Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '08

 
Kategori
Dünya
 

Sn. Murat Belge'ye; Sadece demokrasiden yana olmak yetmiyor.

Sn. Murat Belge'ye; Sadece demokrasiden yana olmak yetmiyor.
 

Sn. Murat Belge ve arkadaşlarının neyi atladıklarını, demokrasinin ne olduğunu ya da ne olamadığını çok basit bir hesap ve örnekle anlatmak istiyorum.

Bu yazının bir diğer başlığı;

“Artık, sadece duyarlı olmak yetmiyor!” olabilirdi.

Dünya global ekonomik verilerine göre, bugün yaklaşık iki milyar insan günde 1 dolar harcama standardı ile yıllık 365 dolar gelirle hayatta kalmaya çalışmaktadır. Türkiye’den bir veri ile karşılaştırdığımızda durum biraz daha netleşebilecek, anlamlı hale gelecektir.

Ülkemizde zaman zaman bir takım örgütler, odalar, sivil toplum örgütleri yoksulluk ve açlık sınırı rakamları vermektedir. Buna göre Türkiye’de Şubat 2008 tarihi itibarıyle “dört kişilik” bir ailenin “yoksulluk sınırıyak1aşık 2.400. YTL’dir. Yine aynı kaynaklara göre “açlık sınırı700 YTL’ civarındadır. Çapraz kur hesabına girer ve bir dolar için 1,25 YTL alırsak bu rakam aylık 560 Amerikan Dolarına karşılık geldiğini buluruz. Demek ki dünya üzerinde yaşayan 2 milyar insan günümüz Türkiyesi’nden 18,5 kere daha açlık sınırında bulunmaktadır.

Bunun tek bir anlamı vardır.

Bu insanlar ‘açlıktan’ ölmek üzeredir.”

Peki, bu insanları şimdilik kaderlerine terk ederek başka şeyler konuşalım.

Dünyanın yüzölçümü 149 milyon kilometre karedir. Verileri bir başka veri ile karşılaştırmadan tam olarak anlayamıyoruz, bu nedenle sayıyı Türkiye’nin yüzölçümü ile bir araya getirelim. Ülkemiz 771 bin kilmetre karelik bir alan işgal etmekte olduğunun bilgisini veriyor coğrafya kitaplarımız. İki sayıyı birbirine oranlayalım; % 0,5 bulunur. Türkiye dünyanın yüzde 0,5’i kadar bir yerdir.

Tamamen “gelişigüzel, tesadüfen” bir başka yer seçelim, şimdi. Örneğin Dubai olsun. Neresi bu? Birleşik Arap Emirliği’ne (B.A.E.) bağlı, bir yüz yıl öncesinin balıkçı köyü, günümüzde yapılaşan gösterişli bir şehir. Yüzölçümü de 3.900 kilometre kare. Yani? Dubai dünyanın yüz binde 2,6’sı kadar bir yer kaplıyor.

Dubai’nin en belirgin özelliği çöl olmasıdır. Yaptığımız araştırmalarda iklimi ile ilgili çok ilginç bir bilgiye ulaşıyoruz. Hani biz Akdeniz iklimine sahibiz ya; yazlar sıcak ve kurak kışlar yağışlı ve ılımandır. Dubai’de, o da ocak ayında olmak üzere, yılda bir iki gün yağış aldığını, 3 günlük yağışın “ortalama dışı” olduğunu öğreniyoruz. Gündüz sıcaklığın, kışın 25–30, yaz aylarında da 50 dereceyi bulduğunu oraya gidenlerden dinleyebiliyoruz. Ben gitmedim, gidenlerin yalancısıyım. Kestirmeden böyle bir yer için hiç görmeden ne diyebiliriz?

“Cehennem!”

Madem tesadüfen burayı seçtik, biraz daha yakından inceleyelim. Dünyamızda neler olup bitiyor yakından öğrenelim. Yazımıza 2 milyar insanın açlıktan ölmek üzere olduğu gibi sevimsiz bir konuyla açtık, oysa dünyamızın çok daha güzel tarafları var, oraları da görmemiz gerekiyor. Devam edelim...

Anladığım kadarıyla orada yaşayanlar da Dubai için “cehennemin dibi” yorumunu yapmış olacaklar, düşünmüşler taşınmışlar “biz burayı nasıl yaşanabilir hale getiririz?” diye kendi kendilerine sormuşlar.

Allah tarafından B.A.E.’nin oturduğu alan çok büyük bir petrol zenginliği ile donatılmış. Yani bizde su ne ise onlarda da petrol o. Bir süre oraya buraya harcadıktan sonra biriken zenginliği nereye harcayacağını bilemez olurmuş insanoğlu. Bir taraftan cehennemin dibinde yaşıyorsun, diğer taraftan da zenginliğin var. İnsanın akıl danışacağı dostları da olmalı. Bu coğrafya insanının “temiz yüreğinden” midir nedir, dostları çoktur. Özellikle bir dediğini iki etmeyen o sevimli batılı dostları! Yine böyle bir arkadaş sohbetleri sırasında, büyük bir ihtimalle de “beş çayı” içerken “bu cehennemin dibini cennete çevirelim, ne dersiniz?” gibi bir fikir ortaya çıkmış olmalı.

Bugün hepimizin ezbere bildiği, “power point” sunumlarında imrenerek izlediği, kıyıya demirlemiş şekli verilmiş, büyük yelkenli formundaki, sanki ikinci bir Nuh Tufanı sırasında her canlıdan iki çift alıp, fırtınalı denizlere açılacak “Burj Al Arap” böylesi bir düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkmış. İçinde geceliği 13.500 Amerikan dolarını bulan 202 adet suit odaların bulunduğu, akla hayale gelmedik lüksle donanımlı, karada hiç yer kalmadığı için deniz doldurularak yapılmış yedi yıldızlık yüzen otel.

İçimdeki şeytan için “bin kunduz!” diyeceğim, dürtüyor.

202 odanın bir gecelik hasılatı ile 7.471 kişiyi açlık sınırında bir yıl yaşabileceğimi hesaplatıyor bana!

Bir başka “şeytani” bilgi... Bu proje için 120 milyar dolar harcanmış...

“Hay bin kunduz, bu ne demek?”

“328.767.124 insanın bir yıl boyunca açlık sınırında yaşayarak doyurulması, dünyada açlıktan ölmek üzere olan 2 milyar insanın % 16,5 kadarı, dünyanın yüz binde 2,6’sı kadar olan bir şehre yapılan yedi yıldız otelin inşaat maliyeti ile bir yıl daha yaşatılabilir demek.”

Bu açlık sorunu kafamızı dağıtıyor. Başka güzelliklere odaklanalım.

Yüreği tertemiz Dubaililerin yine bir dediğini iki etmez batılı dostlarının önerdiği yeni proje 3 adet Palm Adası ve bir dünya haritası. Bu dört proje de denizin doldurulmasıyla gerçekleştiriliyor.[1] İnsan “zekasının” ve “mimari estetiğin” son noktası diyebiliriz. Uzatmak için yerimiz olsa daha da uzatabiliriz. Çünkü Dubai, mimarların kendi kendilerine yaptıkları fantazilerden kaynaklanan mastürbasyon cenneti olmuş durumda. “Arap da bol bulduğu için sürmedik yer bırakmamış.” Yine ayrıntı gibi gözükecek bir bilgi daha verelim, gözümüzde biraz daha canlansın. Palm Adaları projesi B.A.E.’nin in 16 farklı taş ocağından adabaşına 7 milyon metre küp taş kullanılarak yapılan bir proje. Burada kullanılacak olan taşlar kullanılacak olsa dünyayı 3 kez kuşatan yarım metre kalınlığında 2 metre yüksekliğinde duvar örebilmek mümkün olurmuş. (Dünyanın yüz binde 2,6’sı kadar yer kaplayan şehrine, dünyayı üç kez turlayacak taş yığmak!)

Yukarıda saydığımız projelerin maliyeti için trilyonlarca dolar bilgisi geliyor kulağımıza. Bir, iki, üç değil hani...

Velev ki, (Arabistan çöllerinde dolaşırken dilimizi de kaybettik) iki trilyon dolar olsun bu dört proje. “Bin kunduz!”

“İki milyar ölmek üzere olan o insanlar 2,73 yıl boyunca açlık sınırında yaşatabilir, ya da bir yıl boyunca açlık sınırının iki misli üzerinde, ömürlerinin son dönemecinde cenneti göstermek mümkün olur.”

Dünyanın yüz binde 2,6’sı kadar bir yere yoğunlaştırılan bu ekonomik zenginliğin karşılığında daha neler yapabileceğimizi elimize bir hesap makinası alıp, her karış toprağa düşünülen proje için yapmak mümkündür. Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Sadece Dubai’ye yapılan bu masrafla insanlık bugün açlık tehlikesiyle ölmek üzere olan 2 milyar insan için bir şeyleri değiştirebilir.

Yılın üç günü yapmur bile yağmayan çölün ortasına yapay kar yağdırıp, kayak pisti kurmanın felsefi açıklamasını bugün yaşasaydı ne Sokrates, ne Platon, Aristo, ne Hegel, ne de Marks yapamazdı.

Kentler tarihsel bir oluşum içerisinde insanlar tarafından kurulur. Bunun para, pul ya da zenginlikle alakası yoktur. İstanbul’a Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı’nın en fakir döneminde yapılmıştır. Hiçbir zaman bir Burj al Arap olmayacaktır ama Bizans’tan bize miras kalmış bir Kız Kulesi’nin anlamı bambaşkadır. En azından bugün halka ait bir yapı olarak Üsküdar’ın sembolüdür. Renault’un Türkiye ayağı Fransız grup başkanına, ülkemize her geldiğinde mutlaka görme ve ziyaret etme isteği ile “insan olduğunu hissettiren” Selimiye Cami’nin maddi değeri önemsizdir.

Bu nedenle de bugün teknolojik olanaklar en üst seviyede olmasına rağmen dünyanın hiçbir köşesinde böylesi yapılar yapılamaktadır.

Bu yazının içinde işlenmesi gereken özellikle siyasi ve ekonomik bir sürü hususu geçiyoruz. Yine başladığımız yere dönüyoruz. Haftanın en az bir günü elektronik posta kutumuza düşen Afrika görüntülerinin arasında bir parça ekmek için bekleşen insanların fotoğraflarına hüzünle ve acımayla, “ah ne yazık” diyerek, duyarlılık göstermek yetmiyor. Bu bir slogan haline gelebilmeli.

“Artık, sadece duyarlı olmak yetmiyor!” Yetmediğini görüyoruz, yaşıyoruz!

Bazen sanıyoruz ki, bu işlerle sadece Bob Geldof ve dünyanın yıldızları ilgileniyor. Yirmi yılda bir “We are the world, we are the children!” şarkısını söylemek ruhumuzu, suçumuzu, iç huzursuzluğumuzu hafifletiyor.

Türkiye’de tekstil sektörü krizde. Neden? Çünkü eskiden bizde olan o ucuz iş gücünün rotası doğuya kaydı. Bugün bir tekstil ürünündeki, diyelim ki 1 dolarlık işçilik ücretine, uzakdoğuda bitmiş ürün çıkıyor. Üstelik buralarda satılır hale geliyor. Bu ne demek? Oralarda bir yerlerde insanların emeği ciddi bir sömürü ile karşı karşıya. Üstelik bu insanlar, açlık sınırında yaşayanların içinde yeralıyor. Belki demeye gerek yok, bundan iki yüz yıl önce Britanya’da kömür ocaklarında çocuklar 18 saat çalıştırılırdı; bugün uzakdoğuda neler neler oluyor, düşünmek için zorlanmaya gerek yok.

Bir filmden ödünç aldığım mahkeme salonundaki avukatın savunmasıyla bitiriyorum. “Çoğunluğu Afrikalı ve uzak doğulu Asyalı insanların oluşturduğu bu yoksulluk ve ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalanların bizler olduğunu hayal edelim.”

Evet, bir daha düşünelim, sürekli dile yetirelim.

“Artık, sadece duyarlı olmak yetmiyor!”

Uzay Gökerman


[1] Buraya önemli bir dip not düşmek gerekiyor, denizin doldurulmasıyla ne tür ekolojik zararlar verdiğini yazımızın içeriğine koymuyoruz, sanki matemetikteki etkisiz bir çarpanmış gibi. Oysa bu ciddi bir yer tutuyor. O bölgedeki deniz canlılarını yok etmenin yanı sıra, bizim hiç bilmediğimiz o denizaltı su akıntıların yönünü değiştirerek iklimsel felaketlere kapı açmasının altını çiziyoruz. Belki bizim “aklımız” pek ermiyordur, ya da eğitim sistemimizdeki “Aristo formel mantığından” hareket ediyor olabiliriz, Güney Amerika’da kanat çırpan bir kelebeğin Kuzey’de nasıl büyük tufanlara sebebiyet verdiğini bilim adamları tartışıyorlar; biz söylemiyoruz. “Kaos Teorisini” keşke ben yazmış olsaydım. O zaman çok daha kolay yorum yapabilirdim. O formel aklım denizin doldurulmasından yeni bir kaos üretiyor.

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..