Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '14

 
Kategori
Deneme
 

Şizofrenik izdüşümler

Şizofrenik izdüşümler
 

Sessizlik… Öylesine sürüp giden bir sessizlik. Sessizliğin yongaları birer birer tamamlıyor yalnızlığımızı. Kendinizi sessizliğin ritmik melodisine kaptırıyorsunuz sonra. Hayat bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçiyor bir an. Kısa metrajlı çalıntı filmler, çalıntı serüvenler. İzlenen film sizin hayatınız; ama o hayatı yaşayan siz değilsiniz aslında. Sevinçler, korkular, kuşkular, ihanetler, itiraflar, kederler… Bir yanınızda öldüren bir çığlık, diğer tarafta meçhul bir ölüm sessizliği. Bu filmin konusu yok; adı yalnızlık. İçi boşaltılmış bir gerçeğe dönüşmüş kaçınılmaz yalnızlığımız. Kalabalıkların ortasında çırılçıplak bir yalnızlık ya da çığlıkların en şiddetli noktasında gizlenmiş amansız bir sesszizlikten öteye gidemeyen kısır bir döngünün çarklarında debelenmeye başlıyorsunuz çaresizce…

Her tarafınızda sayısız ayna. Her tarafta siz ve her tarafta sizin dışınızdaki sizler; yani bizler; yani onlar…Her yanınızda maskeleşmiş kimlik belirtileri ve zamanla maskeye uydurulmaya çalışılan çelişik karakterler. Kendisini kaybetmiş ve kaybedileni arama kudretinden yoksun tek tiplşetirilmiş beden yığınları…Farklı yüzlerin, farklı bedenlerin ardına gizlenmiş benzerler. Biribirine kenetlenmiş vücutlar, hiç ayrılmayacakmış gibi sarılı duran eller; fakat birbirilerinden haberdar olmayan ruhlar. Kendilerine sevgili, arkadaş, dost, anne, baba, kardeş denen yabancılar. Hep başka hayatları yaşayan, “öteki”nin sevinçlerinden istifade edip hüzünlerinin ağırlığından kaçan (sözüm ona) aşıklar, sevenler, sevilenler…

Dünya dönmeye devam ediyor ve zaman hayaleti ömrümüzün güncesini tuttukça, olgunlaşıyor maskemiz, sahte yüzümüz ve bunların somutlaştığı günahkar beden. Kendi kendime bir şeyler fısıldıyorum, karşıma sizi, bizi, onları, herkesi, hiçkimseyi alarak: “Farkında olarak ya da olmayarak yaşadığınızı mı düşünüyorsunuz? Sadece soluk alıp vermek midir yaşamak? Cevap verin! Siz böyle düşündükçe ölmeye başlıyorum ben de. Katlime ferman okuyorsunuz medetsiz, an be an bir cinayet işliyorsunuz umarsız, gamsız ya da ben miyim dirilen sizi içimde öldürerek? Sonra susuyorsunuz, susuyorsunuz, susuyorsunuz. Herkese karışarak hiçkimseleşiyorsunuz…

Yurdunu yatağını terk etmiş bir ırmak misali akıyorsunuz sonra zamanın ufuksuz çizgisine. Tereddüt etme, uzat yolunu sen, uzadıkça zaman. Giden gitmiştir, akan akmıştır, bitsen bile ne fayda. Kaybolan günler, sürüp giden acımasız zaman, faili meçhul platonik arzular, başka hayatlar üzerine kurulmuş ve kendisine “umut” denmiş ütopyalar. Hayatın karmaşık kıyısında geçmiş, az sevinç fazla göz yaşıyla yoğrulmuş, bazen dahiyane bazen aptalca süregelmiş dramatik ve bir o kadar çetrefilli bir yaşam heybesi. Kaybedilmiş pırıl pırıl idealler ve kirletilmiş, yıpranmış düşünce ve umut kırıntıları… Hayat pembe bir düş gibi bulanık ve yitik ve her şey bu filmin senaryosuna ihanet etmeyen bir istikrarla savrulup geçiyor. Tutmak istiyorsunuz bu vurdumduymaz, kurallar bütünü döngüyü; fakat sizi tutacak kimse yok bu düzlemde. Benzeşmekten öte ne geçer ki elinize. Döngüleşmek, uzaklaşmak, yalnızlaşmak…

Yalnızlık… O, her yerde. Harran Ovası’nın buğulu atlasında yıldızları sayan tarla yorgunu bir amelenin ışıltısını yitirmiş gözlerinde, inşaat diplerinde karın tokluğuna ter döken acemi işçinin nasırlı ellerinde, yurtta ranza dibinde tütün saran bıyıkları yeni terlemiş talebenin özleminde, ya da Ankara Güven Park’ta karnını bir simitle doyurmaya çalışan üniversitelinin korkunç trajedisinde.

O, içimizde ya da biz onun hapsindeyiz farkında olmadan. Bir bedende yalnızlıklar yığınıyız. Bir beden nasıl katlanır bu çelişkilerle dolu suskun yalnızlıklara ve insan nasıl anlatır bunu kendini ihbar edercesine.

Nasıl anlatsam bilmiyorum. Ya ben anlatamıyorum ya da ben anlattıkça anlamsızlaşıyor hissettiklerim. Fışkırmayı bekleyen bir volkan gibi bastırılmış feryadlar var yüreğimde. İnfazını bekleyen bir idam mahkumunun trajik korkularını barındırıyorum beynimde. Hem nedir ki bir idam mahkumundan farkımız, ne zaman öleceğimizi bilmemek dışında?

Belki gülüp geçeceksiniz tüm bu yazılanlara. Ama gülmek ağlamanın öteki yüzüdür. “Gülerek ağlatmayın kendinizi.”

 
Toplam blog
: 3
: 265
Kayıt tarihi
: 10.01.13
 
 

2011 İnönü Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Mezunu. Yazar, aktivist. Herkes gibi sıradan bir insanım..