Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mart '10

 
Kategori
Deneme
 

Siz neler kaybettiğinizin farkında oldunuz mu..? Bölüm-1

Siz neler kaybettiğinizin farkında oldunuz mu..? Bölüm-1
 

İnsan Mühendisliği yazılarıyla Öner Samanlı, insanların kayıplarını açıklıyor


SİZ NELERİNİZİ KAYBETTİNİZ? – 1

(Bu başlık altındaki yazımız, Goethe’nin güzel sözünün içeriğinden hareketle, üç bölüm halinde yayına hazırlanmıştır)

“Mal kaybeden bir şey kaybetmemiştir.

Onurunu kaybeden çok şey kaybetmiştir.

Cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir”

GOETHE

BÖLÜM 1

MALLARINI KAYBEDENLER;

Siz ne kadar malınızı kaybettiniz…..

Bu soru size sorulduğunda yaşınız yirmi ise, henüz bir şey kaybetmediniz. Çünkü kazanmanın yeni başındasınız.

Bu soru size sorulduğunda yaşınız otuz civarında ise, yirmisine kadar kazanmadınız çocukluğunuza, gençliğinize sayalım, demek ki on yıllık malınızı yitirdiniz..

Yaşınız elli ise, yirmisine kadar kazanmadınız çocukluğunuza, gençliğinize sayalım, otuz yıllık malınızı yitirdiniz…

Yaşınız seksen ve hala yaşamaktasınız. Görüntünüz de adam gibi bir hal sergilemekte. Mal mülkü hesap edebiliyor, topluyor, bölüyor, çarpabiliyor, çıkartabiliyorsunuz.

Yardım ediyor, dost arkadaş seçebiliyorsunuz. Kadın iseniz anneanne, erkek iseniz büyükbaba görüntülerindesiniz.

Çocuk sahibi olmuş iseniz, çocuklarınız size anne yada baba diyor, çevrenizdekiler.

Çocuklarınız olmamış da olabilir. Size değer veren, adam gibi gören, kadın gibi gören değerler de, anne veya baba diye hitap edebilirler.

Yaşları yarı yaşınızdan küçük iseler onlarda size anneanne yada büyükbaba, emmi, teyze gibi adlandırmalarda bulunabilirler…

Yaşınız diyelim seksen, yirmisine kadar kazanmadınız çocukluğunuza, gençliğinize sayalım, altmış yıllık malınızı yitirdiniz…

GOETHE SÖZÜNDEN HAREKETLE DEĞERLENDİRME

Yaşınızın otuz, elli veya seksen, doksan olması fark etmiyor. Hangi yaşta mal kaybetmiş olursanız olun, çok bir şey kaybetmemiş durumdasınız.

Ne mutlu…

YUNUS SÖZÜNDEN HAREKETLE DEĞERLENDİRME

Yaşınızın otuz, elli veya seksen, doksan olması fark etmiyor. Hangi yaşta mal kaybetmiş olursanız olun. Mal da yalan, mülkte yalan diyor ve ekliyor, var biraz da sen oyalan…

Ne mutlu…

RAHMETLİ ANNEANNEMİN SÖZÜNDEN HAREKETLE DEĞERLENDİRME

-Ah oğul ah, şu romatizma büktü belimi, dizlerim üzerinde duramaz oldum. Neydim beeeen.

-Neydim…

-Hanı hamamı neylim…

-Şimdi ahlar ile geçiyor bu sefil ömür…

-Kocayınca kurt, itin maskarası olurmuş diyene kızardı rahmetli babam, ama birde kızarak eklerdi ardından…

“Kurt asil ve ruhu yüce hayvandır. Leş yemez çakal gibi.

Onurludur yaşlansa da, onuru ile aç bırakır kendini girer bir karanlık ine ve öyle ölür.

Amma birde lağabıyla, şemaliyle kurt postunda bürünmüş çakallar vardır, Kurt sesi ile de ürür bunlar, amma velakin aslı menendi, kurt değil çakaldır bu zavarların, işte sözün gelimi bunlar için söylenmiştir.

Bunlar erkek ise, avrada; anam, bacım, kızım diye yanaşır, amma velakin fikri, akılları, elleri avret yerlerini sıvazlayarak gün geçirir, ucuz hayasız hayaller ile şefkatlerinin gölgesinde her daim gerdeğe girerler, bunlar ar haya namus bekçiliğine soyunurlar ammavelakin, namus haya hak getire, sözlerini er kişi gibi sanırsın, tavrı sergüzeştleri ise kancık it gibidir… Kadın ise de var bun gibilerden, sen benzet gali….”

-Ah oğul ah,

-Önemli olan asıldır.

-Aslın, (mayan) iyi ise, korkuya hacet yoktur.

-Bal kokmaz, asıl da azmaz oğul…

-Lakin, işte rahmetli babamın da buyurduğu üzere, bunlar kurdun essahı değil, soysuzu, çakallardır.

-Bunlara ard dönülmez.

-Bunların ilim irfanlı olup olmaması da, fark etmez.

-Oğul, bak kime iyilik ettin, hacet gördün başına kakma..!

-Her dem gusullü ol, anam, bacım dediğine başka kem göz ile bakma.

-Evinde, barkında, gailesinde ise sakın ha sakın, bu dem ile ad koyduğun kişilere de uçkur açma, Amma beyninle, amma essahından…

-Harun’un hazinesi kaldı mı yarına, kim öle kim kala.

-Malda mülkte yalan, adam gibi adamlıktır baki kalan…

- Gelmeli gerisin geri gençliğim şimdi bak o zaman, Fadımağtuna…

-Seğirtip de almalıyım pöçüme koca bulgur çuvalını, Ahırdağı’nın eteklerine kadar koşmalıyım… (Kahramanmaraş’ta) görmelisin sen de…

-Rahmetli Veli dedene, beni oniki yaşımda verdiler çocuğudum, bilmem başka kelli. Onun yaşı yirmisekiz. Ne var arada fark, hesapla kelli.

-Bilirsin öldüğü vakti sen. Ne kurt postunda çakallar yanaştı bilir misin, bilmen ki sen.

Kadın kalmaya görsün ersiz.

-Oğul sen bilmen de, ben inenin deliğinden gözlerim Hindistan’ı…

Nur içinde yat, benim filyavrusum, anneannem….

Demek ki, rahmetli anneannemin sözünden hareketle değerlendirme sonucunda, mal mülk değil, adam gibiliktir aslolan…

BÖLÜM – 1’in SONUCU:

Sanıyorum, Fransız edebiyatında okuduğum bir öyküden anımsıyorum.

Elli yaşında bir zevat ile doksana merdiven dayamış iki kişi ve aralanan perde de yaşananlar..

Onu bulunduğu siyasi bir partinin konferansında tanır.

Uzun uzun sohbet ederler. Yaşı doksana merdiven dayamış, başında saçı yok ama, dişleri tekmili birden ana dişli ihtiyar ile başlayan arkadaşlığın sürecidir bu.

İhtiyar, emeklidir evli, ama hiç çocuğu da olmamış.

Karısı için “evdeki karı, Allah canını alasıca” diye hitap eden birisi.

Ellilik zevat ise, serde eğitim adamı. Bir cemiyet adamı aynı zamanda. Sohbet koyu….

Birlikte sohbetin devamıyla, ellilik zevatın mensubu bulunduğu camiaya gelirler. Ortam çok hoşuna gider ihtiyarın.

Oda bu gönüllülerin çabaladığı camiaya katılmak ister, alınır, sayarlar kendisini….

Severler, baba diye hitap ederler…

Her gelişinde, elleri boş gelmez. Bonkör görüntüdedir.

Zaman böyle gelir geçer…

Bir gün camiadaki bir hanımın resimlerini porselen kahve fincanının bir tarafına, kendi resmini ise, diğer tarafına ressama yaptırmış, gelir mekana.

Kupada resmi olan hanım çok sevilen sayılan birisidir. Hoş kadındır ama boş değildir. Meslek sahibi, etiketli ve etik bir kişiliğe sahiptir. Yıllardır onuru ve namusu ile tüm kadınlara örnek olabilecek çizgide bir saygınlığı vardır. Kimse için kötü düşünmeyen, tabiri caiz ise bardağın daima dolu tarafına gören bir onur abidesidir.

İhtiyarca, hediye fincanlar üstelik yedekleriyle getirilmiştir.

Birisi işyerinde kullanılsın, diğeri evinde, bir diğerleri de kırılırsa kazara, yedek olsun düşüncesiyle birkaç tanedir.

Sonra orada bulunanlar; bizde isteriz bizde isteriz derler. amma velakin ihtiyar (eski kurt..?) tur.

-Ben hayranı olduğum hanımların resmini kendi resmimin yanına koyarım.

Sonra bazı hanımlarda da, kendi resimleri yanında ihtiyarın da, üzerinde birlikte bulunduğu gençlik resimli fincanlardan olduğunun görüldüğü söylenir.

Elli yaşlarındaki zevat, bir elli yaşıma girdim diyerek şaşkınlığını koyar ortaya….

Bunların kocaları, kızanları var ama kıskanan yok mu?

Diye bir düşünce derinliğine dalar.

İçindeki doğruluk melekleri, şeytanı ablukaya alır ve fitne ve fesat olmaması gerektiğinde telkin eder kendisini.

Amma fincanın birisi çok farklıdır.

Bir hanım görmüştür ve kocasının ise, kendisine böylesi hediyeler yaptırmadığı için kavga etmiş, hatta o kızgınlıkla anasının evine gitmiştir. Çünkü kırk yıllık kocası bile kendisine böyle bir porselen üzeri resimli fincan hediye etmemiştir.

İhtiyar denizde balık tutmaktadır. Beklentisi ise ufuktaki bir çift gözdür ve bu gözleri oltasına gelmek üzere sabırla beklemektedir.

Ellili adam, ihtiyarı getirdiği camiada bu davranışları açısından defalarca uyarmıştır.

Ama ihtiyar hiçbir uyarıya kulak asmamakta ve hatta, “sen bu işlerden çakmazsın” diye de karşı çıkmaktadır.

Neyse bir gün bu balık tuttuğu fincanları verdiği kişi ile her ne nedenledir bilinmez ama, dargınlığı olmuş ve kendisine baba diyen ellilik adamın yanına yakınmaya gelmiştir.

-Aşığım aşık, zıbarmadı gitti şu moruk karı, vallahi teliyle duvağıyla almazsam, Kilisede Maria Antuanet gibi nikah kıymazsam diye…!

İçini dökerek, yardım ister.

-Ellilik adam, “Yahu baba, sen kızım diyorsun, bu ne perhiz bu ne brokoli..?” der.

-Sen anlamazsın aşk bu aşk…

Diyerek çıkışır ona..

Cebinden bir kağıt çıkartır. O güne kadar o hanıma neler almış, kaç para vermiş, ona, çocuklarına, familyasına neler hediye etmiş, ne taksi paraları, neler neler, bunların maddi tutarlarını, frank frank, alt alta yazmış toplamış olarak, gösterir….

-Bunlar milyarlar milyarlar diye de onaylar, listesini….

-Ben ben, yemiyorum, yediriyorum. Ben bu yaşıma kadar aşk yaşamadım aşk, diyerek acıklı bir görüntü sergiler.

Camia şaşkındır, bu baba denilen adam için, bir bilge kişi bulsak da nasıl öğüt verdirsek, diye düşüncelere karışırlar.

Nasıl yapacağız ki, Hatta Moliere’nin Cimri’sini anlatalım diyen olduğu gibi, bir Türk araştırmacısı olan zatın birisi, Türkiye’den Hoca Nasreddin denilen efsane bir bilge vardır. Onun “Bindiğin Dalı Kesme” darbı meselini anlatabilmeyi önerir. Bu öneri kişi tarafından ortamdakilere anlatılır ve anlatıldığında çok uygun olduğu onaylanır.

Biraz düşünme aralığı ricasıyla.

Öykünün devamını ise anımsayabilirsek eğer, diğer yazının sonucuna eklemek üzere…

Dileğimiz odur ki; yaşları küçük veya büyük mallarını yitirmeye yol alanlara, ithaf olunur.

Öner SAMANLI

19.03.2009

ÜSKÜDAR

( “ HAYATIM ACI BİR ROMAN - ANILAR VE BELGELER “

BETİĞİMDEN ALINTI OLUP DİĞER BÖLÜMLERİ İLE OKUYUCULARIMIZA SUNUMU DEVAM EDECEKTİR)

 
Toplam blog
: 295
: 3087
Kayıt tarihi
: 22.08.08
 
 

Prof.Dr. Öner Samanlı, yıllarını eğitim ve öğretim faaliyetlerine adamış, birçok bilimsel makalen..