saçlarım var, ipek saçlarımın arasından kırmızı mızıkamı buluyorum. Mızıkamı ağzıma götürüp çalmaya uğraşıyorum, bir türlü olmuyor. Çalamıyorum, dudaklarım acıyor.
Sandık odasının kapısı kapandı. İçerde, karanlıkta tek başıma kaldım. Uçuşan eteklerimi kaybettim. Arsız gölgeler üşüştü üstüme. Onu on geçe beni sandık odasından çıkardılar. Nereye olduğunu bilmeden koşuyorum. Şimdi bahçe duvarının kıyısmdayım.
Mor sümbülleri, gülleri seyrediyorum. Güllerin yanında kuyu var. Belime kadar sarkıyorum. Kuyu derin, kuyunun dibi yok... Yarım aydınlık köşesinde gördüğüm yüzüm bana çok uzak. Taş atıyorum, kenarlarına çarparak koyu yeşilliğine düşüyor. Yüzüm kırılıyor. Dizlerime kadar otların arasında ayaksızım.
On yirmide güneş yükseliyor. Kocaman bahçe çalılarla çevrilmiş. Tam ortada yatır var. Günlerden Cuma. Yatırın üstünde çam ağacı, başında mum yakmak için bırakılan küçük girintide erimiş mumlar. Küçük oyuk isten simsiyah. Başında bekliyorum. Mum yakıp bekliyorum, bitmek üzereyken iki parmağımla bastırıp söndürüyorum. Ellerim kararıyor.
Saat on otuz. Evin kapısının önü çakıl taşlarıyla kaplanmış. Az ötede akasya ağacı. Dallarında salkım salkım beyaz taneli çiçekleri. Taneleri çiğniyorum, ağzımda çiçek kokusu. Beyaz salkımlı ağaca salıncak kuruyorum.
Yeni sürülmüş tarlaların kenarında nemli toprağı elime aldım, içinden küçük bir solucan kıvrıldı dışarıya doğru. Toprak kokuyor, solucan dışarıda. Toprak bu yaz dinlenecek.
Başımı sarı renkli ekşi erik ağacı gölgeliyor. Gölge takıyorum başıma. Etrafta kimsecikler yok. Korkmuyorum. Evin arkasındaki un değirmeninden gelen sesleri dinliyorum. Guguk kuşları ötüyor. Kuşlardan birini elime alıyorum. Ötüyor, ben ona bakıyorum. Sonra, sesi kulaklarıma takılıyor. Ses kulaklarımda geziniyor. Kuş, bembeyaz bulutların içinde kayboluyor.
Saat on kırk beş. İpek saçlarımla bulutları örüyorum. Kavak ağacının serinliğinden geçip bahçe kapısına doğru yürüyorum. Tahta kapının her iki yanı kerpiçten yüksekçe duvarla kapalı. Sokak görünmüyor. Yerde samanların arasında kenarları kararmış küçük kırık bir ayna buluyorum. Gıcırtılı bir sesle kapı aralanıyor. Çıkıyorum. Elimde ayna.
On bire bir vardı, bahar geldi. Denizden bir salyangoz evi çıkardık. Salyangoz evlerinden yeni evler kurduk. İçine de küçük bir ayna koyduk. Aynaya baktım, kendimi gördüm. Dudaklarımın kıyısından incecik bir kan süzülüyordu. Yüzüm ikiye bölünmüş gibiydi. Parmaklarım kapkaraydı. Ayaklarımı göremedim. İpek saçlarım kısacıktı. Başımı çevirdim saati sordun. On bir yerinde yoktu!