Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sis günün yarısını yedi!

Sis günün yarısını yedi!
 

SİS GÜNÜN YARISINI YEDİ!.(Resim internetten alınmıştır)


Bayram rehaveti henüz geçmemişti, sabah kalktığımda hala gözüm yastıkta ruhum yatakta. Çaresiz kalktım, saçım başım almış gidiyor. Tatilde alışmıştım ne saç taramak derdi nede kıyafet sorunu olmayan koca dokuz gün. Belimde oluşan rahatsızlık nedeniyle iki günü yatarak geçirdim. İtiraf etmeliyim, miskin bir kedi gibiydim. Uyudum, uyandım ve yeniden uyuyup rüyalar gördüm. İşin aslı tatilin tadı damağımda kaldı. İşte böyle bir ruh haliyle kalktım yataktan. Aynaya baktım, gözlerim bir hoş bakıyor. Yüzümü yıkadım, nemlendirici sürdüm. Yok, işe gideceklerini biliyorlar ya… Kahvaltı için yumurtaları çırptım, Tekir ve Pamuk kedinin presine rağmen kaptırmadan omleti pişirip altını kapatmayı başardım. Küçük prens bu arada son yatak keyiflerini sürmekteydi. Okul kıyafetlerini hazırlayıp babasına verdim ve yeniden banyoya girdim. Sonunda herkes hazırdı ve kapıda çıkmak üzere son kontrolleri yaptık. Her şey tamamdı. 

Artık yeni haftanın getirdikleri ile savaşacak güce ulaşmış, savaş boyalarımı sürmüş ve dokuz pont çizmelerimin üzerine zor da olsa binmiştim. Kim tutar beni! Küçük prensi bırakıp, Üsküdar’a gitmek üzere girdiğimiz hiçbir yoldan iskeleye yetişme imkanımız olmadı. Sanki tüm İstanbul aynı anda yola çıkmıştı. “Bu nasıl bir iş aşkıdır, her kes işe gitmek için yollara dökülmüş.” Diye düşünürken, benim oturduğum bölgede rutin olan sis musibetinin gittiğimiz güzergahta da devam ettiğini gördük. Sis var. Sis olunca İstanbul biter. Özel arabalar trafiğe çıkar ve ortalık cehenneme döner. Eşim sanırım altıncı denemenin sonunda Üsküdar’a gidecek bir ara yol bulmuştu. İskeleye gelince sabah mahmurluğundan sıyrılan gözlerim yerlerinden fırlayıp benden önce iskeleye kilitlendi. İskelede karınca sürüsü gibi binlerce insan vardı. “Kabus” dedim kendi kendime. Evet bu bir kabus olmalıydı. Zaten yolların kalabalık olmasından anlamalıydım. Tatili bizden daha çok seven bir millet yoktur. Tatil sonrası iş aşkıyla yollara düşen insan profili bize ters. Eşimle göz göze geldik. “İndir hayatım sen beni, açılır az sonra.” Dedim. Demez olaydım diyeceğimi nereden bileyim. Eşim gitti. Ben motor iskelesinde bekleyen insanların arka tarafında beklemeye başladım. Bir zaman sonra önümde arkamda insanlar değişiyor ve ben de kapıya yaklaşıyordum. Mutlu da olmuştum. Hani kapı açılınca hemen girecektim motor iskelesine. Hayal bu ya. Aç tavuk düşünde kendini darı ambarında görürmüş. Bir zaman sonra, bacaklarımdan belime doğru yayılan acıya daha fazla dayanamayacağımı anlayıp boş bir oturak bulabilmek ümidiyle ve çaresiz gözlerle etrafımı süzmeye başladım. Tanrım, bir tanıdık bulsam hemen rica edip oturacağım, ağrım dayanılmaz derecede yükseliyor. 

Tamda bu sırada neden kapıya doğru yaklaştığımı daha iyi anladım. Benim gibi bir müddet bekleyip canından bezenler boş bir oturak bulmak için sırayı terk etmek zorunda kalıyorlardı. Manzara aşağı yukarı aynı şekilde devam ediyordu. Birden gözlerim parladı, boş bir oturak gözüme ilişti, bir panter çevikliğiyle popoyu yerleştirdim. Dünya varmış. Ayakta değilim. Artık oturuyorum. İnsan, insan buldukça daha çok için uğraşan bir varlık. Bir müddet sonra çevremde çay ve kahve içen insanları görünce nasıl fena oldum. Soğuk ve üşüyorum. Bir bardak çay almak için kalksam, bir sürü panterin gözü oturakta. Kös, kös oturmaya devam ettim. Yanıma bir çift iki oturak kapıp geldiler. Oturmak için izin istediler buyur ettim. Adam çay almaya gitmesin mi? Ey be Allah’ın kulu, bir sor demi. Ne büyük bir sevap işlersin bir bilsen. Yok canım. Adam gitti ve kendisine eşine çay alıp gözüme bakarak içmeye başladılar. Bende bildiğim tüm güzel dileklerle donattım onları. Neyse, çevreme alık, alık bakıyorum. Bir tanıdık yüz görsem feryat edeceğim “Çaaay” ama nafile. Tanıdık yok. Çay ve kahve dumanları burnumu yalayıp geçiyor. Boynumdaki atkıyı çıkarttım, bir ucunu sırtıma ve diğer ucunu üşüyen bacaklarıma sardım. Yok kalkmak yok. Tanrı beni duydu sanırım. Tam ben çay ve kahve kokusuyla savaşırken, artık yüzüm nasıl bir şekil aldıysa? Motorda sürekli karşılaştığım çok hoş bir kızcağız yanıma yanaştı. Selamlaştık. “İyi misin?” dedi. Kafamı salladım. “Sana bir çay alayım mı?” sözüyle hayata yeniden geldim sanki. Minnettarlık ne kelime. Nasıl anlatılır bu durumun tarifi nasıl yapılır. Sanki koca bir küp altın buldum. Çay bardağına sarıldım. Allahım, ısınıyorum. Sıcak evet sıcak. Çok mutluyum artık. Hem bir oturağım, hem de elimde bir bardak sıcak çayım…Bunca hengame ve kalabalık bekledik saat on bir sularında seferler başladığında, günün yarısını sis yemişti zaten. Aslında hiç gidesim de yoktu ama, bindim motora. Öğlen vardım ofise. Aklım hala yastıkta ve ruhum yatakta! 

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..