Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '16

 
Kategori
Anılar
 

Siyah önlük

Siyah önlük
 

80'lerin henüz evlere televizyonların girmediği, daha doğru bir ifadeyle her mahallede sadece bir ya da iki evde televizyonun bulunduğu yıllardı. Yani 'karıncalı' olan kanalı daha net izlemek için çatıdan anten düzelttiğimiz zamanlardan çok önce.

Tahmin edeceğiniz gibi bizim evde de televizyon yoktu. Şu an inanılmaz gelse de, televizyon olan o talihsiz evde, cumartesi ve pazar sabahları yirmi-otuz çocuk gözlerini kırpmadan film izlerdi. 

Cumartesi akşamlarının vazgeçilmezi olan Türk filmlerini izlemek için ise, trt de saat 20:00 da başlayan haberlerin bitmesini iple çekerdik. Tabi o akşam televizyonu olan bir evde olmak şartıyla. Hİç bir zaman "Bizim niye televizyonumuz yok"? "baba bize de televizyon alalım" diye aklıma gelmedi. Çünkü biz öyleydik, başkalarının "iyi" "güzel" şeyleri olurdu biz ise onları konuşurduk. Bütün bunlara rağmen ne değerli ne paha biçilmez zamanlarmış o yıllar.

Bir de video diye bir şey vardı. Şimdiki arkadaşlar bilmeyebilir ama video, izlemek için öldüğümüz televizyonun bile ulaşamayacağı değerdeydi. Her mahallade -ki o zamanlar mahalle bizim için bir sokakta karşılıklı oturan on-onbeş müstakil evden ibaretti- mutlaka bir tane 'almancı' oturur ve onun Almanya'dan getirdiği inanılmaz ev aletleri ve oyuncakları olurdu.

Bizim ev sahibimiz de almancıydı ve tabiki videoları vardı. Bu onları çok cazip kılıyordu. Videoyu nasıl tarif etsem bilemiyorum. Şimdiki tivibu ve dsmart gibi dijital platformların yayınlarını izlemek için verdiği receiver'lar gibi bir şeydi.

Tabi bu tek başına bir anlam ifade etmiyordu. Ona bir kaset lazımdı. Kaset dediğimiz şeyde her biri kitap cesametinde olan ve içinde sadece bir filmin bulunduğu kasetlerdi. Bu kadar değerli ve gözd e olmasının sebebi film izlemek için bir hafta beklemenize gerek olmamasıydı. İstediğiniz zaman istediğiniz filmi izleyebilirdiniz. 

Bir gün Almancı dediğimiz üst kattaki ev sahibimize Türk filmi izlemeye gittik. Tabi videodan. Bu heyecanı anlatmak için şu zamandaki hangi örneği kullansam bilemiyorum. Neyse iki kardeşim ve ben çıktık yukarı ve utana-sıkıla içeri girdik, bir de ne görelim. İnanılmaz bir şey sanki hayal görüyoruz. Film izleyeceğimiz televizyonda ben ve kardeşlerim varız üstelik de renkli! Aman Allahım! siyah beyaz çizgi film izlemek için ölen ben, televizyonda canlı yayındayım.

Ben bir yandan şoktayım bir yandan da kardeşimi dürtüyorum 'bak kız bak'.. Meğer bizim ev sahibi İbrahim abi video kamerayı tv ye bağlamış. Bize unutamayacağımız bir an yaşatmıştı. Şu an o bir dakikalık video için ciddi paralar ödeyebilirim ama o kayıt noldu kim bilir.

Gel zaman git zaman karşı komşu yan komşu derken bizim de televizyonumuz oldu. Tabiki de renkliydi:) Okul zamanlarımda eğer birisiyle kavga etmişsem ya da bir şekilde canım sıkılmışsa 'olsun evde televizyon var' diye bir nevi kendimi rahatlatırdım. 

Ve okul yılları.. Babam ve abimle Ceyhan Beşocak ilkokuluna kaydımı yaptırmaya gittik. Kayıttan sonra onlar başka bir yere gittiler. Ben de kimsenin olmadığı ve beş yılımı geçireceğim okulun o geniş bahçesinde öyle kalakaldım.  

İlk zamanlar öğretmenimiz bize çok toleranslı davrandı. Derste biri tuvalete gitmesin, hemen bütün parmaklar havada örtmenim! örtmenim! gören de hepsinin aynı anda tuvaleti gelmiş zanneder. Muhtemelen annemin diktiği, kolları büzgülü siyah önlüğümün yakasını okul çıkışı çıkarırdım, daha sabırsız olanlar önlüğün tamamını çıkarır ve tıkarcasına çantasına koyardı.

Unutmadığım ikinci şey de öğle vakti öğretmenimiz sınıfta sıranın üzerinde namaz kılardı. Ben de kapı aralığından bir süre garip garip bakar sonra oyuna dönerdim. Beden dersinden sonra en çok sevdiğim şey ikinci teneffüse çıkmaktı. Çünkü yirmi dakika sürerdi ve bol bol oynar, koşar kan ter içinde kalırdık.

Sabahçı olmayı daha çok severdim çünkü öğlen çıkardık dersten ve bütün gün bizim olurdu. Evde durmayı çok sevmez bir an önce dışarı çıkmak isterdik çünkü dışarıda oyun vardı, özgürlük vardı. 

Sokak oyunların hepsinin bir zamanı vardır. Bunun zamanını kim tayin ederdi hala bilemiyorum. Mesela fırıldak -ki biz fırındak derdik- zamanında sadece o oynanırdı ve kimse itiraz etmezdi ve aynen 'oğlum şimdi fırındak zamanı' diye ifade edilirdi. Topaç kelimesini kimse kullanmazdı çünkü kimse bilmezdi onu. Ve oyunlar kurallarına göre oynanırdı.

Fırıldak ipinin bir ucu halka yapılır ve orta parmağa takılır diğer ucu da bizim diş dediğimiz sivri metal kısımdan başlayacak şekilde sıkıca sarılır hatta daha iyi kavraması için ipin ucu ağızda hafifçe ıslatılır o şekilde sarılırdı. Sonra var güçle yere fırlatılır. Bu esnada sıkıca sarılmış ipten son hızda boşalan fırıldak yerde o kadar hızlı döner ki fırıldaktan müthiş bir vınlama sesi çıkardı. Dönen fırıldak yüzük ve orta parmağın arasından geçecek şekilde usulca avuç içine alınır çünkü avuç içinde de dönmesi lazım ve yerdeki nispeten eski fırıldağa doğru hızla çarpılır. 

Zaman ilerledikçe oyunlar da değişirdi. Başka bir zaman gülle oynardık. Kimilerinin misket ya da bilye dedikleri oyun.

Yere sıralı bir şekilde dizilen güllelere belli mesafeden başka bir gülleyle -ki buna 'dakka' denirdi- atış yapılır, baş gülleyi yani en baştakini vuran hepsini alırdı. Herkesin bir atış stili vardı ama en yaygın olanı parmaklarla sıkılarak yapılanıydı. Bunun için orta parmak içe doğru bükülür, baş parmak ise boğum yerinden bükülerek orta parmağın tırnağıyla temas eder, işte bu temas eden yere dakka yerleştirilir ve hızlı bir şekilde bıraktırılarak atış yapılır. İyi atış yapmak için dakkanın da iyi olması gerekirdi. Özellikle de biraz çizilmiş eskimiş olanlar tırnakla temas ettiğinde kaymadığı için daha çok tercih edilirdi.

Ve daha nice oyunlar. Unutulmuş olsa da zaman zaman hatırladığımızda bile bize mutluluk hissi veren nice zaman dilimleri.

Hayatımızın en uzun dönemidir çocukluk dönemi, hatta biraz da gençlik dönemi. Hatıralar, hüzünler, sevinçleri barındırır.  Bir evin içinde geçen hiç bitmeyecek gibi gelen rüya gibi zamanlar. Günümüze göre daha kısıtlı ve daha dar bir çevrede geçen hayat. Acaba günümüz ve geçmişimizi kıyaslarsak hangisi daha cezbedici. Komşuluklar, başkasını düşünme, hayal dünyamız, ailemize ayırdığımız zaman vs bu kriterlere göre galiba geçmişimizi henüz geçemedik.

 

 
Toplam blog
: 2
: 87
Kayıt tarihi
: 17.11.16
 
 

Eğitimciyim, anadolunun bir çok ilini dolaştım kimi yerlerinde de yaşadım. Yöresel yemeklerden hi..