Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Söğüt Ağacı (13)

Aysel daha fazla beklemeden bahçe kapısından adımını dışarı attığında Murat’la karşılaştı. Ellerinde erzak dolu iki file vardı. Kırk beş dakikadır dinlenmeden taşıdığı filelerin ağırlığından yorgun düştüğü her halinden belliydi. Şansına yaylıda dek gelmemişti. Yorgunda olsa en azından hatırını sorması gerektiğini düşünen Murat, Aysel’in de onunla konuşmaya geldiğini bilmeden merhaba dediğinde sert bakışına anlam veremedi. İlk anda Fatma ile kırgınlıkları olmuştur diye düşündü. İyide, bunda kendisinin ne suçu vardı ki sert bakışına maruz kalmıştı. Hele yüz ifadesini görünce adeta burnundan soluyan Aysel’den neler olduğunu öğrenmeye çalıştı:

-Aysel…

Murat konuşsa da konuşmasa da Aysel gerekeni söyleyecekti. Hesap sormayacaksa ne diye gelmişti? Sözünü tamamlamasına izin vermedi. Sakince, Fatma ile konuştuklarını anlatarak düşüncesini, doğruysa bu düşünceye nerden kapıldığını sorabilirdi; ama bunu yapmadı. Belki de kafa karışıklığından o anda mantıklı düşünemiyordu. Zehra ile konuşurken içini saran korkuyu unutmuş gibiydi. Biraz mantıklı düşünse Fatma’nın kendi kendine gelin güvey olduğunu tahmin edebilirdi. Hele, Murat Asker’den geldiğinde ve sonrasında hatta izindeyken konuştuklarının muhasebesini yapsaydı konuşma gereği de duymayabilirdi. Bunları düşünecek psikolojide değildi. “Belki nikâhlın olurum; ama asla sana yar olmam” dedi. Bununla da yetinmedi:

-Sende hiç utanma sıkılma yok mu? Adam olan biraz olsun utanır. Nerde sende o adamlık.

Neye uğradığını anlamayan Murat fileleri yere bıraktı. Bıraktı demek doğru değildi. Adeta ellerinden düşürdü. Duyduğu sözler çok ağırdı. Yine de mümkün olduğunca sakin olmaya çalıştı:

-Kimin nikâhlısı oluyorsun? Kime yar olmuyorsun? Utanacak ne yaptım? Adamlığıma gelince…

-Ya, sen bana, bacımsın demedin mi ha? Çetin kardeşimdir demedin mi?

-Dedim.

-Bacısıymışım. Kardeşiymiş. Birde dedim diyor. Ne değişti de bacım demekten vaz geçtin. Gönlümün, kardeşim dediğin Çetin’de olduğunu bile bile nasıl istemeye kalkışırsın?

-İstemek mi?

Murat, hala nelerin olduğunu tam olarak anlamasa da evlerinde bir şeylerin olduğunu ve bu olanların Aysel’i çok üzdüğünü, üzmekle kalmayıp sinirlendirdiğini düşündü. Sinirlendiren, Fatma da Zehra da olsa önemi yoktu. Önemli olan neden sinirlendiğiydi. Sakinliğini korumaya çalıştı:

-Allah aşkına sakin olur musun? Ne dediğini anlayamıyorum. Kim kimi istiyor. Sakince anlatır mısın?

Murat’ı gördüğünde adeta burnundan soluyarak patlayan Aysel bir anda sakinleşti. Sanki bir dakika önce pençesini gösteren Aysel değildi. “Keskin sirke küpüne zarar” düşüncesiyle ses tonu değişti:

  -Bugün Fatma bize geldi. Evde konuşmuş, karar vermişsiniz. Birkaç güne, baban beni sana istemek için gelecekmiş. Gözün aydın sevdiğine kavuşuyorsun dedi.

-Evde konuşulanlardan haberim yok. İlk defa senden duyuyorum. Hala ikimizi sevgili sandıklarını biliyorsun. Bana soracaklarında hayır diyeceğimi düşünemedin mi? Hadi diyelim düşünemedin. Sakince konuşmak varken ne diye bu kadar hakaret ettin. Fatma bize geldi diyorsun: ama sen buradasın. Baskına geldim deme bana. Baskına gelip de baskın yemiş gibi bir halin var. Kötü sözler mi dediler?

 Aysel sakinleşmekle kalmadı. Hatasından dolayı utancından yerin dibine girecek gibiydi. Murat değil de başkası olsaydı bu kadar sakin olmazdı diye düşündü. Hakaret dolu sözlerinden dolayı özür diledi:

-Baskına gelmediğim gibi baskında yemedim. Sadece seninle konuşmak için geldim. Sen evde olmayınca gidiyordum. Haddimi aştım. Tekrar özür dilerim.

-Önemli değil. Aşk denen şey bu demek, Önüne çıkan engelleri aşmak için pençelerini gösterdin. Fatma farkında olmadan doğru demiş. Çok yakında sevdiğine kavuşacaksın. Çetin birkaç güne gelecek. Sana söz sağdıcı ben olacağım.

Aysel’in içini ferahlatan Murat, eşikten adımını attığında aynı sakinliğini koruyamadı. Bu kez pençesini gösterme sırası Murat’taydı. Fileleri elinden almaya çalışan Fatma’ya söylenmedik söz bırakmadı. “Kendi başına, dinlemeden anlamadan ne işler çeviriyorsun” diyerek çıkıştı. Anasına da iki laf diyecekken sustu. Bugüne kadar incitmediği anasını incitmek istemedi. Aklını Fatma’nın çeldiği düşüncesiyle sadece “bu kızın aklına nasıl uydun” dedi. Zehra, Aysel’in neden geldiğini, Fatma’nın neden abim daha gelmedi dediğini yeni yeni anlıyordu. Fatma’nın Aysel’e, seni istemeye geleceğiz demesine Zehra da çok sinilendi. İçinden “ben sana abinle konuş dedim, ne diye Aysel’le konuştun” dedi. Fatma’ya, sana mı kaldı Aysel’le konuşmak diyecek olduğunda ortam daha da gerilmesin diye vaz geçti. Sakinleştirmek istediği Murat sakinleşecek gibi değildi. Haklılık payı yok değildi. Oğlunu karşısına alıp konuşsaydı, bunlar yaşanmayacaktı. Neymiş efendim bu gibi şeyleri karşılıklı konuşup yüz göz olmak doğru değilmiş. Araya birilerini sokacak olursan olacağı bu olur diye düşündü. Kendi kendine, bu andan itibaren bulacağı kızı, oğluyla karşılıklı konuşmadan istemeyeceğine karar verdi. Fatma’yı bir daha bu işe karıştırmayacaktı.  

Yan komşudan çıkan Ayşe, Murat’la Aysel’in konuştuğunu görmüştü. Neler konuştuklarını anlamak için gizlenmiş, Murat’ın, Aşk denen şey bu demek, önüne çıkan engelleri aşmak için pençelerini gösterdin, dediğini duymuştu. Söz, Çetin’in sağdıcı olacağım sözünü, sağdıcım olacak anlamıştı. Aysel buraya kadar geldiğine, bunları konuştuklarına göre evleniyorlar düşüncesiyle Melahat’a koştu. Melahat ilgilenmedi. Üstüne basa basa gördüğünü, duyduklarını abartarak tekrar, tekrar anlattı. Yine ilgilenmediğini görünce hayret etti:

-Kız sana ne oldu? Merak etmiyor musun?

-Neyini merak edeceğim be. Bunların aşkı bayatladı. Sen bana yeni aşklarla gel.

-Çetin…

Çetin’de kim be…

-Bu yaşta kocadın mı? Süslü Zeynep’in Uyuşuk Çetin’i ne çabuk unuttun. Bunlar kavgalı değil miydi? Ne zaman barıştılar da sağdıcı olacak kadar dost oldular. Bak ne diyeceğim. Bunun adını kim Uyuşuk koymuş. Süslü’nün peşinde o kadar koşan varken uyuşuk kaptı. Hevesini aldıktan sonrada terk etti.

Adından anlaşıldığı gibi köy yerine göre Zeynep gereğinden fazla süslüydü. Bağda, bahçede, tarlada bile düğüne gider gibi giyinirdi. Aynası, allığı, sürmesi hep yanındaydı. Birileri varmış, yokmuş aldırış etmeden sık sık aynaya bakar, saçını, başını düzeltirdi. Köy gençlerinde gözü yoktu. Erciş’ten birini bulacağı, köy hayatından kurtulacağı hayalini kurardı. Aşk bu… Şehirli hayali kurarken Uyuşuk’a gönlünü kaptırdı. Bir süre sonra Uyuşuk, Zeynep’e çok fazla süslendiğini, bundan rahatsız olduğunu söyleyince araları bozuldu. Biri süsünden vaz geçmiyor, öbürü süslenmesini istemiyordu. Yenik düşen Uyuşuk oldu. Samanlıktan, öncesinde ve sonrasında, Zeynep’in süslenmesine razı olunca gizlice buluşmaya devam ettiler. Barıştıklarından Melahat’ın haberi vardı:

-Doğru diyorsun. Bugün havamda değilim. Sende ayakta uyuyorsun. Süslü’yü terk ettiği yalan. Gözümden kaçar mı? Samanlıkta yedikleri naneleri bana sor.

-Senin yediklerin gibi mi?

-Bana diyene bak hele. Ağzımı açtırma, altından kalkamazsın. Yeni birini bulmuşsun. Fistan değiştirir gibi sevgili değiştiriyorsun. Sıradaki gelsin der gibi yolgeçen hanı olmuşsun. Böyle giderse… Neyse konuşturma beni.

-Yalan. İftira…

-Hadi be. Önce Fevzi sonra Hasan… Ferhat’tan yüz bulunca Hasan’ı bıraktın. Konuşturma diyorum konuşturuyorsun. Ferhat’tan sonra sırada kim var. Utan, utan. Seninki sevgi değil…

Murat ile Aysel’i, Çetin ile Zeynep’i anlatayım derken yine faka basmıştı. Kendi kendine “eşek arısı dilimi soksun” dedi. Melahat ile biraz daha konuşursa başka sırlarıyla yüzleşeceğinden korktu. Ferhat’ı çoktan bıraktığını, Osman’ı deliler gibi sevdiğini; ama Osman’ın dönüp bakmadığını ağzından kaçırırsa adı yedi kocalı Hürmüz’e çıkardı. Pılını pırtını nasıl toplayıp kaçacağını bilemedi.

 
Toplam blog
: 45
: 180
Kayıt tarihi
: 17.04.13
 
 

1961 Erciş doğumluyum. İlk öğrenimimi Erciş Emrah ilkokulunda tamamladım. Konya Ereğli İvriz Öğre..