Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '11

 
Kategori
Siyaset
 

Sırrı Süreyya Önder kimin evini soruyor?

Sırrı Süreyya Önder kimin evini soruyor?
 

Kalleş Çukurca pususu sebebiyle Başbakan'ın açıklamaları ve akabinde de TSK'nın Kuzey Irak'a yönelik yaptığı hava harekatı sonrasında sözümona "Türkiye Barış Meclisi" alelacele toplanmış ve bu toplantıda çiçeği burnunda vekilimiz Sırrı Süreyya Önder bir konuşma yapmış. Bakın neler demiş: 

"... En büyük bedeli, en büyük diyeti barışseverler ve barışı önceleyenler ödemişlerdir. Bugün de böyle oluyor. Haysiyet cellatları, savaş çığırtkanları, güvercin kasapları sürekli savaşı yüceltiyorlar ve her birini yakından tanıdığımız, bu ülkenin vicdanı, onuru, hafızası olan arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi cellatların önüne atıyorlar. Buna karşı durmalıyız. Bize gelince, evet sizlerin de içinde bulunduğu insanlardan yetki aldık. Ama bu yetki şunu içermiyordu, izzetinizi, haysiyetinizi portmantoya asın öyle girin diye bir yetki veren olduğunu sanmıyorum... 

Yaptığımız şey çok fazla da politik bir şey değil. Hırsızlanmış, gasp edilmiş haklarımızı, baştan düzlemin dışına itilmiş oluşumlarımızın tanınmasını, bu hakların iadesini talep ediyoruz. Müktesabatımız olan şeylerin bir pazarlık konusu gibi önümüze getirilmesini onur kırıcı buluyoruz. "Tıpış tıpış gelecekler", "Dizüstü yürüyecekler", "Tükürdüklerini yalayacaklar" gibi bir zihniyetin çapulculuğuna asla prim vermeyi düşünmüyoruz. Sayın Başbakan bu meselede çok yeni. Bizim tarihimiz bu ülkenin sosyal haklar ve özgürlükler mücadelesinin tarihidir. Bugün onların en önemlilerinden birini toprağa vereceğiz. Bizim tarihimizde buna boyun eğmek yoktur. Hapishanelerse başımız üstüne, mezarlıklarsa ne yapalım ölümden öteye köy yok. Ama barış için ne gerekiyorsa çağırın, çağırsınlar, zemin sunsunlar katkımızı sunalım. Ama onurumuzu portmantoya asıp gitmemizi kimse bizden beklemesin. İnsanlıktan çıkarız, insanlıktan çıkanın insanlığa faydası olmaz..." 

Ne kadar erdemli, ne kadar yiğitçe sözler değil mi? Türkiye'de yaşamasak, son yıllarda özellikle de son günlerde Türkiye'de yaşananlara şahit olmasak, "Nobel Barış Ödülü kesin Sırrı Süreyya Önder'in hakkıdır" diyesi geliyor insanın! 

Bu kadar güzel cümlelerin hatta sözlerin her biri maalesef büyük bir yalanı, çelişkiyi ve iki yüzlülüğü içeriyor. Ben bu açıklamayı okuduğumda kafamda oluşan soru işaretlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Eminim sizler de benzer soruları kendi kendinize sormuşsunuzdur. 

1- "En büyük bedeli barışı isteyenler ödemiştir" derken Önder, muhtemelen hala 70'li yıllarda yaşadığını zannetmektedir. Zira o yıllarda da, "Özgürlük ve Barış" şarkıları söyleyenler, barışı, kardeş kanı dökülmesi olarak anlıyorlardı! Soyut barış sözcüğünü kullanarak barışçı olunmuyor. Hitler de, Mussolini de, Lenin de, Stalin de, büyük bir olasılıkla, barış sözcüğünü ağızlarından düşürmüyorlardı. Tıpkı Filistin halkına 60 yıldır soykırım uygulayan İsrail'in barışı ağzına pelesenk yapması gibi. 

2- Türkiye siyaset tarihinde ilk defa bir iktidar büyük bir sorumluluk ve siyasi risk alarak çok cesur adımlar attı ve barışın yolunu açtı. Açılıma yani barış adımına Habur'da siyasi, Reşadiye'de silahlı pusuyu kim kurdu? Önder'in bu ülkenin vicdanı, onuru, hafızası dediği kişiler ya da o kişilerin savundukları silahlı eşkiyalar. Bu pusu siyasi iktidarın oyunu bir anda % 30'lara indirdi. Açılım askıya alındı. Yani barış pusucuları kazandılar. Belli bir duraklamadan sonra iktidar 12 Hazıran seçimleriyle yeniden güven tazeleyince yeni anayasayı gündeme getirdi. Yeni anayasa yine barış demekti. Zaman kaybetmeden Silvan ve Çukurca katliamları devreye sokuldu. Bu durumda barışı savunan, iktidar mı oluyor yoksa barış pusucuları mı? Önder'e göre ikinciler barışı savunuyor! Barışsever, barışa pusu kuruyor, çok ilginç! Barış pusucuları kurdukları pusularla bizatihi kendileri, haysiyet cellatlarına, savaş çığırtkanlarına, güvercin kasaplarına zemin hazırlamıyorlar mı, onlarla dar alanda paslaşmış olmuyorlar mı? 

3- Bizzat Önder'in de barışseverliği çok kuşkulu. Bir avuç kandırılmış çocuğun ellerine molotof kokteyleri verilerek İstanbul sokakları cehenneme çevrildiğinde, milletvekilliğinin verdiği ayrıcalıkla, Sebahat Tuncel'le beraber o çocukların önlerinde bir komutan edasıyla yürüdüklerinde, barışın mı yoksa savaşın mı komutanlığını yapmış oluyordu Önder? 

4- Türkiye'de herkes çok iyi biliyor ki, Önder'in izzetli ve haysiyetli milletvekilliği yetkisini kimden aldığı bellidir. Yetkilendirmenin karşılığı olarak da diyet borçları söz konusu olabilir. İzzet ve haysiyet insanın kendi duygularıyla ilgili bir meseledir, talimatla şekillenemez. Önder, Meclis boykotunu galiba 60'lı, 70'li yılların "Üniversite boykotları" ile karıştırıyor! 

5- Önder'in gaspedilmiş dediği hakları, ben ve benim gibi milyonlar da en az Önder kadar savunuyoruz. Benim konuyla ilgili naçizane yazılarım hala yazı arşivimde bulunmaktadır. Yukarıda da ifade ettiğim gibi bu hakları mevcut siyasi iktidar da büyük bir cesaretle kabul etmekte, kabul etmekle de kalmayıp devrim niteliğinde adımlar atmakta, yenilikler getirmektedir. "Yetmez ama..." deyip bu iktidara destek olup ona teşekkür etmek gerekirken, en büyük düşmanlığın bu iktidara gösterilmesi çelişkilerin en büyüğü değil midir? Bu çelişki gerçek niyeti ve gerçek yüzü de ortaya çıkarmıyor mu? Açılımdan ve barıştan neden bu kadar çok korkuluyor? 

6- Zimnen veya açıkça, silah tutan elleri savunmak, ne zamandan beri barışseverlik oldu? 

7- Kendi iyiliği için Sayın Önder'e tavsiyemdir: Sosyal haklar ve özgürlük mücadelesi noktasında Başbakan'la boy ölçüşmesin, bu konuda çok cüce kalabilir ve mahçup olabilir! 

8- Barış için katkı sağlamak istiyorsa Önder, buyursun Meclis'e gelsin! Çünkü ülke sorunlarının görüşüldüğü, karar verildiği yegane yer orasıdır, Kandil ya da İmralı değildir! 

9- Önder, Çukurca'da hayatını kaybeden vatan evlatları için, "Hayatını kaybedenlere rahmet diliyorum. Hepsinin acısı yüreğimdedir." demiş! Eski BDP'li milletvekillerinden de duymayı alıştığımız bu klişe sözlerden sanki bu şehitler tabii afet sonucu hayatlarını kaybetmişler! Hapishanelerden, mezarlıklardan korkmadığını söyleyerek "Sahte kabadayılık" yapan Önder, neden çıkıp da, "Bu kalleş saldırıyı yapanları, barışa pusu kuranları lanetliyorum." demiyor, diyemiyor. Önder'in izzeti, haysiyeti, cesareti buna yeterli olmuyor mu? 

10- Sırrı Süreyya Önder yetişkin ve mesleki kariyerini ispatlamış bir kişidir. Konuşmalarından ağzının iyi laf yaptığı ve çok zeki biri olduğu da anlaşılmaktadır. Tabii ki kişisel tercihlerini istediği gibi kullanabilir. Ama bunu yaparken Türk insanının zekasıyla da alay etmemelidir! 

Zira Türk insanı böyle laf cambazlığıyla uyanıklık yaptığını sananlara ilgisiz gibi görünen "Kimin evini soruyorsun?" diyerek hak ettikleri cevabı verir de... 

Bebek katiline, Hitler ruhuna Nelson Mandela muamelesi yapmanın da hiç bir anlamı yoktur! Bu, barışın değil, savaşın sözcülüğüdür! 

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..