Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Temmuz '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Sn. Altınel, Oğuz Atay’ı sevmeyi değil Tutunamayanlar'ı okumayı başaramamış bir kişidir.

Sn. Altınel, Oğuz Atay’ı sevmeyi değil Tutunamayanlar'ı okumayı başaramamış bir kişidir.
 

NOTOS Dergisi’nin Haziran-Temmuz sayısı Oğuz Atay üzerineydi. Yazarların genel şanssızlığı öldükten sonra konuşulur olmalarıdır. Bu anlamda Oğuz Atay da payına düşeni fazlasıyla almıştır. Özellikle 1980’den sonra Oğuz Atay’ı keşfeden dönemin gençliği eserlerini elinden düşürmezken fazlasıyla da düşünmüştür.

Oğuz Atay üzerine bir şeyler yazmak, düşünmek, araştırmak ya da bir derginin sayısını ona ayırmak neredeyse edebiyat dünyamızın ritüellerinden biri haline gelmiştir.

Bu çok önemli bir fenomendir ve bu gibi kaç örnek vardır edebiyatımızda örneğin aklıma hemen bir tane daha gelemiyor.

NOTOS’un sayısını elime aldığımda acaba benzerlerinden bir farkı var mıdır diye de merak içindeydim.

Açıkçası fazlasıyla başarılı bir çalışma olmuştu. Muhtemelen önümüzdeki dönemdeki Oğuz Atay kaynaklarından biri haline gelecektir.

Kendilerini twitter üzerinden tebrik ettim.

Birkaç gün önce Sabit Fikir isimli internet sitesinde bir haber yayınlandı. Şavkar Altınel NOTOS’un hazırladığı sayı ve Oğuz Atay üzerine yorum yapıyordu.

Oğuz Atay denince aklıma ilk gelen başarısızlık oluyor. Yarattığı kahramanların ‘tutunmak’ konusundaki dillere destan başarısızlığından değil, Atay’ı (ya da, daha doğrusu, okuduğum tek yapıtı Tutunamayanlar’ı) sevmeyi başaramamış olmamdan söz ediyorum.” (1)

Hiç kuşku yok ki herkesin her kişi hakkında bir düşüncesi ve görüşü olabilir. Bu yazının içinde de ben Sn. Şavkar Altınel’i tartışacağım. Hemen teslim edeyim ki kendisini yeterince tanımıyorum. Zaten tanımıyor olmam kendisinin Oğuz Atay için sarf ettiği sözlerle de anlam bütünlüğü yaratıyor.

Kimse Oğuz Atay’ı okuyabilme başarısı göstermek zorunda değildir. Örneğin hala James Joyse’un Ulysses eserini okuyamıyorum. Ancak bu okuyamayacağım anlamına gelmiyor.

Sn. Altınel, Oğuz Atay’ı sevmeyi değil Tutunamayanlar'ı okumayı başaramamış bir kişidir.

“Bana göre ‘Tutunamayanlar’ bir küçük burjuva krizinin, mühendis olmanın, ‘salon salamanje’lerde yaşamanın, ‘bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı’nı yapmanın hikâyesi. Bunda bir sorun yok: bir Flaubert bu malzemeden büyük bir roman çıkarabilirdi. Ama Atay, Flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de ‘kendisi’ değil. Başkahramanına ‘Özben’ soyadını vermiş, ama içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir ‘benlik’ olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. Daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi... Tezer Özlü’nün benzer krizlerden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okumama rağmen Atay gözüme sığ ve yapay görünüyor.” (2)

Kendisine göre anlatmaya çalıştığı Tutunamayanlar romanının özeti ile ilgili olarak bir soru sorulursa “ayaküstü bir soru sordular, ben de kısa ve özet bir cevap verdim” şeklindeki açıklamasıyla kurtulamaz.

Herhalde son 40 yılda bu romanla ilgili yapılmış ilk ve tek sığ yorum bu olmuştur.

Peki Sn. Şavkar Altınel kimdir?

1953’te İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini İngiliz Erkek Orta Okulu’nda (1964-1969) ve Robert Kolej’de (1969-1972), İngiliz Edebiyatı alanındaki yükseköğrenimini de Chicago Üniversitesi (1972-1976) ile Glasgow Üniversitesi’nde (1976-1979) tamamladı. Ardından da İngiltere’ye yerleşti. İlk yazısını 1971’de Yeni Dergi’de, ilk şiirini 1978’de Yazı’da yayımladı. Doksanlı yıllardan başlayarak şiir hakkındaki yazılarıyla Gösteri, Varlık, Adam Sanat gibi dergilerde göründü. Yazmaktan sonra başlıca tutkusu yolculuklara çıkmak: Fırsat buldukça dünyanın uzak köşelerine gidiyor.
Yapıtları Şiir: Kraliçe Viktorya’nın Düşü (1991, Şiir Atı Yayıncılık) Gece Geçilen Şehirler (1992, Korsan Yayınevi); Donuk Işıklar (1997, Adam Yayınları); Kış Güneşi (1999, Oğlak Yayınları) Gezi: Güneydeki Ülke: Avustralya’da Bir Yolculuk (1996, Oğlak Yayınları) Çeviri: Kuzeyde Bir Adadan: Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla Elli İngiliz Şairinden Elli Şiir (1995, Oğlak Yayınları) (3)

Bir başka kaynaktan da kendisinin 30 yıldır yurtdışında yaşadığını öğreniyoruz.

Sn. Şavkar Altınel, bu topraklarda ne olup bittiğinin farkında bir yazar olamamış anlaşılan. O şimdi istediği kadar bize yazdıklarından dem vursun, biz Altınel gibi yazarları ve eserlerini çok iyi tanıyoruz. Mesele süslü laflar üretebilmek değildir. Bu toprağın insanını anlamak ve onu üretmektir.

Oğuz Atay için yerel diyebilirsiniz. Hatta bir İngiliz için yazdıklarının hiçbir anlam ifade etmeyeceğini söyleyebilirsiniz, muhtemelen zaten şahsınızın vizyonu da aynı yerdendir hatta Flaubert karşılaştırması da tam yerine oturmuştur ancak özellikle eserleriyle ilgili olarak “başarısız” yorumunu yapmak için yaşadığınız ve bulunduğunuz yer yeterli değildir.

Anlamak için hiç değildir ki zaten bu çok açık olarak itiraf niteliğindeki yorumlarınızdan çıkarılabilmektedir.

Flaubert şablonu çerçevesindeki cümleleri okurken aklıma ister istemez Ölü Ozanlar Derneği filminin ilk sahnesindeki şiiri x ve y koordinatları üzerine açıklamaya çalışan edebiyat dersi geldi. Şiir iki boyuta indirgenmiş ve iki bilinmeyenli bir fonksiyonla formüle edilmiştir. Filmin kahramanı “şaçma” diyerek bu sayfayı çöpe atmaları için öğrencilerinden yırtmasını istemiştir.

Nedense bu İngiliz edebiyatı bölümünde okuyanlar her şeyi bir başka şeyle karşılaştırmayı çok seviyorlar. Hemen söz konusu yazar üzerine daha ünlü bir yazar bulunuyor, bilinir ve ünlü olması işlerini kolaylaştırıyor.

Buradan Cem Yılmaz’a çok iyi malzeme çıkar da biz beceremiyoruz.

Gerçekten bu nasıl bir yabancılaşmak kendi insanında böylesine uzaklaşmaktır, anlaşılır gibi değildir.

Viktorya döneminden, İngilizlerin Elli Şairine doğru yapılan yolculuklarınızda Anadolu’ya uğramayı akıl edemezseniz, Tutunamayanları okuyamaz, Oğuz Atay’ı da sevemezsiniz.

Ülkemizin temel sorunlarından bir tanesi okumamaktır. Okumadığımız için aslında bilmiyoruz. Anlamıyoruz daha ötesi tanımıyoruz.

Tutunamayanlar romanının gücü okuyanın her gün yaşadığı duygu ile yüzleşmesinden gelmektedir. Bu duyguyu vermek için “bir yerlerden duymak” asla yeterli değildir. Aksine tekrar tekrar yaşamak gerekiyor.

Bu yazıyı Tutunamayanlar’dan küçük bir cevap niteliğindeki alıntıyla bitiriyorum.

Selim Işık, tanıdığım kadarıyla, bu şarkıları yazmak için gerekli düşünce-duygu birliğinden yoksun bulunmaktadır. Bu durum, şarkıların özünde olduğu kadar, biçiminde de yer yer göze çarpmaktadır. Bu nedenle, şarkıların açıklamasına geçmeden önce, bütününü, biçim bakımından incelemek istiyorum.

Selim, her işinde olduğu gibi, şarkıları yazmaya da bir Türk gibi başlamış ve bütün iyi niyeti ve çabasına rağmen, İngiliz gibi bitirememiştir. Kafasındaki dağınıklığı anlatabilmek için, şarkılara da dağınık bir biçim vermek gerektiğini sanmıştır. Bu dağınıklık, bir biçim bozukluğu olarak bütün şarkılar boyunca sürüp gitmektedir.

Nitekim, Birinci Şarkıda, yedi-yedi hece bölümlü sekiz mısralık kıtalar -ya da Selim’in yarım Batı etkisiyle kullanmak isteyeceği deyimle, stanzalar- olarak görünen ilk biçim, İkinci Şarkıdan başlayarak hem her kıtadaki mısra ve hem de her mısradaki hece sayısı bakımından belirsiz ve düzensiz bir yapıya ulaşıyor.

Selim’i ilk gençlik yıllarında etkileyen Cyrano De Bergerac’ın, aşırı bir gurur yüzünden her zaman duygularını kesin kalıplar içinde ifade etmesine benzetilebilecek bir tutumunun yanında, Christian’ın sevgilisine: “Ah Roxane, Roxane! İç çekmelerimi hecelerin sayısına uyduramıyorum,” dediği mısrada olduğu gibi, karmaşık ve acemi düzensizlikler yer alıyor.

Buna karşılık, Birinci Şarkıda hece vezni ve kafiye düzeninin getirdiği manzume havası, sonraki şarkılarda dağılmakta ve kalıplara uygun duygular yerine duygulara uygun kalıpların yer almasıyla şarkılarda belirli bir rahatlığa varılmaktadır. Ya da Selim, böyle bir rahatlığa ulaştığını sanmıştır. Ne var ki, bu bölümlerde de aruz ve koşmaların etkisiyle bazı zorlamalar yapıldığı gözden kaçmıyor.

Böylece şarkılar, organik bir bütünlükten yoksun kalıyor. Bunları kendisine anlattığım zaman, sinirli bir acelecilikle: “Daha iyi, daha iyi,” diye karşılık verdi ki bu sözleri de durumunu, benim ifade edemeyeceğim bir açıklıkla ortaya koymaktadır.(4)

(1) http://sabitfikir.com/haber/savkar-altinel-oguz-atay-sig-ve-yapay

(2) http://sabitfikir.com/haber/savkar-altinel-oguz-atay-sig-ve-yapay

(3) http://www.ykykultur.com.tr/yazar/?id=340

(4) Tutunamayanlar – Oğuz Atay S.156-157

http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..