Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Söğüt Ağacı (17)

Çetin, dördüncü günün şafak vaktinde söğüt ağacının altında gelip oturdu. Evden çıkarken, elindeki bavulla görülmek istememişti. Şafak vaktinde bile yengesine yakalanma korkusu vardı. Veda etmeyi arzu etse de olacak şey değildi. Mutlak süratte engellenirdi. Bu nedenle şafak vaktini seçmişti.

Saatler ilerleyince, sıkılmaya başlayan Çetin, birazdan gelir umuduyla beklemeye devam etti. Öğlen vakti olmasınarağmen Aysel’den ses yoktu. Son defa yüzünü söğüt ağacına döndü. “Önce Allah, sonra sen şahidimsin, üzerime düşeni yaptım” dedi. Aysel’le vedalaşır gibi söğüt ağacıyla vedalaştı. Akşamdan, gizlice hazırladığı bavuluyla kavak ağaçlarının arasından aşağı bahçeye yürüdü.

Aşağı bahçeden çimenlere geçecek, kestirme yoldan Örene’ye, sonrasında yol nereye götürürse oraya gidecekti. Birilerine görülmek istemediğinden bu kararından vaz geçti.  Küçük çaydan karşıya geçememe durumu vardı. Derenin, kıvrımına göre güneyi ve batısı Karaçı Yurdu’na kadar kavak ağaçlarıyla kaplıydı. Ağaçların arasından, değirmenlerin olduğu yere kadar dinlenmeden yürüdü. Değirmenlerin üst tarafında, yeşillikler arasında biraz soluklandıktan sonra yarların altından, Örene köyünün içinden geçen Adilcevaz yoluna çıktı. Önüne gelen ilk araçla yoluna devam etti.

Çetin’in ne zaman, nereye gittiğini bilen yoktu. Bilinen tek şey, o günün sabahında ortadan yok oluşuydu. Başına kötü şey gelmiş olabileceğinden korkuyorlardı. Günün yirmi dört saatinde Çetin’i düşünen Sebahat’ın gözlerinden yaş dinmiyordu. Bir o kadarda Aysel’i tek başına konuk etmeye alışık olmayan söğüt ağacı ağlıyordu. Yeşermeye, canlanmaya mecali yoktu. Çetin’in vedasına, Aysel’in gözyaşlarına daha fazla katlanılacak gibi değildi. Aysel’de terk edince yavaş yavaş dallarını kuruttu. Kollar bitmişti. Beden ve Kök kurudu, kuruyacaktı.

Aradan geçen dört ayın ardından Musa’ya gelen mektupta, Çetin’in çok iyi olduğu, bir daha Erciş’e dönmeyi düşünmediği, zaman zaman mektupla durumunu bildireceği yazılıydı. Mektuba, babam diye başlamamış, satırlar arasında anam, abim, yengem diye söz etmemiş olsaydı Çetin’in yazdığı anlaşılmayabilirdi. Ne mektubun sonunda, ne zarfın üzerinde adı vardı. Belki de mektup açılmadan kimden geldiğinin öğrenilmesini istememişti. Kim bilir, Musa’ya ulaşmadan kimlerin elinden geçecekti. Tek isteği vardı. Kim sorarsa sorsun İzmir’de olduğunun söylenmemesiydi. Eğer herhangi birine İzmir’de olduğunun söylendiğini duyarsa bir daha asla mektup yazmayacaktı. İyi olduğu haberini alan Sebahat’ın biraz olsun gözyaşları dinse de yüreği dayanacak gibi değildi. Elinden bir şey gelmiyordu. Yapabileceği bir şey olmayınca acıyla yaşamayı öğrenmek zorunda kaldı.

Çetin, İki yıl boyunca, çoğunluğu inşaatlar olmak üzere değişik işlerde çalıştı. İlk zamanlar inşaatlarda yatıp kalktı. Durumunu biraz düzeltince eve yerleşti. Çalışmadığı günlerde çoğunlukla ya Çankaya, ya Basmane’deydi. Bazen de Konak’a giderdi. Karşıyaka, Buca, Bornova, hayatında yok gibiydi.Bir zaman sonra Çankaya’daki meyhanelere takıldı. İçerek unutacağını sandığı Aysel’i, içtikçe daha çok hatırlar oldu. Hatırladıkça unutmak için içmeye devam etti. İki yılın sonunda bir an geldi kendini içkili bir mekânın bodyguartı olarak buldu.

 Aradan yirmi beş yıl geçti. Bu zaman diliminde önce Sebahat sonra Musa hayatını kaybetti. Her ikisinde de ölüm haberini çok sonra verdiler. Ölümlerinden anında haberi olsaydı belki de yine Erciş’e gitmezdi. Belki de gider, Aysel’i görmeden İzmir’e dönerdi. Kendi de bilmiyordu. Bu yıllar içinde, mektuplarda ne Aysel’i sordu, ne Aysel hakkında bilgi veren oldu. Bu arada, Uykucu Ayşen’in öldüğünden, Mustafa’nın hastalandığından, zaman zaman kötüleştiğinden, haberi olmadı.

 

 
Toplam blog
: 45
: 180
Kayıt tarihi
: 17.04.13
 
 

1961 Erciş doğumluyum. İlk öğrenimimi Erciş Emrah ilkokulunda tamamladım. Konya Ereğli İvriz Öğre..