Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

salih haluk reşat şentürk

http://blog.milliyet.com.tr/shr

31 Mayıs '13

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Sizi ben seçmedim diye mi?

Sizi ben seçmedim diye mi?
 

Ben kimim...Sizler kimsiniz ?


Seçmeme Özgürlüğü

Yüzyıllar boyunca insan, özgür irade diye bir şeyin var olup olmadığı üzerine kafa yormuş. İçinde bulunduğumuz yüzyılın başlıca sorunsalı ise; seçme özgürlüğü. Sorunun odak noktası anlamı sorgulamaktan, eylemi vurgulamaya doğru kaymış. Seçme hakkının sınırlandırılmasına, özgürlüğe tecavüz gözüyle bakıyoruz... “

“ Bir seçimi yaparken bütünü düşünme ve kavrama fırsatını kaçırıyoruz. Seçim yaparken taraf tutuyoruz ve bizimle birlik olanları yanımızda kalmaya, bize karşı olanları da bizim tarafımıza geçmeye iteliyor, seçim yapmayanları da unutulmaya mahkum ediyoruz. Seçmek, böl yönet kuralını kendi kendimize dayatma yöntemidir.”

“Seçmekle, kendini haklı gören, başkalarını mahkum eden insanlar haline geliyoruz. Bir tarafı, herhangi bir tarafı tuttuğumuz anda da totaliter olup çıkıyoruz.

Sonuç; Ya şu, ya da bu’dur…”

Diyerek bugünlerde yaşanan büyük bir sorunun cevabını vermiş Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü adlı kitabında…

Benim için bir başucu kitabı oldu okuduğum andan itibaren…

Yaşadığımız olaylar bu kitabı ve bu satırları aklıma getirdi. Bizler seçme konusunu ve şeklini tam yazıdaki gibi farklı yorumluyoruz. Aslında bir nevi seçim yapmaya kışkırtılıyoruz. Bu seçme ve bağlanma eğilimimiz yüzünden de sömürülüyoruz. Bu işi öylesine hızlı ve detaylarına inmeden yapıyoruz ki. Çoğumuz daha bir seçim bile yapmadan önce belirli bir tarafın üyesi olup çıkıyoruz. Bunun en büyük nedeni de içinde bulunduğumuz, yetiştiğimiz sosyal yapılara sorgusuz sualsiz uyum sağlama eğilimimiz yüzünden oluyor. İçinde bulunduğumuz yada bulunacağımız takım veya grubun tüm değerlerine, yorumlarına, düşüncelerine aynen katılır, kabul ederiz. Öyle ki, bazen aykırı sözler duyduğumuzda                           “ – Acaba? “ diye düşünsek bile sonra hemen savunmaya geçer, kendimizi ve bağlı olduğumuz yapıyı haklı çıkarırız.

Bu aşamada artık resmin bütününü görmekten ve görme çabasından uzaklaşmış oluruz. Kararlarımızı alırız, ötekiler yanlış taraftadır ve hatalıdır. Biz üstün ve doğruyuz. Onlar, bizden aşağıda… Bunları öyle çok tekrar ederiz ki değişmeyen bir nakarat olur bunlar. Aksiyle ilgili en ufak bir şüphe bizi altüst eder, oluşabilecek bir tereddüt bile moralimizi bozar. Beraberliğin ruhuna, amaca ters düşer. Kuşkularımız aidiyet duygusunu olumsuz yönde etkiler ve yalnız kaldığımızı hissederiz. Kaybolma tehlikesi hissederiz. Çünkü seçim yaparak “bir yere” ait olduk. Ait olunca dostluklar kazandık, toplumun dışında kalmadık.

İşte taraf tutmanın dayanılmaz hikayesi böyle gözüküyor dışarıdan bakınca…

Ancak, iyi anlamamız ve üzerinde durmamız gereken konu; seçme ve bağlanma eğilimlerimizin bizi sömürülmeye götürülmesidir. Öyle güzel, öylesine alçak bir beceri ile sömürülüyoruz ki, kimin ne zaman, ne yapacağı, yapabileceği belli olmuyor. Bizlere her şeyi yaptırıyorlar ve işin sonunda kendimizden utanıyor bile olsak bunu itiraf edemiyoruz. Peşinden koştuklarımız bize her şeyi yaptırdıklarından mutlular ve başarı ile seyrediyorlar.

Yoksa adamın biri çıkıp “ - Hem taraf olacaksın, hem de ambülans bekleyeceksin. “ sözünü nasıl söyleyebilir. Bizler insanlığımızdan utanırız bize bunları yapan ve yaptıranlar utanmazlar…

Ancak; son perdeyi, kimin açacağı hiç belli olmaz…

Hüzün, sıkıntı ve isyanla yazılmıştır…

 

 
Toplam blog
: 136
: 750
Kayıt tarihi
: 18.02.07
 
 

Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mezuniyeti ve askerlik sonrasında başladığım iş hayatım aynı kuru..