Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Eylül '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sırtında delik açılan vatuz

Sırtında delik açılan vatuz
 

Tatil deyince aklına balık tutmayı getirenler de vardır sanırım. Meselâ benim yeğenlerimden biri, cumartesi veya pazar günleri balık tutmaya gider ve evinin neredeyse bir haftalık ihtiyacını karşılayacak kadar balık tutar. Bazan daha verimli bir sonuç aldığında bize bile gönderir.

Amacı, geçim şartlarına katkısı olsun diye balık tutanlara söyleyecek bir şeyim yok. Hatta bunu geçim kaynağı olarak seçmiş profesyonel balıkçılarımız olmasa soframızda balık diye bir yiyecek de bulamayız. Sözüm, zevk için avcılık yapanlara... Böyle bir zevk nasıl olur anlayamıyorum.

Hayvanlara karşı samimi, insanî bir muhabbetimiz ve acıma duygumuz olmasına rağmen, sonuçta onların insanların hayatlarını devam ettiren bir yiyecek maddesi olduğunu biliyoruz. Bu tarihî maddî gerçeği, dinî literatürde, Tanrı'nın kâinattaki her şeyi insanın emrine sunması olayıyla birlikte mütalaa edersek, bize söyleyecek fazla söz de kalmaz.

Herkesi vejeteryan yapamayacağımıza göre, artık bu gerçeği kabullenmek zorundayız. Kaldı ki, "canlı" oldukları için hayvanlara acıyorsak, bitkilerin de kesin birer "canlı" olduğunu unutmamalıyız.

Küçükken ben de bir ara balık tutmaya merak sarmıştım. Oltayla yakaladığım ilk balığın ağzından o çengelli iğneyi çıkarıncaya kadar hayvana çektirdiğim eziyeti gördükten sonra, bir daha balık tutmamaya karar verdim.

İlkokul beşinci sınıfta buna benzer ilginç bir olay daha yaşadım. Öğretmenimiz bir gün:

– Çocuklar, kim tavuk kesmek ister diye sordu.

(Burada bir açıklama yapmak zorundayım. O zamanlar böyle marketlerde hazır tavuklar satılmıyor. Herkes ya kendi tavuğunu besleyip ihtiyaç olduğunda kesiyor, ya da pazarda yine canlı satılan tavuklardan birini alıp kestiriyor)

Ben hariç bütün sınıfın parmakları havada... Ben keseyim örtmenim, Ben keseyim örtmenim, Ben keseyim örtmenim!

Öğretmen seçim yapmakta zorlanınca, aynı sınıfta öğrenci olan kendi kızına sordu:

– Yaşar, kim kessin? Yaşar hiç tereddütsüz:

– Ahmet Yılmaz kessin örtmenim.

Tepemden aşağıya kaynar sular döküldü. Bütün sınıf istekli olduğu halde hanımefendinin neden hiç istemeyen birini seçtiğini anlayamadım. Aramızda bana ceza vermesini gerektirecek hiçbir şey geçmediğine göre, sanırım aklınca beni ödüllendiriyordu.

Öğretmene itiraz gibi bir şeyi, o zamanlarda bir öğrencinin aklına getirmesi bile mümkün olmadığı için çaresiz kabullendim. Öğretmenin evine gittiğimde elime bir bıçak ve bir tavuk verdiler.

Daha önce babamı tavuk keserken bir kaç kere görmüştüm. Hatta babam kurbanını da kendisi keserdi ve her konuda olduğu gibi bu konuda da bana bilgi verirdi. Aklımda kalan şey tavuğun iki kanadını bir ayağının altına, iki ayağını da öbür ayağının altına sıkıştıracak ve hayvanı hareketsiz hale getireceksin. Bir elinle gözlerini kapatacak şekilde başını tutarken, öbür elinle de tek hamlede bıçağı çekip keseceksin. Özellikle kurbanlık büyük hayvanların tek bıçak darbesiyle şah damarından kesilip acı çektirilmeden anında ölmesi gerektiğini babam bana özenle anlatmıştı.

O çocuk yaşta yaşayabileceğim en büyük ıstırabı yaşayarak tavuğu kesecek konuma getirdim. Ama ne yazık ki tek darbede kesemedim. Çünkü bana verdikleri her evde kullanılan normal bir ekmek bıçağıydı. Halbuki bu tip işler için özel keskin bıçak kullanmak gerekiyordu.

Hayvanı bir biçimde kestim ama, bir daha asla böyle bir şeyi yapmamaya karar verdim. O gün bugün kurbanlarımı da ya bir hayır kurumuna bağışlayarak ya da vekâlet vererek başkalarına kestiriyorum.

Turgutreis'te tatileyken genç bir arkadaş bir gün gözlüğü ve zıpkınıyla denize daldı. Biraz sonra sırtından vurduğu bir vatuzla sahile geldi. Adını yanlış biliyor da olabilirim ama kalkan balığına benzer, koyu yeşil renkli bir hayvan. Herkes başına toplanıp yakından incelerken, ben uzaktan bile bakamadım. Çünkü o kadar kötü durumdaydı ki, sırtının ortasında bir delik açılmıştı.

Sudan çıkmış olmanın eziyeti bir yandan, sırtındaki zıpkının acısı bir yandan hayvan rahat rahat ölmek için zıplamayı bile başaramıyordu. Eti yenir mi yenmez mi, doğrusu onu da bilmiyorum. Bir süre kalabalık hayvancağızı izledikten sonra zıpkını çıkarmaya çalıştılar. Tabiiki oltadan daha zordu. Nihayet çıkarmışlar.

Sonra ne mi yapmışlar? Denize atmışlar....

Bu kadar eziyetten ve saçma sapan bir davranıştan nasıl bir zevk alındığını bana biri anlatabilir mi?

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..