Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '06

 
Kategori
Tarih
 

Siyasetin epistemolojisi

Epistemoloji bilgibilimdir. Siyasetin epistemolojisi siyasetin bilgibilimidir. Bu, sinyal ve sistem kuramından hareketle, gerçek olguları ve olayları derleyerek, gerekli ayıklamalar ve genellemelerden geçirerek, makro çıkarsamalara, genelleme bilgilere ulaşmakla yapılır.

Daha önceki metinlerimizde, Türkiye Cumhuriyeti tarihçesini, ‘3 adam + 3 darbe + 3 liberalizm’ olarak tanımlamıştık.

3 adama baktığımızda, Osmanlı’nın son döneminde Atatürk’ün kendinden yaşlı tüm askerleri geçerek, başa geçmesini anlıyoruz. Burada, ‘Enver + Cemal + Talat’ Paşa üçlüsünün, inanılmaz bir gaflet ve delaletle, belki hala yaşıyor olabilecek bir ülkeyi tarihten silmesi olgusu, Atatürk öncesi ve onun müdahalesi dışında vuku bulan bir durumdur.

Atatürk öldüğünde, yani 10 Kasım 1938’de Celal Bayar 2. adamdı, yani başbakandı. Bunun nedeni, Atatürk’ün İnönü’yü dinlenmesini söyleyerek, aktif görev dışına itmesidir. Bunu, öyle kastetmiş olmasa da, Atatürk’ün İnönü’yü 2. adam olarak seçip, kızağa alması olarak yorumlayabiliriz. Başka bir deyişle, İnönü’yü aşağı indirebilecek tek kişi, o zaman Bayar idi ve öyle de oldu. Ancak Atatürk, İnönü’nün Türkiye’yi, çıkacağını kesin bir kehanetle öngördüğü 2. Dünya Savaşı’nın dışında bırakacağını, Cumhuriyet’in kurulmasını sağlayan en büyük savaş galibiyetinin yaratıcısı olarak öngörmüş olsa gerek. Kendisine, ‘bravo’ diyoruz.

Böylelikle, İnönü’nün neden o kadar süre 2. adamlık yapabildiğini anlamış oluyoruz. 1946 2. Dünya Savaşı’nın bittiği ertesi ilk yıldı ve çokpartililiğe geçiş için uygun andı. 1950 onun ertesi ilk seçimdi. Dakika 2, gol 1 oldu.

Ondan sonra, uzun dönemlilik bitiyor ve ‘1 sabah erken, darbe derken’ geleneğinin simgesi olan, kabaca 10 yıllık dönemler başlıyor: 1950-1960, 1960-1971, 1971-1980, 1983-1993, 1993-2003, 2003-2013(?). Bu arada TBMM 1961’de, 1973’te, 1983’te, 1993’te 2002’de önemli oranlarda yenileniyordu. İşte, öyle olması düşünülmeden ve istenmeden yapılan hareketteki, bizi hala ayakta tutan güç budur.

Burada ek olarak, 3 darbe olmadan 3 liberalizmin kazanamayacağını, Evren’in Özal’ı getirdiğini de söylüyoruz ki bunlar araştırmacı-gazeteci kitaplarında çok açıkseçik anlatılmıştır.

Aynı zamanda, 1997 darbesinin bir varyans olduğunu artı 4. liberalizmin muhakkak olacağını ama ne DYP’nin, ne MHP’nin bunu becerebilecek kıvraklığa sahip olmadığını imliyoruz, onlar liberalizm için aşırı muhafazakar kalıyor.

3 liberalizm neden yetmedi? Çünkü AB’de ve ABD’de de, gel-git dalgaları biçiminde, onlarca liberalizm dalgaları olmuştur. Türkiye’de DP’nin başarılı olamamasının nedeni, o zamanki feodalitedir, Menderes’in bir toprak ağası olduğunu anımsayalım yeter. Geriden gelince, ne kadar depar atsan nafile. Bu 3 liberalizm bizi global yapıyla başabaş duruma getirdi ama yetmedi.

1980’ler, ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher, Almanya’da Kohl aracılığıyla neo-liberalizm dalgasının global düzeyde etkin olduğu bir dönemdi. Bugünkü bilmem kaçıncı globalleşme savlarının ve oğul Bush’un liberalizmi, o zamankilerden daha muhazakar. Burada, kavramların kaynağı ülke olan İngiltere’de, liberallerin ve muafazakarların birbirine karşıt 2 parti olduğunu belirtelim. Bugünün liberalleri ise kendiliğinden muhafazakar, tıpkı ‘neo-con’lar gibi, tıpkı burjuvazi gibi, çünkü semirdiler, kaynak yeniden dağılımını (redistribution) istemiyorlar.

Demek ki neymiş?

Bir ana mesaj varmış ve bir de parazit / gürültü varmış. Her zaman ana mesaj-bilgi, gürültüsü ayıklanıp yazılabilecek diye, kesin bir kural yok.

Gelecekbilim, asla ve kata % 100 kesin olmayı savunmaz. 4. liberalizmin kesinliğini % 55 olarak öngörüyoruz. Onu gerçekleştirecek merkezi ise bulanık olarak görüyoruz. CHP-MHP dayanışması olur, DYP-MHP dayanışması olur. Yani, birden çok senaryo yazılır ve hepsi eskidir ve hepsi de yeniymiş gibi dayatılır. AKP’de yeni ne vardı? Hiçbirşey.

Geliyoruz burada paradoksal bir duruma:

Yeni marksist tarihçiler, Braudel’den Wallerstein’a, tümleşik bir dünya sistemini savunuyorlar ki bu aslında şu demek: Kapitalizm 5.000 yıldır var ama bu yalnızca bir kendini doğrulama (self-justification). İyi bilmedikleri, çünkü Marx bunu kıvıramamıştı; Osmanlı’yı da, Türkiye’yi de, şu anki AB’ciler nezdinde simgelenenler gibiler diyelim, o global sömürünün, teoride ve pratikte kuşkusuz sömürülen tarafına dahil etmek istiyorlar.

Burada biz de ikilemdeyiz:

Doğruyu savunmak, epistemelojik bir tümellik gerektirir. Bu ise, uygulamada mandacılık demek.

Peki ne yapıyoruz ve/ya ne yapılabilir?

Çok iyi bilinen fenomenolojik ve epistemolojik bir ters takla atıyoruz ve özsavunma olarak alaturka emperyalizmi bilgibilime sokuyoruz: Ölmemek için öldürmek. La Fontaine’in yazdığınca, kendini öldürecek oka, hedefini bulduracak tüyü düşmana vermeyeceksin.

Ara örnek olarak Çin’i gösterelim: Çin 19. Yüzyıl afyon savaşının öcünü öyle bir alacak ki dünyanın çenesi şaşkınlıktan düşecek. Şerh: Japonya’nın bunu sanat (anime) yoluyla yapması, gereksiz bir deşarj ve siyasal libido eksilmesi yarattı.

Öyleyse:

Türkiye genç mi? Genç. Atak mı? Eh. Genç bilebilse, yaşlı yapabilse. Genç-yaşlı ve kuram-eylem praksisini denersek, yanılsak bile tarihe yeni ve farklı olgular kazandırabiliriz.

Kaybedeceğimiz ne var?

350 milyar dolar borç mu? Bankalarımızın kalan % 40’ı mı? Büyük şirketlerimizin kalan % 40’ı mı? Borsamızın kalan % 30’u mu?

Hayır.

Kaybedeceğimiz bir gelecek. Hani, Kurtuluş Savaşı’nın, hala hüzünle Atatürk’e rakı kadehi kaldırmamıza neden olan, bizlere yaşam hakkı tanımışlığı var ya, işte o. Atatürk olmasaydı, bizler Düyun-u Umumiye kapıcısı olacaktık.

Ulusalcı mıyız, milliyetçi miyiz?

Hayır.

Anti-nasyonalistiz, anti-emperyalistiz, anti-koloniyalistiz, anti-faşistiz, anti-globalistiz, anti-kapitalistiz.

Kısacası insanız ve neo-entellektüeliz.

Hitam:

Bu İstanbul’u biraz zor yerler.

 
Toplam blog
: 2216
: 514
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Serbest yazarım. 1960 doğumluyum. BÜ İşletme mezunuyum. ..