Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Slovakya gezi notları

Slovakya gezi notları
 

slovakya / bratislava / novy most ( yeni köprü ) ve tuna nehri


12.09.2012   (  KRAKOW  -  BRATİSLAVA   )

Bugün mekan değiştireceğim. Daha doğrusu, ülke ve kent değiştireceğim. Sabah 06.00’da uyandım. Oda arkadaşlarımı uyandırmamak için sırt çantamı toplama işini koridorda yapmak üzere sessizce dışarı çıktım odamın loşluğundan. Fermuarları patlatmadan, imanına kadar dolu bir sırt çantasını kapatmaya çabalamanın yeni işkencesini yaşıyorum bir müddet. Hostelin resepsiyonundaki genç kız, kahvaltımı hazırlamış ( 5 PLN ), şimdi de önündeki masaya kapanmış uyuyor.

Bir kez daha ve son kez Eski Kent Meydanı’na ( Rynek Glowny ) yürüyorum. Henüz herkesin uykuda olduğu saatlerde, meydanda banklarda, sızmış bir berduş ve fahişeden başka kimseler yok. Sn. Mary Kilisesi ile hemen karşısında yer alan 16. y.y’lardan günümüze gelmiş Sukiennice ( Kumaş Pazarı ) sabahın sessizliğinde, yüzyıllardır yaşadıklarını birbirlerine fısıldar gibi, yapayalnızlar meydanda, belki, diğer yandaki, yaşıtları Belediye Sarayı Kulesi de eşlik ediyorlardır onlara. Ardından, ara sokaklarına giriyorum, parklarında oturuyor

Sonra, işe gitme telaşındaki gençlerin arasına karışarak, Bosacka otobüs terminalinin yanıbaşındaki Galeria Krakowska  isimli devasa alışveriş merkezine gidiyorum. Amacım, buradaki kitapçıları dolaşmak. Macaristan’da kitapçıları dolaşmaya doyamamıştım. Hayret edilecek kadar ucuzdu kitap fiyatları ve Macar’lar, mağaza girişindeki sepetleri kitaplarla doldurarak ayrılıyorlardı.

Saat 11.00’e kadar dolaşıyor, sonra hostel’e dönüyor, sırt çantamı alıp, hostel’in en sempatik personeli genç kızla vedalaşıyor ve tekrar Galeria Krakowska’ya geliyorum. Buraya gelmeye mecburum, zira, tren garına veya Bosacka otobüs terminaline kestirmeden gidebilmek için mecburen bu alışveriş merkezinin içinden geçmek gerekiyor. Gelmişken, Carrefour’a giriyor ve kocaman bir pizza yiyorum ( 4.5 PLN ). Krakow yolculuğum muhtemelen 5 saat sürecek ve 460 kilometre yol katedeceğim.

Hareket saati olan 12.40’a doğru perona geliyorum. Hayret hiçbir peronda Bratislava yazmıyor. Hareket saati geçiyor, perona gelen giden otobüs yok. Gişeye soruyorum, info’ya git diyor. Orada da, İngilizce bilen olmadığı için derdimi anlatamayınca çaresiz perona gelip, tekrar beklemeye başlıyorum.

Yarım saat sonra, yanıma bir kadın geliyor ve arı bir İngilizce ile “ Bratislava’ya mı gideceksiniz ? “ diye soruyor. Evet deyince, telaşlı telaşlı, kendisinin de Bratislava’ya gideceğini, ancak otobüsün gelmediğini söylüyor. Lehçe biliyorsa, info’dan öğrenebileceğini söylüyorum. “ Otobüs gelirse benim için beklet o zaman “ diyor, gülerek, “ o.k “ diyorum. On dakika sonra geliyor; danışma; “ ben bilmiyorum, biletin üzerindeki telefon numarasını arayın “ demiş. Bu arada, yine İngilizce bilen, daha sakin bir kadın geliyor ve onun telefonundan arıyorlar. Trafik sıkıştığı için gecikeceği cevabını alınca hepimiz rahatlıyoruz, ardından 15 dakika sonra, Ecolines’ın otobüsü perona yanaşıyor. Neticede, neredeyse, bir saat gecikme ile Bratislava’ya hareket ediyoruz. Avrupa ülkelerinde ilk defa böyle bir gecikmeye şahit oluyorum.

Arkada bir kadının telefonda Türkçe konuştuğunu duyuyor ve ilk molada yaklaşıyorum yanına. Bulgaristan Türklerindenmiş ve Riga’dan Sofya’ya gidiyormuş. Cieszyn sınır kapısına doğru ilerliyoruz. Sınıra 72 kilometre var. Hava puslu ve yağmur işaretleri var. İleride Karpat Dağlarının silüetleri görünmeye başladı yine. Yolumuzu dik kesen Sudeten Dağlarına tırmanıyoruz ne zamandır. Yine, yöreye özgü, dik çatılı, ilginç mimarili evler görünmeye başladı.

14.44’de, Bratislava’ya 307 kilometre yolumuz var hala. Zakopan yol ayrımından sonra trafik daha rahatlıyor, yine de TIR trafiği hayli yoğun. Yine kış turizminin yoğun olduğu yerlerdeyiz. Telesiyej tesisleri, tepelere uzanan çam ağaçlarının arasında yitip gidiyor. 15.15’de Ciezyn sınır kapısından, bir başka Schengen ülkesine rahatça geçiyor otobüs, sınır geçtiğimiz sadece yoğun TIR trafiğinden ve “ Slovakya’ya hoş geldiniz “ panolarından anlaşılıyor. Artık, Budapeşte’den Krakow’ giderken geçtiğim yolları katediyorum gerisin geri. Otobüs iki katlı ve neredeyse bomboş ve çok yavaş gidiyor, önümüzdeki 307 kilometre yol nasıl bitecek merak ediyorum.

Giderek güzelleşiyor etrafım. İki tarafımda Karpat Dağları yükseliyor, aşağılarda vadide Vah nehri, kah sağımızda, kah solumuzda akıp gidiyor. Kıvrılarak devam eden tren yoluna paralel gidiyoruz kimi zaman. Büyükçe bir yerleşim olan Martin’den geçerken, yol üzerindeki oto galerilerinde bulunan araçların fiyatlarını okumaya çalışıyorum. Marka ve modellerini inceleyemesem de, 2. el fiyatları 4000 € ile 8000 € arasında değişiyor. Biz, devletimize ödediğimiz dolaylı vergilerle bir dünya rekorunu her zaman elimizde tutuyoruz anlaşılan.

Başka bir yerleşimden geçiyoruz Zilina’dan. Bu kent Slovakya’nın 4. büyük kenti. Yoğun bir Kore kültürünün, marketlerinin ve mutfağının yaygın olduğu söyleniyor. Nedeni ise, Kia’nın yılda 300000 araç üretimi planladığı en büyük fabrikasını burada açması. Zilina çıkışında otoyola giriyoruz. Otoyolda trafik yoğunluğu yok, biraz daha hızlanır gibi oluyor. Derken, küçük bir tesiste mola veriyor. Bulgaristan’da, Varna kentinde yaşayan kadınla laflıyorum. Gidiş dönüş için 250 € ödedim diyor. Eurolines ve Ecolines, çingene vapuru gibi, neredeyse, tüm Avrupa ülkelerine gidiyorlar. Anlıyorum ki; yaptığım plan daha doğru; Bratislava’dan, Viyana’ya geçip, Pegasus Havayolları ile dönmek, hem daha az yorucu, hem daha ekonomik.

Saat 18.00 oturmaktan bunaldım, hava kapkara bulutlarla kaplı, sık sık sağanak yağmurun içine girip çıkıyoruz. Camlara vuran iri yağmur damlaları ile uykum geldi, içim geçiyor sık sık, dalıp gidiyorum. Trençin’den geçiyoruz, yollar bitmiyor. Hiç sevmediğim bir şey olacak bu akşam, gecikmeden dolayı, hiç bilmediğim bir kente, karanlıkta, üstelik de yağmur altında merhaba diyerek, kalacağım hosteli arayacağım.

Köylerin yakınlarındaki tepelerde, kale kalıntıları görüyorum. Merak ediyorum, şu dünyanın kan bulaşmamış bir karış toprağı var mı acaba ? Türkiye’de de mağazalar zinciri olan C&A konfeksiyon firmasının devasa bir fabrikasının yanından geçiyoruz bir ara.

Saat 19.00, gecikmeseydik, şimdi Bratislava’ya varmış olacaktım. İlerlediğimiz istikamette, ufuk çizgisinde kıyametler kopuyor, şimşekler çakıyor, yağmurlar iniyor yere. Nitra kentinden sonra, bitip tükenmez bir yağmurun içinde ilerliyoruz. Otobüste herkes sıkıldı. Terminaldeki telaşlı kadın, önde oturan kadınlarla epeydir sohbet ediyordu, şimdi de keyifle şarkılar söylüyor.

Bratislava üzerine tepsi gibi kapkara bulutlar yerleşmiş. Sonunda 19.30’da, Bratislava’ya giriyor otobüs ve Mlynske Nivy otobüs terminalinin önünde iniyorum. Sırt çantamı bagajdan alana kadar, sırılsıklam oluyorum. İçeride kapalı salona zor atıyorum kendimi. Gazete bayiinden 15 dakikalık otobüs bileti alıyorum ( 0.7 € ). Bu kentte 15 ve 60 dakikalık ( 0.9 € ) biletlerle şehir içi otobüslere binildiğini okumuştum. Hostelbooker kanalı ile rezervasyon yaptırdığım Patio Hostel’i bulmam gerekiyor şimdi. Yakınından geçen 202 nolu troleybüsün durağını soruyorum, , şemsiyelerinin altında koşan gençlere. Beni durağa kadar getiriyorlar. Az sonra gelen troleybüse atıyorum kendimi. Binmeden önce de, durakta bekleyen kızlardan teyit alıyorum. Rajska’ya gideceğini söylüyorlar. Gerçi, birisi ısrarla gitmez diyor ama çoğunluğa uyup biniyorum.Elimdeki bilgiye göre, Patio Hostel’in bulunduğu Rajska semtine iki durak var ve son durak burası. Troleybüs durmaksızın gidiyor, benden başka sadece iki kız var içeride. Onlara soruyorum, “ Rajska’dan geçmez “ diyorlar.  Geriye dönüp, 300 m. sağa yürüyerek, başka bir otobüse binmem gerekiyormuş. Hoppala, yağmur, karanlık derken korktuğum başıma geldi. Üstelik nerede indiğimi de bilmiyorum. Sırt çantamı kapıp, gelen ilk durakta iniyorum.

İner inmez, sarı saçlı beyaz soluk tenli bir kızla göz göze geliyorum. “ Rajska’ya mı gideceksin ? “ diyor. Şaşırıyorum, nereden bildi, Rajska’ya gitmek istediğimi. “ evet “ diyorum, “ ben götüreyim “ seni diyor. Kendi kendime, “ hayırdır, bakalım başıma neler gelecek “ diyerek, kızla yağmur altında yürümeye başlıyoruz. Bir yandan da kızı inceliyorum, hiç de, kötülük yapacak bir hali yok. Islanmış saçlarından sular süzülüyor, utanıyor, yağmurluğumu çıkarıp uzatıyorum. Bütün ısrarlarıma rağmen almıyor, ben de bir daha giyemiyorum, o sırılsıklam olmuşken. İkimiz de yağmurdan nasibimizi birlikte alıyoruz. Gideceğim hostel’in adını soruyor. I phone’unu açıp, Spitalska caddesinde olduğunu söylüyor. Anlaşılan caddeyi biliyor, karalı adımlarla yürüyoruz.  Üzerindeki tişort yağmurdan üzerine yapışmış, ayağında incecik ayakkabıları ile 20 dakika kadar yürüyoruz. Bakıyorum, bu haliyle, bir meleğe benzetiyorum, solgun, yorgun, ama; bu haliyle yalın ve saf bir güzelliğe sahip. Az ileride, ışıklı levhasındaki logosunu fark ediyorum ve “ tamam gördüm “ diyorum. Tekrar göz göze geliyoruz, elini sıkıyorum, bir kararsızlık anından sonra uzanıp yanaklarından öpüyorum. “ seni hiçbir zaman unutmayacağım “ diyorum. Utanıyor, mutlu oluyor, geri dönüp yürümeye başlıyor, aynı yağmur devam ediyor, kaldırımlarda su gölleri oluşmuş. Giderek uzaklaşıyor. “ Gerçekten melek olmalı “ diyorum, yoksa bu yağmurda, bomboş caddelerde ve bu yağmur altında kalacağım Patio Hostel’i bulana kadar ne hallerde olurdum acaba ?

Kocaman kapısından giriyorum hostel’in, geri kalan borcumu ödüyorum. Resepsiyon görevlisinin verdiği ,çarşaf, yastık kılıfı ve havluyu alıp, yukarıdaki odama çıkıyorum. Eyvah, beş tane, oğlum yaşında genç, sehpa üzerine dizdikleri bira şişelerinin arasında kaybolmuşlar, kafalar da dumanlı sohbet ediyorlar. Kapıdan giren, ak saçlı, sakallı adamı görünce onlar da şaşırıyorlar. Hepsi de İskoç’muş. İki gece paylaşacağım, hepsi fırlama, makaraya alırlarsa huzursuz olacağım. Hemen ellerini sıkıyorum, Türkiye’de Fethiye’de yaşadığımı, isteyen olursa, burada misafir edebileceğimi söylüyor ve bir kağıda yazdığım telefon numaramı uzatıyorum. Yüz ifadeleri değişiyor hemen, bir kağıda telefon numaralarını yazarak uzatıyor ve İskoçya’ya davet ediyor. Tamam, sağlıklı diyalog kuruldu, tahminim saygısızlık yapamayacaklar bana.

Az sonra, yiyecek bir şeyler bulmak için dışarı çıkıyorum. Spitalska caddesinde her yer kapalı. Umudla yöneldiğim Tesco marketin bekçisi de önüme dikilerek, kapandığını, müşteri almadıklarını anlatmaya çalışıyor.

Gezilerde ihtiyatlı davranmanın iyi tarafı bu. Sabahleyin Krakow’dan aldığım peynir ve ekmeği çıkarıyorum çantamdan, mutfakta da bir çay demliyor, açlığımı bastırıyorum. Ranzama çıkıp, notlarımı yazıp, uykuya teslim ediyorum, otobüs yolculuğunda hırpalanan bedenimi.

13.09.2012          (   BRATİSLAVA   )

Gece boyu cama çarpan yağmur damlalarının sesi ile uyandım. Gezgin için en büyük engel, soğuktan çok, yağmur. İki sene önce, Fas gezim süresince devam eden yağmur bezdirince, arkasından devam edeceğimiz İspanya ve Portekiz gezilerini iptal ederek dönmüştük. Dün Krakow’da 27 dereceyi gösteren otobüsün termometresi, Bratislava’yı gösterdiğinde 17 dereceyi gösteriyordu.

Kaldığım Patio Hostel, bir öğrenci yurdunu andırıyor. Sanırım, 4-5 katlı binada yüzden fazla genç kalıyor.  Asansörler, merdivenler, gürültülü, şamata yapan gençlerle dolu. Hostelin en yaşlısı olduğuna eminim. Sabah sakindir düşüncesiyle, bodrum kattaki internet odasına indim. Anlaşılan gece gelenler olmuş, bir sürü genç kız ve delikanlı sandalyelerin üzerinde uyuyorlar resmen. Bunca genci Bratislava’ya çeken nedir anlayamadım henüz.

Gezmeye başlamadan önce, kısaca Slovakya tarihine göz atalım; Slavlar 5. yüzyılda günümüzdeki Slovakya topraklarına yerleşmişlerdir. 8. yüzyılda bölgede kurulan Nitra Prensliği komşusu olan Moravya'yla birlikte Büyük Moravya İmparatorluğu'nu oluşturdu. 1000 yılından sonra Slovakya'nın büyük bir bölümü Macaristan Krallığı'nın bir parçası haline geldi. Çek toprakları da Almanya tarafından işgal edildi.

1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın komutasındaki Osmanlı ordusu'nun Mohaç Savaşı'nı kazanarak Budin (Budapeşte) kentini ele geçirmesi sonucu Macaristan'ın büyük bir bölümü Osmanlı Devleti'ne katıldı. Macarların geri kalan bölümü Habsburgların himayesi altında Slovakya topraklarında yaşadılar ve Bratislava bu bölgenin başkenti rolünü oynadı. 1683-1699yılları arasındaki Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları'nı kaybeden Osmanlılar, Macaristan'dan geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu tarihten sonra Slovakya'nın önemi azaldı. Ama Slovakya 20. yüzyıla kadar Macaristan'ın bir parçası olarak Avusturya İmparatorluğu'nun içinde yaşadı.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu I. Dünya Savaşı sonunda yıkılınca 1918 yılında Slovakya, Bohemya, Moravya, Silezya ve Karpat Rutenya ile birleşerek Çekoslavakya adında bir ülke haline geldi. II. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra Slovakya Nazi Almanyası'yla anlaşarak Çekoslovakya'dan ayrıldı. Nihayet 9 Mayıs 1945 tarihinde Sovyet ve Amerikan birlikleri ülkeye girerek Alman işgaline son verdiler. Çekoslovakya tekrar birleşti. 1948 yılında yönetim komünistlerin eline geçti. Bu tarihten sonra, 41 yıl boyunca Çekoslovakya Doğu Bloku'nda yer aldı.

5 Ocak 1968 tarihinde iktidara gelen Alexander Dubcek siyasi bir liberalleşme dönemi başlattı. Ancak Prag Baharı adı verilen bu dönem aynı yılın 20 Ağustosunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Varşova Paktı müttefiklerinin (Romanya hariç) ülkeyi işgal etmesi ile sona erdi. Kasım 1989'da Çekoslovakya Kadife Devrimi adı verilen kansız bir devrimle kapitalizme geçti. 1 Ocak 1993tarihinde ülke barışçı bir biçimde Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olmak üzere iki ülkeye ayrıldı. Her iki ülkede geniş çaplı ekonomik reformlar yapıldı. Slovakya 29 Mart 2004 tarihinde NATO'ya, 1 Mayıs 2004 tarihinde ise Avrupa Birliği'ne üye oldu.

Yarın, 14.15’de Viyana Havaalanından hareket edecek uçakla gideceğim İstanbul’a. Wikitravel’da iyi ki rastlamışım. Bravitaslava’dan Viyana’ya düzenli otobüs seferleri varmış. Blaguss diye anılan otobüsler, Bratislava’nın neredeyse sembolü olan, üzerine UFO konmuş köprünün ( Novy Most ) yanındaki otobüs terminalinden geçiyor. Bu terminalin hostele mesafesi nedir ? nasıl gidilir, gece yağmurla geldikten sonra, karanlık ve yağmur altında dolaşmak istemediğim için öğrenemedim, öncelikle bunları öğrenmem lazım.

Gece, İskoç oda arkadaşlarımın gelişlerini duymadım, bir ara birinin “ şşşt “ diyerek, diğerlerini ikaz ettiğini hisseder gibi oldum uyku arasında. Dostluk anlaşmamız yürürlükte anlaşılan.

Resepsiyondan aldığım Bratislava haritası elimde, kente adım atıyorum. Güneye doğru yürür, Kamene Meydanından Gorheh sokağını bulursam, Hviezdoslavovo Meydanına ulaşacağım. Sağda otobüs terminalini, ileride Tuna sahillerini ve Novy Most Köprüsünü ve üzerindeki UFO’yu görmüş olacağım. Henüz kalabalık değil caddeler. Gerçi, kilometrekareye yaklaşık 1177 kişinin düştüğü 460000 nüfuslu bir kent ne kadar kalabalık olabilir bilmiyorum, göreceğim. Haritaya göre hiç zorlanmadan buluyorum terminali, yağan yağmurdan bozuk zemininde gölcükler oluşmuş. Oysa; ben daha düzgün bir yer bekliyordum, A.B ülkesine yaraşan.

İlk yürüyüşte izlemimim Bratislava’nın, tüm Avrupa başkentleri gibi yorgun bir görünümü olduğu.  Binalar çok eski, yıpranmış, pek çoğunda iskeleler bakıma alındığını gösteriyor. A.B’nin kanatları altında, biraz da yan gelip yatan bir ülke havası seziyorum. En çok Çek’lerden sorunsuz ayrılmalarını sevmiştim. Blaguss’un kioskunu buluyorum, ama; kapalı. Elimdeki listeye göre 08.35’de gelecek, Viyana’ya gidecek otobüs. Kioskun önündeki durakta, kocaman valizleri ile üç kadın bekliyor. Ben de, muntazam çalışıp çalışmadığını, saatinde gelip gelmeyeceğini anlamak için bekliyorum. İki dakika geç gelince kadınlar telaşlanıyor. Birisi yanıma gelip, “ Viyana’ya mı gideceksiniz “ diye soruyor. “ Hayır, yarın gideceğim “ deyince, kadın garip garip yüzüme bakıyor. Yarına kadar durakta bekleyeceğimi sandı belki de. Az sonra geliyor otobüs, bakıyorum, ödemeler şöföre yapılıyor. İyi; son anda, bilet veya elektronik bilet arama derdine düşmeyeceğim.

Daha sonra Novy Most Köprüsüne çıkıyorum. Bu üzerine UFO konmuş köprü, 1967-1972 yıllarında inşa edilmiş ve 26 Ağustos 1972’de resmen hizmete girmiş. Toplam uzunluğu 430 metre, genişliği 21 metre ve 7537 ton ağırlığında. Bratislava’nin Eski Şehir tarafını, yeni gelişen Petrzalka kıyılarına bağlıyor. Yaya yolu köprünün her iki yanında ve trafikten ayrı olarak düzenlenmiş. Köprünün üzerinde korkunç bir rüzgar, ellerimi dondurdu. Oysa, dün Krakow’da tişort ile dönüşüyordum. Tek tük araç geçiyor köprüden, diğer tarafa geçiyorum. Görünürlerde ne araç ne de yaya kimseler yok. Ölü bir kentin, en meşhur köprüsünde yapayalnız yürüyorum. Novy Most ( Yeni Köprü )’ ye paralel Stary Most Köprüsüne yürümek ve oradan karşıya geçmek istiyorum. Aşağıda uzanan Tuna mahsun görünüyor bana, oysa; Sırbistan’da, hele hele Budapeşte’de ne kadar sükseli  bir ortamda nazlı nazlı akıyordu. Burada da, diğer Tuna kentlerinde olduğu gibi, nehir kenarında nehir gemileri yanaşmış, kimisi gezi, kimisi kafe veya restoran amaçlı çalışıyor. Soğuk ve çirkin görüşleri ile hiç de sempatik görünmüyorlar. Köprünün üzerine konmuş UFO’ya benzeyen yapı, restoran olarak hizmet veriyor.

Bratislavada da, diğer Avrupa kentlerinde olduğu gibi, alkolikler veya uyuşturucu tutkunları yanaşıp para istiyorlar. Israrcı değiller, biraz sert konuşunca çekip gidiyorlar. Bu arada, sağda büyük binalar görüyorum, belli ki; büyük alışveriş merkezleri buralar. O yöne ilerliyorum, karşıma Viyana – Brno otoyolu çıkıyor. Üst geçitle ulaşılan karşı tarafta da çok büyük  mağazalar  var.

 Aupark adındaki ışıl ışıl AVM’ye giriyorum. Aslında bu tür yerlerde dolaşmayı sevmiyorum, ama; Bratislava, belki de; yağmur ve çok bulutlu havanın etkisiyle öylesine gri görünüyor ki, biraz renkli atmosfer ihtiyacı hissediyorum galiba. Henüz çoğu açılmamış mağazaların.  Vakit öldürmek için büyük bir kitapçıya giriyor ve kitapların arasında kayboluyorum, yarım saat kadar. İçim ısınıyor, vücudum ısınıyor, rüzgardan uzak kalınca, kitaplarla haşır neşir olunca. Dikkat ediyorum, mağazalar açılmadan önce kafeler açılıyor ve doluyor. B arada giriş katındaki çok büyük süper market açılıyor, isli peynir, sıcacık francala ekmeği ve meyve suyu alarak, arkadaki kocaman parktaki kestane ağaçlarından birinin altındaki bankta, pastoral bir atmosferde, keyifle sabah kahvaltımı yapıyorum ( 1.88 € ).

Allahtan sabah yanıma yağmurluğumu almışım. Yağmurun ötesinde alışık olmadığım nefes kesen pis bir rüzgarı da önlüyor üzerime geçirince. Ki; henüz Eylül ayındayız. 2004 kışında Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da, fotoğraf çekerken, soğuktan fotoğraf makinesinin aküleri çalışmaz olmuştu, cebime koyup ısıtmak zorunda kalmıştım sık sık. Bir gece, kaldığım otelden, tereyağlı meşhur Çek birası almak için çıkmıştım ve o ayazı hala unutamam.

İki köprü arasında büyük bir park uzanıyor, ama; sık sık dediğim gibi gri bulutlarla Bratislava’nın da rengi griye dönünce, parklar da sempatisini yitirip aynı renge bürünmüş sanki. Stare Most ( Eski Köprü ) ‘e giriyorum. Köprü, yıpranmış, paslanmış ürkütücü bir görünüşü olan metal yığınına dönüşmüş. Bu nedenle de araç trafiğine kapalı. Yan tarafta, 1.5 metre genişliğinde, yayalar için ayrılmış, zemini, ahşap tahta döşeli yola giriyorum. Yerdeki ahşapların çoğu, yoğun rutubetten çürümüş, çok tehlikeli. Tuna nehri altımda, 20-25 metre aşağılarda akıp gidiyor. Böyle bir riske nasıl müsaade edilmiş Avrupa Birliği ülkesinde, anlayamadım. Uzaklarda uzanan Kale’yi fotoğraflarken, altımdaki zemin titremeye başlıyor. Eyvah, köprü çöküyor derken, anlıyorum ki; köprüye bisikletle giren birinin marifeti benim korkmama neden olan.

Köprüden çıkınca, Bezrucova caddesine giriyor ve Mavi Kilise’nin önüne geliyorum. Saint Elisabeth Kilisesidir asıl adı, nouveau sanatın şirin örneklerinden olan binanın dışındaki mavi seramiklerden, çatısındaki kiremitlerden, cephe boyalarına, içerideki donanıma, sıralara kadar her şey mavi renkte. Katolik Kiliseleri genellikle soğuk gelir bana, bu Mavi Kilise’nin renkleri ile sempatik bir Katolik Kilisesi hoşuma gitti.

Ardından, sabah geçtiğim Milli Tiyatro’nun önündeyim. Hviezdoslovovo Meydanında gruplar halinde turistler dolaşıyor. Meydanda pek çok, hediyelik eşya kulübeleri dizilmiş. Ne var ki; hoşa gidecek, beğeni kazanacak bir şey bulmak değil, çoğu tekdüze üretilmiş şeyler. Buradan, Hlavne Namesti ( Ana Meydan ) ‘e yürüyorum. Eski Şehir meydanı, Bratislava’nın sembolü olmuş. Sağa sola serpiştirilmiş heykeller içinde, “ selam veren şapkalı adam “  ve   “ kanalizasyon kapağından etrafı seyreden adam “ heykelleri, turistler için ilgi odağı oluyor ve önünde fotoğraf çektiriyorlar. İleride Primatlar Meydanında gösterişli fasadı ve heykelleri ile Primatlar Sarayı yer alıyor. Ana Meydandaki Ronald’ın Çeşmesi, 1572 yıllarına tarihleniyor.

Köprüden kaleye bakınca Saint Martin Katedralinin göz alıcı sivri külahı çarpıyor gözüme. 14. y.y’a uzanan tarihi ile kentin önemli demirbaşlarından. İmparatoriçe Maria Teresa dahil 11 kral ve kraliçe buradaki törenlerde taç giymiş.

Sırada, şimdilerde Cumhurbaşkanlığı Konutu olarak kullanılan  Grassalkovich var.  Stefanikova caddesinin sağındaki havuzlu meydanın hemen önündeki bina mimarisi rokoko-geç gotik tarzda mimarisi ile çok hoş görünüyor,  girişinde geleneksel üniformaları ile iki asker nöbet tutuyor. Habsburg Hanedanının yani Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun çılgın İmparatoriçesi Maria Teresa’nın emri ile 1760 yılında inşa edilen muhteşem yapı, İmparatorluğun pek çok kutlama, tören ve konserlerine ev sahipliği yapmış.

Artık kaleye çıkma zamanı geldi. Bratislava’da özellikle Eski Şehir ve Tuna kıyısından görülen ve tüm kente hakim hissini veren kalenin ilk kez Keltler tarafından yapıldığı düşünülüyor. 10. yüzyılda Macaristan’ın göz alıcı bir yeri olmuş, 15. yüzyılda ise kale Gotik tarzda yeniden inşa edilmiştir. 17. yüzyılda Maria Teresa çok sevdiği Barok stil ile yenilemiştir.

Osmanlılar Budapeşte’yi ele geçirince, Macar Kraliyet Ailesi burada ikamet etmiş. Lakin 1811 yılında çıkan yangın sonucunda kale, büyük hasar görmüş. Kalenin bugünkü şekli 1950 yılındaki restorasyonla ortaya çıkmış. Zamocka caddesi boyunca yokuş yukarı çıkıyor ve kale kapısından içeri giriyorum. Çoğu Japon, epey kalabalık turist grubu var kalenın bahçesinde. Binada uzun yıllardır devam eden restorasyon çalışmaları devam ediyor, bu nedenle kapalı. Yağmur giderek hızlanıyor, ellerimi fotoğraf makineme siper ederek, Tuna ve üzerindeki UFO ile Nony Most ( Yeni Köprü ) ‘yü fotoğraflıyorum. Bildiğimiz bir savunma kalesinden çok, büyük bir aristokrat residansına benziyor, gerçi öyle de. Osmanlı’ların 1526 yıllarından itibaren Viyana’yı zorlamaları, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hanedanının bu kaleye yerleşmesine yol açıyor.

Kaleden aşağı inen pek çok patikalardan birine dalıyor, zaman zaman ıslanarak, Eski Şehir’e giriyorum. Eski şehrin içinde yürürken birden yerdeki logar kapağından çıkar gibi duran, bronzdan bir heykel çarpıyor gözüme. Bu heykelin ismi Cumil ve gülümseyerek size bakıyor. Biraz ilerideki şehrin ana meydanına girdiğinizde bir banka yaslanmış bronz Napolyon heykelini görüyorsunuz. Bu iki heykelinde sembolik anlamları var. Cumil 1997 yılında Korzo’nun yani eski şehrin yeniden inşaasını anlatmak amaçlı olarak, Napolyon heykeli ise 1805 yılındaki istilayı hatırlatmak için yapılmış. Şehir meydanının kenarında bir birinden güzel mimari özellikler sergileyen yapılar yan yana duruyor.

Eski Şehir meydanından Bratislava’yı hatırlatacak magnet ve kartpostallar alıyorum. Hostelin karşısındaki Tesco süpermarkete giriyor yiyecek bir şeyler alarak odama çekiliyorum. Dün akşam, Rajska’ya gelirken, yardımcı olan genç kızla yürüdüğüm 20 dakika boyunca yağmur ve soğuk fena çarptı beni. Resmen, durup durup ürperiyorum. Saat 19.00’a gelirken, defterimi açarak notlarımı yazıyorum.

Meraklısına notlar;

Ulaşım;           

Krakow – Bratislava  (  otobüsle 460 km.  )                                                    110 PLN

Bratislava – Viyana Havaalanı  ( Blaguss otobüsleri ile 64 km.)                   7.20 €

Viyana – İstanbul  ( Pegasusu Havayolları )                                                      110 €

Konaklama; 

Patio Hostel, Spitalska st. 35 Rajska, Bratislava                                             14 €

 
Toplam blog
: 80
: 6572
Kayıt tarihi
: 04.03.07
 
 

Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. ..