Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Soğuk Dağ

Soğuk Dağ
 

Aslında çok iyi ders dinleyen bir öğrenci olmasına rağmen Selim, bir türlü derse kendisini veremiyordu. Gözleri ara sıra kara tahtadan dışarıda atıştıran kara takılıyor, yağış duruldukça seviniyor, hızlandıkça endişeleniyordu. Bu durumu öğretmenin dikkatinden kaçmamış olacak ki, ‘’ Ben ne anlatıyordum ? ‘’ kabilinden bir soru sordu. Cevap alamayınca da bir hayli sinirlendi. Dersin geri kalan kısmında pür dikkat derse odaklanınca teneffüs zili çalıncaya kadar kardan- kıştan haberi olmadı.

Zille beraber ilk işi pencereye koşmak oldu. Dışarısının durumu gerçekten kötüydü. En azından Selim için öyleydi. Diğer çocuklar için bahçeyi gittikçe dolduran kar bir neşe kaynağı olabilirdi ama Selim açısından tam tersiydi. Çünkü ortaokul son sınıf öğrencisi Selim okula kilometrelerce uzaktan geliyordu. Okula gelip gidebilmek için her Allah’ın günü şehrin üzerindeki kocaman dağı inip çıkması gerekiyordu. Gerçi babası Dağbaşı ile şehir merkezi arasında sefer yapan üstü kapalı kamyonetlere binmesi için harçlık veriyordu ama zaman zaman hiç hesapta olmayan işler çıkıyor ve bu harçlıktan eser kalmıyordu.

Nitekim bugün de öğle paydosunda yemek yemiş, artan para araba için fazlasıyla yettiği halde, dağı yaya çıkmayı göze alarak yanındaki parayı harcamıştı. Vakit geçirmek için bir kitapçıya girdiğinde ne zamandır okumak istediği romanı görmüş ve hiç düşünmeden satın alıvermişti.

Hesabına göre okuldan çıkar çıkmaz, hiçbir yere uğramadan dağa vuracak, biraz hızlı yürürse akşama kalmadan eve varabilecekti. Selim böyle bir çocuktu işte. Kimileri top peşinde koşarken, hatta harçlığını sigaraya filan yatırırken o kitap alır, onca dersin arasında yutarcasına kitap okumaya çalışırdı. Odasındaki kitap sayısı çoktan elliyi aşmıştı.

Bahçeye inince endişesi biraz daha katlandı. Çünkü biriken kar botlarının boyunu çoktan geçmişti ve hala yağmaya devam ediyordu. ‘’ Burada bu kadar kar varsa, dağ yolları nasıldır şimdi? ‘’ diye geçirdi içinden. Bir an son derse girmeden hemen yola koyulmayı düşündüyse de sınav olduğunu hatırlayarak bundan vazgeçti. İkinci bir çare bir arkadaşından borç almak veya durağa giderek şoföre ‘’ yarın getireceğim ‘’ demekti. Çekine çekine bir- iki arkadaşından borç istediyse de yok cevabı aldı. Çekingen bir çocuk olan Selim için veresiye arabaya binmek imkansızın da ötesinde bir şeydi.

Sınava çok iyi hazırlanmasına rağmen bir an önce çıkmak için çalakalem girişti sorulara. Rahatlıkla on alabileceği halde baştan savma yapıp kağıdı verdi. Sonra da çantasını alıp çıkmak istedi. Kağıdını dikkatle inceleyen öğretmen ‘’ Ne iş ? ‘’ gibilerinden Selim’e baktı. Selim başını eğerek sınıftan çıktı. Paltosunu bile koridorda yürürken giyiyordu. Dışarı çıkmadan botlarının bağını iyice sıktı. Paltosuna sarıldı ve  başlığını sıkıca başına geçirdi. Zorlu yolculuk için kendisini hazır hissediyordu.

Karla dolu caddelerden şehir merkezine doğru yürürken ayakları onu durağa doğru götürdü. Yüzünü kızartıp ‘’ Yarın versem olur mu? ‘’ diyecekti ama paraları toplayan muavinin ‘’ aksi suratını ‘’ görünce bundan hemen vazgeçti. Dağbaşına çıkan yola doğru yürüdü. Önünde kocaman bir ‘’ Soğuk Dağ ‘’ vardı. Önce bu dağı tırmanarak  Dağbaşı mahallesine varacak, oradan da inişe geçip Uzunsırt’a gidecekti.

Dağ yoluna girince karın giderek yükseldiğini fark etti. Şehir içinde botunu ancak aşan kar şimdi neredeyse dizine geliyordu. Dağbaşına yaklaşınca herhalde beline kadar ulaşacaktı. Allah’tan bu yol işlek olduğundan arabalar yolu bir nebze açmıştı. Selim tekerlek izlerine basarak ilerliyor, bir an önce Dağbaşı’na varmaya çalışıyordu.

Yolun henüz yarısına varmıştı ki işler birden zorlaştı. Artık buradan sonra araba izi yoktu. Gerçi yoldan yürüyenler birazcık iz yapmıştı ama Selim’in henüz çocuk adımları giderek zorlanmaya başlıyordu. Bir ara tipi hafifler gibi oldu. Selim sevinerek adımlarını sıklaştırdı. Kar botlarının altında garip bir sesle eziliyor, ağzından, burnundan sıcak buharlar çıkan Selimcik dağı tırmanmaya devam ediyordu.

Kubbeli Cami denen mevkiye ulaştığında akşam ezanları okunmaya başlandı. Bu arada hafifleyen tipi de şimdi azgınlaşmış, adeta göz gözü görmez bir hale gelmişti. Selim için artık beline kadar yükselen kar o kadar önemli değildi. Buralarda hiç görülmemesine rağmen, okuduğu kitapların tesiriyle aklına kurt hikayeleri geliyor, ağaçlıkların kuşkulu gölgeliklerinden her an bir azgın kurtun fırlayacağını kuruyordu. Bildiği bütün duaları okuyarak adımlarını sıklaştırdı. Yol tamamen karla dolmuştu. Yıllardır gidip geldiği yol olmasa yönünü şaşırması işten bile değildi. Ortalıkta hayvan izi bile yoktu. Zavallı Selimcik ölesiye yorgun olmasına rağmen uzaktan hayal meyal görülen Dağbaşı ışıklarına ulaşmaya çalışıyordu.O ışıklar şimdi Selim için azgın deryaya umut dağıtan bir deniz feneri gibiydi. Ya o feneri görüp yoluna devam edecek, ya da gözden kaçırıp kayalıklarda parçalanacaktı.

Yorgunluk ve kafasında kurup durduğu vahşi hayvan korkusundan bir an ümidini kaybeder gibi oldu. Galiba Dağbaşı ışıklarına kadar ulaşamıyacaktı. Hayatında ilk defa kara saplanmaktan ve donup kalmaktan ürküntü duydu. Panik halinde ileriye doğru yürümeye çalışırken ileriden bir karaltının geldiğini gördü. Galiba aşağı mahalleden birisiydi. Adam yaklaştı yaklaştı ve elindeki feneri yüzüne tutunca Selim’i tanıdı. Çantasını görünce de ta şehirden beri yürüdüğünü anladı :

- Çarşıdan beri yürüyor musun sen? Hem de bu havada…

Selim ağlamaklı bir sesle

 - Evet abi, dedi, okuldan geliyorum.

Başka bir şey demeye mecali yoktu. Kesik kesik nefes alıyor, ayakta durmaya çalışıyordu. Adamcağız çocuğun durumunu görünce onu yalnız bırakmamaya karar vermişti. En azından Dağbaşı’na kadar eşlik etmeliydi. Bir yandan da minnet altında bırakmamak için:

 - Şimdi aklıma geldi. Ekmek almayı unutmuşum, dedi.

- Gel beraber çıkalım Dağbaşı’na.

Koyu bir karanlık altında döne döne savrulan tipide iki gölge tekrar yola düzüldü. Adam ders durumuna ilişkin sorular soruyor, karla güreşte pes etmek üzere olan Selim’i gayrete getirmeye çalışıyordu.

Sonunda Dağbaşı’na vardılar. Selim’in omuzunu sıvazlayıp uzun sırt yoluna koyarken gülümsüyordu. Bir ara soluk ışıklar altında Selim’in geri dönüp el salladığını gördü. Sağ elini kaldırıp karşılık verirken yaptığı bu iyiliğin hiç unutulmayacağını anlamış gibiydi.

Selim için bundan sonrası kolaydı artık. Yol da kısmen açıldığından rahatlıkla yürüyebiliyor, yokuş aşağı gittiği için de hiç yorulmuyordu.

Eve varmaya az bir yolu kalmıştı ki, karşıdan gelen iki gölge gördü. Yoğun kar yağışı altında bu gelenleri tanımakta gecikmedi.

Öndeki babasıydı. Arkadan da annesi geliyordu. Selim eve gelmekte gecikince iyice meraklanmışlar, normalde karanlık çökmeden eve vardığını bildikleri için de bir hayli telaşa kapılmışlardı.

Selim son bir gayretle adımlarını hızlandırarak ileri doğru yürüdü. Uzaktan:

- Baba,  benim !

diye bağırdı. Annesi belli belirsiz bir çığlık koparıp ileri doğru koşarken Selim olduğu yerde kalakalmış, ağlayarak annesine sarılıyordu. Babası aslında çok kızmıştı ama çocuğun yeterince korktuğunu düşünerek birden yumuşadı. Yaklaşıp olanca sıcaklığıyla oğlunu kucaklarken, tipi altında üçü birden kocaman bir karaltı oldular.

           

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..