Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Eylül '09

 
Kategori
Öykü
 

Sır

Sır
 

"RESİM:ALINTI""Hadi siz de görün yaşamın güzelliklerini.Çıkarın kara kara gözlükleri gözlerinizden


3.BÖLÜM

Selim durdu. Ellerini tuttu onun. Şimdi ikisi de karşılıklı duruyordu.

“Bu yağmurun altında ilk yürüyüşümüz Tauna.”

“Evet.”

Kızın kuzguni saçlarından süzülen yağmur damlaları yüzüne doğru süzülüyordu. Yanaklarından süzülen damlalar ise dudak kıvrımlarında birikiyordu… Ve bu onu o kadar çekici bir hale getiriyordu ki… Selim daha fazla dayanamadı ve dudak kıvrımlarındaki biriken yağmur damlalarının oluşturduğu göletten kana kana su içti. Dudakları hiç ayrılmayacakmış gibi birleşti.

Selim uzun bir öpücük aldıktan sonra tekrar bakmıştı yağmurdan parıldayan gözlere. Sonra gökyüzüne baktı adam.

“Dağıldı kara bulutlar. Gökyüzünün rengine bak Tuanam.”

“Tanrım bu nasıl bir mavi Selim. Daha önce böyle görmemiştim gökyüzünü.”

“Aşk mavisi bu. Aşkımızın rengi göğe yansıyan.”

Gülümsedi Tuana ellerini cebine sokarak.

“Üşüdün mü yoksa?”

“Biraz.”

“Hadi o zaman çay bahçesine girelim bir an önce. Hasta olmanı istemem.”

Kapıyı araladı genç adam ve kızın girmesi için kenara çekildi..

“Hoş geldiniz.” dedi yaşlı adam.

“Hoş bulduk.”

“Çok ıslanmışsınız. Sizi şöminenin yanına alayım.”

İlerlediler şöminenin yanına.

“Üzerinizdekileri ben alayım. Merak etmeyin siz kalkana kadar kurutacağız onları.”

Selim ve Tuana birbirlerine bakarak gülümsediler.

“Üşüyor musun?”

“Artık değil. Şöminenin görüntüsü yetti ısınmama.” demesine kalmamıştı ki yaşlı adam iki fincan sıcak salep ile geri döndü.

“İçinizi ısıtır. Müessesemizin ikramıdır.”

“Teşekkür ederiz .” dedi Selim.

Tuana “Mis gibi tarçın kokuyor.” derken büyük bir yudum içti fincandaki sıcak sıvıdan.

“ Ateşin dansı.” dedi gözlerini şömineden ayırmadan.

“Nasılda dans ediyorlar? Renklerin armonisi… Sıcacık…”

Selim bugün ifadesini çözemediği dalgın yeşil gözlere baktı.

“Senin ışıltın, gözlerinin yeşili, teninin kokusu, sıcaklığın gözlerimi kamaştırıyor Can Damlam. O kadar doğalsın ki…

“Selim …” dedi kız cilveli bir şekilde duyduklarından oldukça hoşlanmışçasına .

“Ben sevgilim… Senin aşkının ateşi ile yanıp kavruldum..”

Uzandı ellerinin üzerine koydu kız ellerini sevdiği adamın.

“Hatırlıyor musun Selim? O yaz tatili bittiğinde… Adı konmamış bir sevgimiz vardı bizim. Şehre arkalı önlü girmişti arabalarımız. Ayrılma vakti gelmişti. Tatil bitmişti. İkimiz de biliyorduk. Ama ayrılık… Ne aşk ne de ayrılık… Hiç biri konuşulmamıştı aramızda. Sen ilerliyordun, ben seni takip ediyordum. Sonra ben yolumu değiştirmek için direksiyonu kırıyor ve başka bir yola sapıyordum, sen peşimden geliyordun. İkimizde unutmuştuk nereye gideceğimizi. Bizi bekleyenler olup olmadığını…” diyerek duraladı kız ve sordu adama.

“Hatırlıyor musun?”

“Hiç unutmadım ki Can Damlam.”

“Sonra kendimizi burada bulduk. Kilyos’ta. Az önceki sahilde. Önce ben indim arabamdan. Sonra sen… Önce ben yürüdüm kumsalda. Sonra sen… Sonra oturur bulduk kendimizi kumların üzerinde. ”

“Senin üzerinde beyaz keten bir pantolon ve mavi şile bezi bluz.”

“Senin üzerinde de mavi çizgili bir gömlek ve buz mavisi kot pantolonun…”

“ Bir süre konuşmadık hiç.”

“Ne söyleyeceğimizi bilmiyorduk ki. Kontrolünden çıkmıştı yolumuz. Kaderin akışına bırakmıştık kendimizi.”

“Uzandım ellerini aldım avuçlarımın arasına.” derken aynı hareketi yaptı adam. Kızın narin ellerini aldı avuçlarına. Gözleri o gün ki gibi gözlerindeydi birbirinin.

“ Senden ayrılmak istemiyorum dedin.”

“İstemiyordum.”

“Ben de. Ben de istemiyordum.”

“Anlamıştım. Yoksa asla söyleyemezdim, itiraf edemezdim duygularımı. “

“Seni seviyorum dedin.”

“Seni çok sevmiştim. Bir anda akmıştın yüreğime.”

“Nasıl olduğunu bilmiyordum ama içimde hissediyordum sevgini, seni.”

“Bir mucize gibiydi senin bana gelişin. Yüreğime girişin…”

“Büyülenmiştim. Rüya mıydı yoksa. Uyanacak mıydım birazdan ve bozulacak mıydı büyü?”

“Bozulmadı Can Damlam. Senin kadar, benim kadar gerçekti yaşadıklarımız, sevgimizin büyüklüğü… Ölene kadar sürecek sevgimiz.”

“Ölene kadar sürecek sevgimiz.” diye geçirdi kız zihninden. Ve silkelenerek kovaladı aklına yerleşen kara basanları.

“ Yüreğime o ateş düştüğünden beri… Aklımdan çıkmıyorsun Can Damlam. Gecem sen, gündüzüm sensin. Seni çok seviyorum.”

“Ben de. Ben de seni öyle çok seviyorum ki. Canımdan bile çok.”

“Her an yanımda ol istiyorum. Beş dakika önce ayrılsak beş dakika sonra özlüyorum seni. Sabah gözümü açtığımda senin güzel yüzünü görmek istiyorum.” diyerek kızın yüzünü örten bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdı Selim.

“Peki, o zaman neden sormuyorsun o soruyu? Neden Selim? Neden benimle evlenir misin diye sormuyorsun bana? Cevabım evet olacak biliyorsun değil mi? Ama ben de biliyorum ki sen hiçbir zaman beklediğim bu soruyu soramayacaksın bana. O tek taş yüzüğü parmağıma takamayacağın gibi o soruyu da soramayacaksın.” diye düşündü kız.

“Canım… İyi misin? Bir tuhaflık var bugün sen de. Seni üzen bir şey var sanki..”

Başını kaldırdı kız.

“Yyoo… İyiyim, hem de çok iyiyim. Senin yanında olup da üzgün olmak mümkün mü?”

“Bilmem acaba dedim bilmeden kıracak bir şey mi söyledim seni.”

“Canım benim. Her şey öyle güzel ki! Senin yanında olmak beni çok mutlu ediyor. Sadece eski günleri hatırlayınca etkilendim. Hassaslaştım. Hepsi bu.”

“Canım benim. Senin üzülmene dayanabilir mi sanıyorsun yüreğim?” derken kızın eline küçük bir buse kondurdu Selim.

Gülümsedi sonra. Her Cuma tiryakisi olduğum o dj.nin sen olduğunu… Papatya Efem’in o güzel dj.sinin hayatıma böylesine gireceğini nereden bilebilirdim ki? Ben sadece o sese âşıktım. Söylediklerine, anlattıklarına... Âşıktım. Seninle bir şekilde karşılaşmayı ne çok arzu etmişim ki… Yüce Tanrı bana seni gönderdi. Ama benim istediğimden daha fazlasını verdi. Senin de beni sevmeni sağladı.”

“Selim… Konuşma böyle.”

“Niye? Mesleğini elinden alacağımdan mı korkuyorsun yoksa?” diyerek omuzlarını kaldırdı ve indirdi adam aşağıya.

“Senin aşkın şair etti beni, yazar etti.”

“Selim. Ne olur yapma. Utanıyorum.”

“Peki… Peki…” dedi genç adam salebinin son yudumunu içerken.

“Peki, sen söyle bakalım.”

“Neyi?”

“Tatil dönüşü. Radyodaki ilk programında okuduğun o metni.”

“Gülümse.” dedi kız bir çırpıda.

“Senin aşkının içimde açtırdığı bahar çiçekleriydi o metin. Yüreğimden kopup gelmişti bir anda.”

Yürümek…Yürüyebilmek… Bakmak… Bakmak değil de sadece görebilmek… Tüm güzellikleri görmek… Görmekten öte hissetmek…Yemyeşil çiçeklerde açan gelincikleri kırmızı kırmızı… Sarı sarı kır çiçeklerini… Koparmak o pamuğa benzeyen bitkiyi… Üflemek… Havaya uçuşan küçük tüycüklere benzeyen tanelerde yakalamak mutluluğu… Bir dilek tutmak geleceğe dair… Umutlarla bezemek… Her gün bir yenisini… Bir yenisini eklemek umut halkasına. Yeni yeni zincirler eklemek… Hüzne dair ne varsa süpürüp atmak gönül bahçenizde… Biriktirmemek üzüntüye dair hiçbir şeyi… Mutluluk çok uzaklarda değil. Çok yakın size… Yanı başınızda… Görmeyi bilmek gerek… Belki tavşankanı bir fincan çay da gizli mutluluk… Belki kızarmış ekmeğin kokusunda… Belki bir bebeğin ağlamasında… Gülmesinde belki de… Bir buket çiçekte belki… Yürekten gelen kocaman bir gülümsemede… Birkaç tatlı sözcük de… İçimizde bir yerlerde saklı… Tavan arasında unuttuklarımızın arasında belki de. Hadi temizlik zamanı… Aldırmayın kenara, köşeye sıkışmış toz bulutlarına… Bulup çıkarmak önemli olan onu saklandığı yerden gün ışığına… O ışığı görmeyi bilmek…” diye duraksadı Selim kızın şaşkın bakışları arasında ve devam etti.

“Olduğu gibi değil de olayları… Görmek istediğimiz gibi görebilmek… İşte tılsım orada gizli… Hadi ne duruyorsunuz çekin çıkarın onu gizlendiği yerden. İnat etse de. Yılmayın. Bırakın uçsun üzüntüler. O tüycükler gibi. Siz gülümseyin peşi sıra. Uçup giden kara bulutların ardından. Gülümseyin ki… Bulutlarda gülümsesin size beyaz beyaz. Umutlarınızı dolayın da o beyazlığa. Umutla bakın doğacak yeni güne. Pembe pembe umutlar yoldaşınız olacak o zaman. Siz de dans edeceksiniz yağan yağmurla. Kulaklarınızda aşk nağmeleri… Yanınızda sevdiğiniz kişi… Dudaklarınızda sevdanın ismi. Yüzünüze yerleşmiş kocaman bir gülümseme."

Ve şimdi sevdiğinin kaldığı yerden devam ediyordu Tuana.

Ne duruyorsunuz… Hadi… En yakınınızdakilerden başlayın. Bir gülümseme mi olur? Bir kucaklama mı? Bir sesleniş mi? Fark edeceksiniz mutluluğun aslında ne kadar yakın olduğunu ve yüreğinizde hissedeceksiniz o cıvıltıyı. Bir kuş kanatlanacak içinizden bir yerlerden. Pır pır edecek yüreğinizde bir yerler. Yaşamak daha bir güzel görünecek size. Niye diye soracaksınız kendinize… Niye daha önce fark etmedim ben… Gökyüzü ne kadar da mavi imiş meğer… Güneş nasıl da ısıtıyormuş her kucakladığında… Yıldızlar her gece nasıl da göz kırpıyormuş bana… Ay şarkılar söylüyormuş kulaklarıma…”

Kızın gözlerinin derinliklerinde kayboldu Selim.

“Hadi siz de görün yaşamın güzelliklerini. Çıkarın kara kara gözlükleri gözlerinizden. Bakın yeşil yeşil… Mavi mavi... Ela ela…Boncuk boncuk… Ve şükredin Tanrı’ya aldığınız her bir nefes için…” diyerek sustu.

Sustular… Konuştukları dil bambaşka bir hale bürünmüştü şimdi.

Sipariş almak için yanlarına giden yaşlı adam gülümseyerek geri dönmüştü yerine.

“Gözlerin hep o gün ki gibi yeşil yeşil baksın Tuanam. Yüreğinde o cıvıltı hiç bitmesin. Dudaklarına yerleşen gülümseme asla kaybolmasın.” diyen adamın yanağında dolaşıyordu kızın eli. Öyle bir andı ki paylaştıkları.

”Ve hiçbir zaman sevgimden şüphe etme, benden ayrı durma Can Damlam. Her ne olursa olsun hep yanımda ol. ” dedi Selim kızın aklından geçenleri okumuşçasına.

İrkildi kız. Şöminedeki ateşin çıtırtısı duyuldu kelimeler bitince.

Çaresizdi kız, olabildiğince çaresiz. Sevdiği adamın bu son sözleri can evinden vurmuştu sanki onu.

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..