Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '10

 
Kategori
Deneme
 

Sofi'nin Düşleri - 1. Bölüm

Sofi'nin Düşleri - 1. Bölüm
 

Behind Your Illusion - DeviantArt by littlemewhatever


Annesi arkasından “Sofi” diye tekrar tekrar seslenirken genç kız çoktan rüzgarın kollarına bırakmıştı kendini. At kuyruğu saçları, haki rengi tişörtü, süvet dokusu çoktan yıpranmış kahverengi botları ve vazgeçemediği sırt çantasıyla gerçek bir macerasever ibi görünüyordu. Yaşıtları aile kurmakla veya kariyer planları yapmakla uğraşırken o bir üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışıyordu ve yıllık izinlerini mutlaka çiftlikevinde geçiriyordu. Hızla çiftlik evinden uzaklaşırken kollarını geniş kanatlar gibi açıp özgürlüğe ilk adımını atmıştı. Bir süre sonra annesi peşinden koşmayı bırakarak çiftlik evine döndü. Tabi ki ağlaya sızlaya akşamın karanlığında Sofi’nin ne zaman döneceğini beklemeye gidiyordu.

Sofi, Paris doğumluydu. Babası Türkiye’de arkeoloji ve antropoloji alanında ün yapmış Prof. Dr. Ahmet Tekin Ark’tı. Türkiye gibi bir ülkede her ne kadar bir popçudan daha az tanınmışsa da ülkenin değerli üniversitelerinde binlerce talebe yetiştirmiş ve sonunda araştırmalarının daha fazla değer göreceğine inandığı ve tabi ailesine maddi imkanlar sağlayabileceği Paris’e gitmişti. Yaklaşık sekiz yıl Paris’te yaşadıktan sonra ailesiyle birlikte Türkiye’de sessiz sakin bir köye yerleşmişti ve birkaç ay sonra burada hayata veda etmişti.

Birçok arkeologdan farklı biriydi Ahmet Tekin. Sadece kazı alanları değil, mağaralar, nehir yatakları, dağlar, ovalar herşeyle ilgiliydi. Sofi doğduğunda tüm ilgisini ona çevirdi. Bu durum biraz olsun eşini rahatlatmıştı fakat Ahmet Tekin “sıradan” babalardan biraz farklıydı. Kendini bu küçük yavruya herşeyi öğretmeye adadı. Sofi de değerli öğretmeni sayesinde bitmez tükenmez bir merakla topluluk içinde sürekli sivrilen genç bir kız haline geldi. Annesi her ne kadar sakin ve kendi halindeyse Sofi de o kadar maceraperest ve başına buyruktu. Özellikle bu çiftlik evi onun için bulunmaz nimetti.

Ve işte koşuyordu yine, yıllar sonra yeniden ve bu sefer babasız. Etraftaki tüm mağaraları gezmişlerdi babasıyla ve fakat tek rastladıkları bir mağaracıya ilginç gelebilecek su kanalları ve metrelerce uzunluğunda karanlık tünellerdi. Önceki gün yerin metrelerce altında bulduğu ilginç parça babası hayatta olsa mutlaka dikkatini çekerdi. Bu parçayı dar girişli bir mağarada saatlerce yol aldıktan sonra bir su geçidinin dibinde bulmuştu. Altın bir ok ucuydu bu. Büyük ihtimalle elle yapılmıştı fakat üzerinde yapıldığı medeniyet hakkında ipucu veren en küçük bir bilgi, bir iz bile yoktu.

Mağaranın dar girişine yaklaştıkça daha hızlı koşuyordu, kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Sanki bu mağaranın derinliklerinde bir yerlerde, toprağında, kokusunda babası vardı. Mutlaka sonuna kadar gitmeliydi. Nefes nefese eğimli girişe geldikten sonra önce sırt çantasını çıkarttı ve ancak kendisinin sığabileceği bir delikten aşağı bıraktı. Çanta kayarak aşağı inerken o da hemen arkasından kaymaya başladı. Kol ve bacaklarının sürtünmeden dolayı hafif hafif kanamaya başladığını hissettiyse de aldırmadı. Tek görebildiği toz ve dumandı. Yaklaşık otuz metrelik dar kanaldan sonra sert bir inişle mağaranın ortasına yuvarlandı. Kavisli kanal yüzünden içeri çok zayıf bir ışık vuruyordu. Zaman zaman annesinin yaptığı portre resimlerindeki arka fon renklerine benziyordu bu cılız ışık. Karanlıkta çantasını karıştırmaya başladı. Sandviç, biraz su, çakmak ve bez parçasından hazırladığı meşale ve minik bir sopa. Hemen gazlı bez parçasını sopaya dolayıp çakmakla tutuşturdu. O an Tanrı’nın gücünü yerin metrelerce altında bir kıvılcımla hissetti. Şimdiden yeryüzünden soyutlanmış gibiydi.

Çantasını sırtına geçirdikten sonra meşaleyi öne doğru uzatarak yürümeye başladı. Bir erkeğin bile (evet babası böyle söylerdi yaşasaydı) kolay kolay cesaret edemeyeceği bir yerdeydi ve yine meydan okuyordu karşı cinse. Mağaranın rutubetli kokusu hoşuna gidiyordu. Zaman zaman daralıp genişleyen mağara duvarlarına dokunup taşın yapısı nasıl bir farklılık gösteriyor onu inceliyor ve yoluna devam ediyordu. Herhangi bir iyerinde olsaydı çoktan avaz avaz bağırarak yardım çağırmaya başlamıştı bile. Onun bu sükuneti en zor durumlarda bile soğukkanlı olmasını sağlıyordu.

Birkaç saatlik yürüyüştem sonra kısa bir mola için küçük bir tümsek seçti. Meşalesini uygun bir yere yerleştirdikten sonra tavuklu sandviç ve biraz suyla keyifli bir akşam yemeği yedi. Tekrar toparlanıp yol almaya hazırlanırken küçük bir esinti hissetti. “İşte bu” diye mırıldandı, “akıntı”. Yol boyunca giderek artan mağaranın duvarlarındaki ıslaklık da bunu doğruluyordu. Kalbi yeniden hızlı hızlı çarpmaya başladı, adımlarını sıklaştırdı, bir labirentin içinde içgüdüleriyle geziniyor gibiydi. Hava akımının etkisiyle titreyen meşale daha cılız bir aydınlık yaratıyor ve yürürken duvarlarda arabesk motifler oluşturuyordu.

Akıntının sesi rahatça duyulabilir hale gelmişti ki birkaç dakika sonra kendini yine su kanalının önünde buldu. Bugün biraz daha coşkulu ve güçlü akıyordu. Doğru kelime “korkutucu” diye aklından geçirdi kanalın yanında bir yerlerde bir geçit ararken. Esintinin artması ve hareket titreyen meşalesiyle yol alması oldukça güçleştiriyordu. Meşalesini rüzgardan daha az etkilenmesi için biraz daha mağaranın iç kısmına yerleştirdi. Titreyen ışıkta çantdaki malzemelerini eliyle yokları ve sıkı sıkı çantasının ağzını kapattı. Hava ile doldurulabilen bu çantaları çoğunlukla doğa maceracıları kullanıyorlardı ve şimdi bu muhteşem icat (ki aslında bir icat bile denemezdi) gemisinin kaptanı olmasını sağlayacaktı. Çantayı iyice şişirdikten sonra askılarını omuzlarından geçirerek çantayı kollarının arasına aldı. Böylece akıntı izin verirse ayaklarıyla rotasını belirleyebilecekti.

Dizlerine kadar serin sulara girdi, bir eliyle sıkıca meşalesini tutuyordu ve yavaşça kendini akıntıya bıraktı. Korkutucu bir soğukluk ve sessizlik hakimdi mağarada. Biranda bütün gizemi dayanılmaz bir çaresizliğe bıraktı yerini fakat damarlarındaki kan daha hızlı akıyordu ve biran bile geri dönmeyi düşünmedi. Hafif nemli saçları hızlanmaya başlayan akıntıda savruluyordu. Meşaleyi daha yukarı kaldırdı ve haykırdı “viva la vida!”.

Meşalenin titreyen ışığında gittikçe uzaklaşan karanlık tüneli gördü. Kısa bir süre ülkesini terk eden bir yabancı gibi onu seyretti. Sadece cesurlar planlı maceralara kalkışırlardı, oysa bir delinin maceraya atılması için sadece kıvılcım yeterliydi.

 
Toplam blog
: 128
: 1989
Kayıt tarihi
: 03.10.06
 
 

Gözlerini kapat ve düşün: bir cümle kaç kişide farklı etki yaratır? Birbirimizi anlamanın gittikçe z..