Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '17

 
Kategori
Siyaset
 

Siyasette yeni dönem...

Bildiğiniz gibi Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti genel başkanlığına seçilmesiyle beraber, Türkiye’de yeni bir dönem daha başlamış oldu. Partili Cumhurbaşkanlığı ya da kağıt üzerinde olmasa bile “defacto” bir Başkanlık rejimi yürürlüğe girdi. Okuduklarımdan ve iktidar partisi saflarında politika yapanlardan dinlediklerimden edindiğim kadarıyla Sayın Erdoğan’ın direksiyonda olacağı “Yeni Dönemde” ülkemizin bir sıçrama yapacağıdır. Türkiye, 2002 yılında AK Parti’nin iktidar olmasıyla beraber bir “iddia”yı da seslendirir oldu. Bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kurulduğundan bu yana hep bir “modernleşme” ve ileri bir “medeniyet” gayretlerinin içerisinde olmuştur.

İşte AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesi, siyaset içinde yeni bir soluk olarak geniş bir kitle tarafından desteklenmesi, yine belli alanlarda yaptıkları “cesaret” isteyen açılımlar, ülkemizin “modernleşme” gayretlerinin bir sıçrama eşiğidir. Merkez-çevre siyaset ekseninde konumlanmış kırsal kesimde yaşayan “sessiz çoğunluklar”, AK Parti’nin idareyi devralmasıyla birlikte kırsal yörelerden kentsel alanlara göç ederek memlekette önemli bir sosyolojik hareketi “sorunsuz” bir biçimde kotarmıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu sosyolojik tabanla beraber ülkeyi “modernleştirme” çabaları, önümüze paradoksal bir durum ortaya çıkarmaktadır: Büyük sermaye gruplarının ve Bürokrasi elitlerinin senelerce ülke yönetiminden uzak tutmaya çalıştığı çevre birimlerinin; mütedeyyinlerin, ezilmiş kitlelerin, yeni bir iddia ile kentlerde öbekleşmeleri, İstanbul büyük sermaye elitleri karşısında karşıt bir sosyo-ekonomik yapıyı oluşturmaları, siyasal geçmişimiz babında belirttiğim gibi üzerinde düşünülmesi gereken bir “vakıadır”!

AK Parti’nin bu şekilde “demokrasi” ve “modernleşme” çizgisinde bazı açılımlar yapması, AB ile diyalog içinde olması, ülkeyi AB hedeflerinde yeniden bir “dönüşüme” tâbi tutması; ve her şeyden önce siyaset yöntemi olarak “soft power”i belirlemesi, ülkeye milyarlarca doların gelmesi, İstanbul ve Anadolu sermayesinin hem palazlanması hem de çekişmesine yol açıyordu.

* * *

Adalet ve Kalkınma Partisi, merkez-çevre konumlanışında kendi sosyal tabanıyla bir büyük “Türkiye” mefkûresi ortaya koymuştur. Esasında AK Partiye baktığımızda 2002 yılından bu yana kadar merkezde tek başına kalması, esasında şuan nazarıyla ülkede büyük kitleler nezdinde çok güçlü bir parti olarak inkişaf göstermesi, onun uygulayageldiği politika ve AB odaklı “modernleşme” serüveninde yatar. Burada bir şeyin altını çizmemiz gerekir: O da AK Partiye teveccüh edenlerin içinde sadece muhafazakâr yaşam tarzına sahip kesimlerin olmadığıdır. Pek tabii liberallerin, önemli bir oranda Kürt vatandaşlarımızın ve özellikle özgürleşme ve daha ileri demokrasi arzulayanların, AK Parti şemsiyesi altında birleştiği ileri sürülebilir.

Daha önceki yazılarımda da ifade etmiştim. AK Parti siyasi elitleri ile onu siyasal kurum içinde destekleyen sosyal yapı ile Kemalistler diyebileceğimiz kesimler arasında hiçbir zaman ortak nokta bulunamadı. Her iki tarafta birbirine yanaşma, birbirinin hassasiyetlerini anlama yolunda çaba sarf etmedi. Büyük sermaye karşısında Anadolu sermayesinin iktidar gücünün verdiği destekle palazlanması, büyümesi, İstanbul sermayesiyle rekabet edecek düzeye gelmesi, siyasette olduğu kadar ekonomide de eksenin kaymasına neden oldu. Zaten büyük sermaye/kent burjuvazisi, 2002 yılında iktidarın değişmesine binaen AK Parti ile sıcak bir ilişki içinde olamadı. Ordunun 2002 yılında etkin olduğu yıllarda AK Parti’nin “askeri vesayetle” mücadelesinde, kent burjuvazisi desteğini her zaman olduğu gibi “bürokratik oligarşiden” yana kullanmıştır. İstanbul sermayesi, muhafazakârların iktidarını benimsememiş ve hep uzak durmuştur. Bürokratik oligarşinin ve kent burjuvazisinin endişeleriyle yaşamaları, AK Parti’nin büyük Türkiye idealinde tüm ülkeyi kucaklayamamasına neden olmuştur. Esasında, laik, Kemalist ve Cumhuriyetçi kesimlerin endişeleri hâlâ devam etmekte. Özellikle, yönetim sisteminin yeterli istişare kanallarından geçirilmeden, enine boyuna müzakere edilmeden değiştirilmiş olması yönünden, demokrasi hususunda endişeler devam etmekte. Yine, ekonominin kırılgan yapıda olması, özellikle ekonominin dış sermayeye bağlanması yani sıcak para girişlerinin cari açığı alevlendirmesi gibi konularda da endişeler devam ettirilmekte.

Yazıyı burada sonlandırıyorum.

Belki sonra devam ederim…

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..