Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '12

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Sırtını denize dönmüş, yaşamaya çalışanların şehri: İstanbul...

Sırtını denize dönmüş, yaşamaya çalışanların şehri: İstanbul...
 

" Burası neresi? " diye sen sormadan bana, ben hemen söyleyeyim sana, benim güzel kardeşim... Burası Heybeliada...


Hiç düşündünüz mü, dikkat ettiniz mi, benim gibi, siz de... İstanbul'da nasıl da sırtımız denize dönmüş bir şekilde yaşadığımızı...

Karnımızı doyurmak için oturduğumuz soframızda, balık yerine çoğunlukla kırmızı et, arasıra da tavuk eti var. Dünya'nın içinden deniz geçen tek şehrinde yaşayanlar, ne yazık ki doya doya balık yiyemiyorlar.

İstanbul'un dört bir yanı deniz... Ama İstanbul'da denize girmek isteyene, deniz, kapı - duvar olmuş!... Tabi eğer belediyeler tarafından alalacele çekilen, yalandan mavi plaj bayraklarını saymazsak!...

İstanbul'da yaşadığının farkına varamamış insanlar, yayılmışlar çayır çimenin üzerine... Yüzlerini denize döneceklerine; yoldan geçen arabalara, kamyonlara bakıp bakıp, ha bire egzos gazı, ha bire duman, ha bire kirli hava yutmaktalar! Hem de içine çeke çeke! Hem de doya doya! Allah rast getire!...

İnsanların yüzüne, davranışlarına, yaşam biçimlerine şöyle bir bakın kendinizce; hele bir; benim gibi , siz de... O yüzlerde, denizin verdiği yumuşamadan, denizin insan ruhuna kattığı ufuk açıklığından zerrece olmadığını, zerrece kalmadığını görüp, tarifsiz acılarla üzüleceksiniz, benim gibi, siz de...

Deniz kenarındaki çay bahçesi ya da plaj işletmecisi, kulağını ekmek teknesi denize verip, o ahenkli dalga sesleri ve denizin insanın ruhunu dinlendiren, zenginleştiren güzelliğini dinlemek yerine... Açmış 30 yıl önceden kalmış arabesk müziğin en bunalım parçalarını... Denizin keyfine bırakmaktansa kendini, kolunu, bacağını jiletleyecek neredeyse!...

Vah güzel İstanbulum! Vah ki vah!... Ben senin hangi derdine yanayım? Sen söyle de, ben senin için doya doya ağlayayım...

Bir Ortaköy Meydanı'nı saymazsam eğer, uzun uzun sahillerinde, ne deniz kabuklarından yapılmış süs eşyaları satan güler yüzlü, güzel yürekli insanlar gördüm, ne de İstanbul'unun değerini bilen milyonlar buldum; içinden deniz geçen Dünya'nın tek ve en güzel şehrinde ben; ne yazık ki... Yazıkların en büyük şehrinde... Dünyalar güzeli Şehr-i İstanbul'da...

Deniz otobüsleri bile hakkıyla dolamadı hala; bu koskocaman deniz şehirinde... Aslında Dünya'nın en güzel deniz şehri olan İstanbul'da... Hayır efendim, hayır... Yanlızca ücretinin yüksekliği değil; deniz otobüslerinin hala dolamayışının sebebi... Çünkü hala bu şehrin yaşayan milyonları, denize yabancı, denize karşı...

Bana masal anlatmayın boşuna... Çünkü bunların hepsi boş lakırdı... Bu garip, boş lakırdıya alerjili!...

İstanbul sahilindeki cafelerde, restaurantlarda, çay bahçelerinde oturanlara şöyle bir göz atın isterseniz... Deniz kenarına atılmış masalara mı, yoksa mekanın içinedeki masalara mı oturmuş; sıkış tepiş insanlar?

Çok normaldir bu hali pür melalimiz... Çünkü ben denize, deniz bana yabancı... Çünkü el alem oturmuş, binbir keyfini çıkarırken; denize karşı... Sen denize küsmüş, denize yabancı, dönmüş sırtını denize, boş boş bakıp durursun, yoldan gelip geçen avareye, bisikletliye, motorsikletliye!...

Lamı cimi yok bunun, güzel kardeşim benim!... Sen bana, ben denize, İstanbul sana, bana yabancı... Dönmüşüz sırtımızı denize... Yaşıyoruz kendi derdimizde, kendi alemimizde öylesine, kendinden bile haberi olmadan avare avare!...

Not: Yazıda kullanılan görsel www.adalar360.com adresinden alınmıştır.

 
Toplam blog
: 1349
: 1777
Kayıt tarihi
: 30.01.11
 
 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler veTanıtım, A.Ö.F. Adalet Yüksek Meslek ..