Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '07

 
Kategori
Anılar
 

Siz nasıl diyordunuz?

Siz nasıl diyordunuz?
 

Bir araya gelmeye çalışırken birbirlerini sonsuza dek kaybetme riskiyle yüz yüze gelen iki aşığın hikayesini anlatan (The Lake House) ‘Göl Evi’ni Ağustos 2006’da vizyona girmesine rağmen ben ancak Şubat 2007’de izleyebildim. Çok şey mi kaçırmışım –hayır kaçırmamışım, bu tabi ki sadece benim tarafımdaki sonuç bu filme ait.

Sadece bazı sahnelerinden tahmin ettiğimden daha fazla etkilendiğimi sonradan fark ettim. Bundan iki yıl önce gözlerimi kapadığımda gördüğüm; Boğaz, İstiklal, Nevizade, Kalamış ve İstanbul’a ait bin bir çeşit yüz bu sefer Amerika için yaşandı gözümde daldığım ilk anda. Film Chicago’da geçiyordu ve benim adımlamış olduğum caddeleri, sokakları, tanıdık gelen her yeri yüzümde kocaman bir gülümsemeyle izlemiştim.

Oysaki ‘geri geldiğine pişman mısın?’ ya da ‘özlüyor musun Amerika’yı?’ Benzeri sorulara verdiğim net yanıt hep ‘hayır’ oluyordu ama yine de orda geçirilmiş bir zaman ve o zaman içerisinde yaşanan birçok şey var ve demek ki Amerika’dayken gördüğüm Türkiye manzaraları, burnuma gelen iyot kokusu benzeri bir durumu Amerika’ya bu kadar uzaktan bakınca da hissedebiliyormuşum.

Şimdi düşününce aslında gün içerisinde ailenle, sevdiklerinle telefonda konuşmadıysan, bilgisayarını açıp iletişim kurmadıysan, gazeteleri açıp okumadıysan aslında Amerikalı olmadığını düşünmen için bir sebebinde olmuyor günlük koşturmacanın içerisinde. Okula gidip gelirken uzun süre araba kullanmam gerekirdi mesela ve bu yolculuklarda bol bol müzik dinlediğim düşünülerse bir çok radyo programına abone olmuş gibi takip ederdim. Aslında her şey normal gibi görünse de bir süre sonra program yapan kişilerin Türkçe konuştuğunu düşünmeye başlamıştım, kendi adıma konuşma bölümü geçip şarkı çalmaya başladığında bu kadın Türkçe bir şey mi dedi diye düşünürdüm! Tabi ki bu sadece bir yanılsamaydı ama Amerikan kültürünü ve dilini o denli benimsemiş olmakta garip gelirdi. ‘Kültür Şok’ denilen şeyinde benim üzerimde en ufak bir etkisi olmamıştı. Tamam gitmeden önce çok araştırmış, okumuş, başkalarının deneyimlerinden bir şeyler öğrenmeye çalışmıştım ama havaalanında pasaport kontrolündeki görevli ‘Welcome to the United States’ dedi ve bende ‘eywallah’ dedim yani içimden ve sonrası sanki yıllardır orda yaşıyormuşum gibi gelişti.

Aslında Amerika’ya o denli kolay adapte olabilmişken, doğduğum büyüdüğüm ülkeye yeniden adapte olmak uzun zaman almıştı geri dönüşümle birlikte. Şimdi gülümseyerek anımsıyorum ilk birkaç haftayı; asla ‘siz nasıl diyordunuz’ şeklinde bir yaklaşımımım olmasa da girdiğim büfelerden sigara istemeye çalışırken tamamen istem dışı İngilizce konuşmak, kimliğimi göstermeye çalışmak. Arabamın düz vites bir araba olduğunu tamamen unutarak sadece kontağı çevirmek ve tabi ki sarsılmak bunun üzerine hala akıllanmayarak gaza basmak ama vites değiştirmeyi ihmal etmek, sadece karşıdan karşıya geçmeye çalışan insanlara yol vermeye çalışmak ya da sarı ışık yanarken hala hareket etmek için beklemek gibi nedenlerle duyduğum hoş olmayan sözleri de anımsıyorum tabi ki!

Ordayken eksik olan bir şeyler vardı hep özlediklerime dair, şimdi buradan bakınca evet Türkiye’nin de Amerika’ya göre bazı eksikleri var ama nasılsa biz zaten onlara alışmamışız. Benim için varsa yoksa sevdiklerim gerisi boş…

İzlenen bir filmin getirisi olarak geldi bu yazı, fotoğraf makinemden çıkan birkaç Chicago karesini de aşağıda görebilirsiniz...

 
Toplam blog
: 41
: 1436
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

27 yıl geçmiş ilk günden bu yana... Okullar okunmuş, MBA'ler yapılmış, Amerikalara gidilmiş, hayat h..