Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '09

 
Kategori
Güncel
 

Sivas - 2 Temmuz 1993: "Yak lan, yak!"

Sivas - 2 Temmuz 1993: "Yak lan, yak!"
 

<ı>

<ı>“Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar...

Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.

Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.

Omzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar.

Ah kavaklar, kavaklar...
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.”

Bugün 2 Temmuz.

Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılan Aleviler, aydınlar ve sanatçıların Madımak Oteli’nde kuşatılıp yakılmasının üzerinden 16 yıl geçmiş. Zaman, en derin acıları dindirir. Ama burada dinmeyen bir şey var. O otel hâlâ yanıyor sanki… O duman hâlâ tütüyor, Aziz Nesin, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Behçet Aysan, Asım Bezirci ve daha onlarca misafir otelin merdivenlerinde kurtarılmayı bekliyor. Yani bana öyle geliyor.

Çünkü aklım almıyor. “Bu bir kaza” diyorum; “insanlar, bir şenlikte şehirlerine konuk olmuş insanları niye öldürmek istesin k?” diyorum; “birazdan itfaiye gelip yangını söndürecek ve içeridekiler kurtarılacak” diyorum.

Ama öyle olmadığını da biliyorum. İnsanın kötücüllüğünü biliyorum. En büyük nefreti kendi türüne karşı beslediğini biliyorum. Otelin perdelerini tutuşturmaya çalışan kundakçıyı alkışlayıp “yak lan, yak” diye teşvik eden adamın, geceleri şefkatle bebeğinin üzerini örten, en yakın komşum olabileceğini biliyorum. Vahşetin, çoğu sıradan insanın içinde uyuyan bir sırtlan olduğunu biliyorum. Bu ülkede ondan önce Maraş, Çorum, Malatya, ondan sonra Gazi Mahallesi katliamları olduğunu biliyorum. Ve bu bilgi beni çaresiz bırakıyor. Elim kolum bağlanıyor. “Taş kesilmiş bir ağızla” susuyorum.

Kelimeler dilimde düğümleniyor. Yazacak bir şey bulamıyorum. “Yazdığım ne işe yarayacak ki?” diyorum. “Yazılmamış bir şey kaldı mı?” diyorum.

Tıpkı bundan birkaç gün önce Yargıtay’ın 12 yaşındaki Mardinli ilkokul öğrencisi Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz’ı öldüren polisleri meşru müdaafadan beraat ettirme kararında olduğu gibi… Böyle şeyler için yazı yazmak değil, mesela Sivas’a gidip bütün Sivaslıların tek tek yakasına yapışıp sormak istiyorum: “2 Temmuz 1993’ten sonra, bu şehirde hâlâ nasıl uyuyabiliyorsunuz?”, “O otelin lokantasında nasıl yemek yiyebildiniz?”, “Hâlâ nasıl da camiye gidip namaz kılabiliyorsunuz?” O Yargıtay hâkimlerinin karşısına çıkıp, “Bu beraat kararını verirken huzurunuza 12 yaşında bir çocuğu getirtip onun boyuna bosuna, ellerine, şaşkın ve masum gözlerine bakmayı düşündünüz mü hiç?”, “sırtından sıralı biçimde 9, ellerinden 4 kurşun yemiş 12 yaşında bir çocuk nasıl silah kullanmış olabilir sizce, bu karara kendiniz inanıyor musunuz?” diye sormak istiyorum.

Ama soramam. O soruyu sormaya kalkışacağım Sivaslılardan ilki şaşkınlıkla bakıp neden bahsettiğimi anlamaya çalışır, ikincisi biraz mahçubiyetle susar, üçüncüsü yakasındaki ellerimi hırsla itip uzaklaşır, dördüncüsü pişkinlikle güler, beşincisi bir kibrit aranır. O hâkimler Devletin derinliklerinden gelen bir ifadeyle yüzüme soğuk soğuk bakar. Konuşmaya tenezzül ederlerse içtihatlardan, ispat hukukundan, Kürt çocuklarının nüfusa geç yazıldığından falan bahseder.

Sivas’ta yakılanlardan müzisyen Hasret Gültekin’i tanırdım. Üniversite yıllarında Beyoğlu’nda hemen her akşam gittiğimiz bir kafenin müdavimleri arasındaydı. Kafenin bir köşesinde oturur, kendi arkadaşlarıyla usul usul saz çalar söylerdi. 2 Temmuzdan sonra bir daha o kafeye gidemedik. Hasret Gültekin hep o köşede yaşasın istedik. Ama benim için 2 Temmuz Sivas’ı en çok Metin Altıok demektir. Herhalde en çok, o kendini Doğuya sürgün etmiş şaire yandım.

Susayım ben en iyisi. Altıok oğlu Metin konuşsun:

<ı>Ah kavaklar, kavaklar...

Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..