Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '06

 
Kategori
Haber
 

Siyasetin yargısı, yargının siyaseti

Siyasi iktidarların; yasama, yürütme ve yargı erklerini bir bütün olarak elinde tutma çabasına J. Stuart Mill, “Anayasal demokrasi ilkesi, siyasal gücü elinde bulunduran kimselerin bu güçlerini kötüye kullanabileceklerinin varsayılmasını şart koşar” sözüyle karşılık verir.

Anayasal Demokrasi kavramının doğduğu 18. yüzyıldan bu yana, demokrasi alanında ve demokrasi kavramı altında tartışmalar zamana ve yere göre az çok farklıklar gösterse de, gelinen bu noktada, artık en çok tartışılan olgu demokrasinin sınırıdır. Aslında yönetilenlerin yönetenlere karşı güvencesi olan demokrasi; hangi şart altında ve hangi biçimde olursa olsun kendisinden “yararlananlara” siyasal iktidarın yani devletsel yönetimin anahtarını bir altın tepsi içinde sunsa da, yakın tarih; kavramsal ve olgusal olarak demokrasinin yine bizzat kendisinden yararlananlar, istifade edenler tarafından yok edilmek istendiğine, yok sayıldığına, zaman zaman ve yer yer de yok edildiğine tanıklık etmiştir. Ne acıdır ki, demokrasinin, demokrasi anlayışının doğduğu topraklar, aynı zamanda demokrasi adına çekilen acılara, dökülen gözyaşlarına ve hayal kırıklıklarına ev sahipliği de yapmıştır.

Demokrasinin tarihi sürecinde, gerçeğin ne kadar acı ve aynı zamanda ne kadar korkutucu olabileceğini söyleyebilmek adına tarihin akışı içinde çok fazla geriye gitmeye gerek yoktur. Tarihin tozlu sayfaları arasında, bir çılgın adamın, ülkesine ve dünyaya yaşattıkları ile geçiştirilen, sadece “Hitler” adıyla simgeleştirilen acı ve gözyaşlarına dokunduğumuzda, hafızalara kazınması gereken acıların ötesinde; öğrenilmesi ve anlaşılması gereken bir şeylerin de bulunduğunu kabul etmek gerekir. Nazi Almanya’sının 2 numaralı adamı Goring, yakalanıp savaş suçları mahkemesine çıkarıldığında “Biz halka gerçeği söylemiştik” diyordu, “Sadece iktidara gelene kadar demokratik yollara başvuracağımızı açıklamıştık. Halk bizi bilerek seçti, bizi istedi.” diyordu. Kenarında, orasında ya da burasında Nazi yazan tarihin kitabından başımızı gözlerimizi birkaç dakikalığına ayırdığımızda, gözlerimizi kapatarak yaşananları düşündükçe, demokrasi yolundan geçerek siyasi gücün, siyasi kudretin ve siyasi iktidarın sahibi olanların ilk ihanet ettikleri şeyin, kendilerine altın bir tepsi içinde iktidarın altın anahtarını sunan demokrasinin ta kendisi olduğunu görmek, yaşanan acı ve gözyaşının arasında, küçük bir nokta ya da virgül olmayı hak etmemiş olarak görünse de geçmişten geleceğe uzanan bu yolda biz insanlar için büyük bir ünlem olarak görülmesi, geleceğe güvenle bakabilmek adına son derece önemlidir.

Demokrasi; bizzat kendisinden yararlananlar tarafından yapılabilecek bir müdahale ya da etkiye karşı son derece kırılgan ve savunmasız olarak görülmektedir. Bu nedenle, geçmişin acı hatıralarından ders alan devletler, demokrasiyi; yönetenler ve yönetilenler bakımından bir hak olarak düzenlemelerinin ötesinde, demokrasiye karşı bizzat ondan yararlananlar tarafından yöneltilebilecek kimi etki ve tesirlerin, olası tehdit ve saldırıların da önüne geçebilmek adına, demokratik düzenin sürekliliğini sağlamak ve demokrasi ile sağlanan toplumsal huzur ve güvenin, sosyal barışın korunmasını sağlamak adına yasal düzenlemeler yapma yoluna gitmişlerdir. Buna göre, demokrasi; salt bir haklar bütünü değildir, demokrasi ilkesi, demokrasi anlayışı aynı zamanda yükümlülükler de içerir. Kanunlar dairesinde özgürlüklerin, hak ve hürriyetlerin kullanılması düzenlenirken, yönetenlere bu özgürlüklerin, hak ve özgürlüklerin kullanılmasında saygı duyması ve kısıtlayıcı, engelleyici işlemler ve eylemler içinde bulunmaması gerektiği bildirilir. Demokrasinin, bizzat kendisinden yararlananlara karşı olan bu kırılganlığından dolayıdır ki Anayasamız, 1. maddesi ile “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” esasını getirdikten sonra 2. maddesi ile “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmünü getirmiştir.

Bugün, dünya üzerinde kimi sıfatlara bürünmüş ama “sözde Cumhuriyet” ile yönetildiği iddiasını taşıyan pek çok ülke mevcuttur. Bir inancı simgeleştiren bu gibi ülkeler, Cumhuriyet’in önüne koydukları bu ek ile aslında Cumhuriyet rejimine bir “şerh” koyduklarını görmek zorundadırlar. Cumhuriyet, “şerh” kaldırmaz. Türkiye açısından, devletin şeklinin bir Cumhuriyet olmasının ötesinde; kavramsal, ilkesel ve doğal olarak içinde barındırması gereken ve bir bütüne vücut veren diğer ilkeleri bu çerçevede 2. maddede ayrıca belirtme gereği duymuştur. Dolayısı ile sadece kavramsal ve bir olgu olarak Cumhuriyet’e yönelik olabilecek olası müdahale, saldırı ve tehditlerin dışında, Cumhuriyet’in nitelikleri arasında sayılan ve bütün olarak Cumhuriyeti oluşturan laiklik, demokrasi gibi ilkeler de bu tehdit ve saldırılara karşı korunma altına alınmış olmaktadır. Bu o kadar böyledir ki, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” diyen hükmü “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü takip etmektedir. Bütün bu nitelikler, birarada ve bütünleşik olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vücut verirler.

Demokrasi anlayışı yerleşmiş ülkeler, siyasi erkin yasama ve yargı erkinden bağımsızlığını, yasama ve yargı üzerinde bir etki, tesir ve telkinde bulunamayacağını düzenler. “Anayasamızda da güçler ayrılığı ilkesi benimsenmiş; başlangıç bölümünde, güçler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı uygar bir işbölümü ve işbirliği olduğu belirtilmiş olup; 7, 8 ve 9. maddelerinde de, yasama, yürütme ve yargı organlarının görev ve yetkileri kurala bağlanmış; 6. maddesinde de, hiçbir organın, kaynağını Anayasa''dan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağı vurgulanarak, organların birbirlerinin yetki alanına karışması önlenmek istenmiştir”. (*) Bu ayrılık, özde bir ayrılık değildir, işlemlerde ve faaliyetlerin yürütülmesinde tam bir bağımsızlık içinde hareket etmeleri gereğinin bir yansımasıdır.

Bütün bu düzenlemeler, demokrasiyi, dolayısı ile niteliği olduğu üzere Cumhuriyeti koruma altına alan düzenlemelerdir. Bu düzenlemeler, her zaman bir “olasılık” taşır. Vaki bir tehdit ya da saldırının olmaması, gelecekte de olmayacağına işaret olarak kabul edilemez. Bu bakımdan, yargının yasama özellikle yürütme erki tarafından etki altına alınması, sadece yargının sorunu olmayacaktır. Bütün erklerin tek elde toplanması ile, siyasi iktidar sahipleri aynı zamanda kanun yapan, kanun uygulayan ve nihayetinde yaptıkları kanunlarla yönetilenleri bağlı gören, ancak her nasılsa kendilerini bağlı görmeyen imtiyazlı bir sınıfa dönüşürler. Bu rejimin de artık Cumhuriyet olmadığı ve artık böylesi bir ülkede demokrasiden söz edilemeyeceği açıktır.

O tozlu tarih sayfalarında, savaş suçları mahkemesi önüne çıkarılan Nazi Almanya’sının 2. numaralı adamı Goring “Biz halka gerçeği söylemiştik” diyordu, “Sadece iktidara gelene kadar demokratik yollara başvuracağımızı açıklamıştık. Halk bizi bilerek seçti, bizi istedi.” diyordu....Goring, o gün bir başka şey daha söylüyordu...

Bizi yargılayamazsınız!''''

(*) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, 4696 sayılı ''''Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun''''u bir kez daha görüşülmek üzere TBMM''ye iade gerekçesinden.

 
Toplam blog
: 3
: 553
Kayıt tarihi
: 02.09.06
 
 

1976 Sivas doğumluyum. Ankara'da serbest Avukatlık yapmaktayım. Yaklaşık 4 yıldır çeşitli web sitele..