Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

Siyahtan daha karanlıktı kırmızı

Siyahtan daha karanlıktı kırmızı
 

Bir cumartesi sabahı, okul bahçesinde barış türküleri söyleyen çocukların nağmelerini, zulmün korkunç çığlığı bastırdı bir anda. Okulun bahçesi zifiri kırmızıya döndü. Güneşin soldurduğu siyahtan önlükleri, kan kırmızısının baskınlığı altında ezilip kaldı. Siyahtan daha koyuydu kırmızı, siyahtan daha karanlıktı.

Okulun taş duvarları, mezarlarının duvarları oldu o çocukların, kızıla kesti taş duvarlar.

Kırmızı daha karanlıktı siyahtan, daha korkunç, daha ürkütücü.

Biraz önce kalem tutan, tebeşirle kara tahtaya “Hepimiz kardeşiz” yazan o minik parmaklar, zulmün celladı tarafından birer birer kırıldılar, koparıldılar bileklerinden.

Bir tarafta, adı bile konmamış bebeklerin bembeyaz kundakları, asıl adı zulüm olan çakalların, avlarını parçaladığı gibi parçalandı ana kucağında. Zulmün defterine kara bir gün daha düştü bugün tarihler.

Çocuk olup,

Bugün Gazze’de bir okul bahçesinde öldürüldüm, dün Bağdat’ta Pazar yerinde vurulup, daha önceki gün Kabil’de fırlayan bir şarapnel parçasının hedefi yine ben olmuştum. Ondan önceleri de kaç çatışmada, kaç isyanda yok olup gittim, çocuk olduğumu bilmeden, çocuk gibi yaşayamadan..

Taşlarla kollarım kırıldı, yüzlerce tonluk şahmerdanlar gibi indirdiler o taşları, bir serçenin kanadı gibi ince kollarıma.

Kemiklerimi birer birer kırarak.

Aç kurtların körpe kuzu sevdiği gibi, kahpe kurtların ziyafet sofralarında lokma lokma çiğnendim.

Bir yerlerde hep can çekişirken buldular beni, hep can verirken yakaladılar, hep suçüstü yaptılar , ama hiç kimse sormadı, hiç kimse bana yaşama hakkım olup olmadığını sormadı. Bense hiç yaşayamadığım için soramadım.

Dünyanın gözü önünde, gözlerinizden kayboldum birer birer. Hepiniz gördünüz ama, görmediniz nedense, hepiniz duydunuz ama, kulaklarınız tıkandı nedense.

İşgale uğrayan vatanımda, vatansızlığın acısını hissetim yaşadığım her gün. Öldürüldüğüm gün bile, kendi vatanımda vatansız gömülmenin, vücudu işgal edilen bir çocuğun esirliğini yaşadım.

Kendi kanımla yıkadılar beni, kefensiz, anadan üryan. Kışın ayaza vurduğu bir gün, çırılçıplak bir çocuğun üşüdüğü gibi üşüyerek gömüldüm vatansızlığımla birlikte.

Her yerim yağmalandı, gökyüzünden hışımla birer birer üstüme gelen bombaların altında. O gökyüzü, beni her sabah güneşin sıcağıyla kucaklayan gökyüzüm, o gün Azrail’in kanlı yüzüyle kucakladı beni.

Gökyüzüm bile istemedi beni.

Kendi hıçkırığımla boğulduğum gibi boğuluyordu anneler, hıçkırıklarıyla, ağıtlar yakıyorlardı, ağlıyorlardı.

Zulmün adı bile konmamıştı henüz.

Beni yaratan, beni yok edeni de yaratmıştı.

Bir yerlerde can çekişiyordum, bir yerlerde birileri can çekişiyordu, cesetler yatıyordu okulun bahçesinde onlarca.

Biraz önce, aynı okulda, aynı sınıfta, aynı sırada kalemini sakladığım arkadaşım, ağzından fışkıran kanla yutkunmaya çalışıyordu, gözgöze geldik, konuşamadık. İkimizde ölümün yanıbaşımızda bizleri beklediğini biliyorduk.

Biliyorduk ama susuyorduk nedense.

Korkuyorduk ölmekten, birbirimize destek vermeye, hayata tutunmaya çalışıyorduk, yalanlar söylüyorduk, büyüklerimizin söylediği yalanlar kadar.

Bir el arıyorduk, bize uzatılan bir eldi sadece aradığımız, gözümüzün görebildiği aralıktan, bir ışık arıyorduk sadece. Hayata tutunabilecek kadar bir ışık.

Birazdan teneffüs zili çalacak, paydos diyecektik halbuki.

Şimdi…

Paydos diyeceğiz, hayata.

Paydos yaşamaya.

Barbarların dünyasında kaybolduk birer birer, isimlerimiz fark edilmeden, bilinmeden. Gözü dönmüş, insanlıktan nasiplenmemiş vahşilerin oynadığı bir oyunda silindik birer birer, kara tahtadan silinen “ Hepimiz kardeşiz” yalanları gibi silindik yeryüzünden.

Riyakarların, üç maymunu oynayanların, insan kılığındaki şeytanların, oyuncaklarla oynadığı gibi oynandık dünyamızda.

Şimdi, Noel babaları oyuncaklarla hediyelerle karşılayacak onların çocuklarını en güzel kıyafetleri içinde.

Ya ben?

Namlunun acımasızca savurduğu bir mermiyle parçalanan yüzüm, dağıtılan beynimle mi karşılayacağım, üstüm başım kan içinde, üstümde kefenim olan, siyahtan bozma kırmızıya çalan çamurlu önlüğümle mi karşılayacağım yeni yılı?

Ne babam, ne annem bir hediye alabilecek şimdi.

Ölümün kollarında sadece kaybettiğiniz insanlığınıza ağlayacağım.

Belki bir daha zil çaldıktan sonra derse giremeyeceğim, yakalanma korkusuyla kopya çekemeyeceğim, geç kaldığımız için azar işitmeyeceğim öğretmenimden.

Belki bir daha asla çocuk olamayacağım.

Hanginiz hesap verecek bileceksiniz şimdi, hangi yüzle çıkacaksınız, inandığınız Tanrılarınızın karşısına.

Musa’nızın, Yakup’unuzun, İshak’ınızın çocuklarının yok olduğu gibi yok olup gideceğim ama.

Sadece soruyorum.

O sizi, yok etmeniz için mi varetmişti?

Öyle olsaydı var eder miydi sizleri, sizin gibi gözü dönmüş katilleri.

Barışın egemen olduğu bir dünya hayaliyle Allaha ısmarladık diyorum sadece.

Sağlıcakla kalın.

 
Toplam blog
: 26
: 1713
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

Yerel bir gazetede yaklaşık 6 yıldır köşe yazarlığı yapıyorum. Gündelik yaşamın gölgesinde kalan kon..