Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Söğüt Ağacı (2)

Aysel, gözlerini ovarak uyandığında Güneş hayli yükselmişti. Bu kadar geç uyanmasına şaşırdı. Başka zaman olsa anası uyandırırdı. Nedense bu kez dokunmamıştı. Hemen geceliğini çıkararak günlük kıyafetini giydi. Yatağının altındaki kokayı avucunun içine alarak mutfağa gitti. Tanımadığı, kim olduğunu öğrenemeden kaybolan adamın elinden içtiği bir bardak su yeterli gelmemiş olacak ki gözleri su testisini aradı. Oysa testi her zamanki yerinde duruyordu. İki yudumda testiden içti. Artık dilinde damağında kuruluk yoktu. İçi ferahtı; ama su veren adamı unutamıyordu. Kimdi bu adam? Tanımadığı adamın elinden su içmek neyin nesiydi? Kaderinde Çetin’den başkası mı vardı? Gördüğü, Çetin’in gelecekteki görüntüsü olabilir miydi? İyide kulağı pürüzsüzdü. Ya o çocuklar… Belki aşklarının meyveleriydi. Çocuklar mavi gözlüydüler. Sağ yanaklarında gamzeleri vardı. Aysel de mavi gözlüydü ve sağ yanağında gamzesi vardı.

Daha fazla düşünecek zamanı yoktu. Ev halkı kahvaltı bekliyordu. Mustafa abisi ile Ahmet abisi de geleceklerdi. Gazlı ocağı üç dört defa pompaladıktan sonra kibritle tutuşturdu. Üst kısmı beyaz, alt tarafı isli çaydanlığı ocağın üstüne koydu. Biraz daha gür yanmasını düşünmüş olacak ki iki üç defa daha pompaladıktan sonra ocağın başından ayrıldı. Terekten indirdiği on beş tane lavaşı tek tek ıslattı. Bir koşuda, tandır evinde kuma gömülü küpten büyük parça otlu peynir çıkararak bir gün önceden kalan murtuğa ile birlikte yer sofrasına koydu. Çayı demledikten sonra aceleyle yedi yumurta kırarak kayganak pişirdi. Bardakları da sofraya koyunca ahırdaki işler bitmeden kahvaltıyı hazırlamış oldu.

Aysel’in aklı hala gece su veren adamda ve kilerdeki kokasında olduğundan, abilerinin, kahvaltı sonrası bir an evvel işlerine gitmeleri için içinden dua ediyordu. Babası da evden çıktığında, anası ile baş başa kaldığında, kokasını dama bırakacaktı. Ne var ki kahvaltı uzadıkça uzuyor, bitmek bilmiyordu. Aslında, ilk defa bu kadar çok uzadığını düşündüğü kahvaltı değildi. Kahvaltının uzadığını düşündüren içindeki duyguydu.

Aysel için çok uzun süren kahvaltının ardından erkekler evi terk ettiler. Abileri, Haçlar mevkiindeki tarlada çapa yapacaklardı. Adnan, erzak almak üzere Erciş’e gitti. Erzak alıp geldikten sonra tarlaya gidecekti. Babası, bahçeden dolaşarak köy meydanına geçecek, akranlarıyla biraz çene çaldıktan sonra öğlen namazını camide kılacaktı. Namaz sonrası çocuklarına yemek götürecekti.

Aysel aceleyle sofrayı topladı. Ana kız el ele vererek evdeki dağınıklıkları toparladılar. Uykucu, akşamdan hazırladığı çılbırı ocağa koyduktan sonra odaya çekilip divanda ayaklarını uzatırken, Aysel ahşap merdivenin basamaklarını bir, bir çıkarak yarım kokayı dama bıraktı.Aynı ahşap merdivenden aşağı inerken gözü kokadaydı. Gökyüzünde uçan, kokaya yaklaşan tek kuş yoktu. Bir süre, gözleri dama dikili halde avluda bekledi. Ne kadar beklediğinin farkında değildi. Çok uzun süre beklediğini düşündüğünden umudunu yitirdiği esnada gözüne ilişen karganın hareketlerini heyecanla izledi. Adeta gökyüzünden süzülerek yaklaşan karga, dama konacakken tuhaf bir şey görmüş gibi havalandı. Gökyüzünde bir tur attıktan sonra kokanın olduğu yere kondu. Kokayı almakta tereddüt eder gibiydi. Bir dakika kadar kokaya dokunmadı. Bu bir dakika Aysel’e bir saat gibi geldi. Çünkü bir an önce sonucu görmek istiyordu. Karga, kokayı gagasına alıp havalandığında, kalbi yerinden fırlayacak gibi olan Aysel’in heyecanı çok fazla sürmedi. Güneye doğru uçmasını beklediği karga, kokayla batıya yönelerek gözden kaybolduğunda gönlünü hüzün kapladı. Yüreğindeki sızı, kalbindeki acı gözlerine vurdu. Kargayı gördüğü anda içini kaplayan heyecandan eser yoktu artık. Düşündükçe çıldıracak gibi oldu. Gece, rüyasında gördüğü, sonu görülmeyen yol da batıya doğru uzamıştı.

Neden güney değil de batı… Belki de gelecekte batıya yerleşeceğiz düşüncesiyle teselli olmaya çalıştı. Bu saatten sonra yapabileceği bir şey yoktu. Eve girdiğinde avluya açılan kapıyı açık bıraktı. Kaç dakika evde oyalandığını bilmeden birinin sesini duyar gibi oldu. Sesin nerden geldiğini öğrenmek için dikkatlice dinledi. Tandır evinin damından geliyordu. Kendi kendine “ne zaman geldiniz de dama çıktınız” dedi. Seslenen ısrarla sözlerini tekrarlıyordu:

“Hıdır Nebi, Hıdır Geylaz

Çiçeklendi geldi yaz

Verenin bir oğlu olsun

Vermeyenin kızı olsun”

Uykucu da sesi duymuştu. “Aysel, kızım, bakıver” dedi. Tandır evine geçen Aysel, bacadan uzatılan torbanın içine üç yumurta koyduğunda damdaki seslendi:

-Aysel abla sen de mi yumurta…

Ses yabancı değildi:

-Müco sen misin?

-Aysel abla ben Mücahit…

-Ha Müco, ha Mücahit, ne fark eder.

-Ha sümüklü, ha Aysel…

Sümüklü ha… O dilini koparırım. Merdiveni alayım damda kal da aklın başına gelsin.

-Arkada tayadan kalan yoncanın üzerine atlarız.

-Başkası da mı var?

O ana kadar nedense kendini gizleme gereği duyan ikinci kişi cevap verdi:

-Bibi, ben Veysel…

Veysel, Mustafa’nın oğluydu.

-Bibi kavurga yok mu? Senin üstüne kavurga yapanı tanımam. Anam da ninem de yapamaz.

-Veyso; bibi kurban, yumurtayı yukarı çekin, damdan inin. Söz, sana bol çedeneli kavurga kavuracağım. Erik çekirdeği de katacağım.

-Bibi üç yumurta daha koy. Ere gidende Allah sana aslan gibi bir oğul versin.

Üç yumurta daha torbaya koyan Aysel, gülümseyerek kendi kendine “bir oğlan iki kız” dedi.

Yumurtaları ve kavurga sözünü alan çocuklar, başka bir damın bacasından torba sallamak üzere tayanın üzerine atlayarak gözden kayboldular.

 

 
Toplam blog
: 45
: 180
Kayıt tarihi
: 17.04.13
 
 

1961 Erciş doğumluyum. İlk öğrenimimi Erciş Emrah ilkokulunda tamamladım. Konya Ereğli İvriz Öğre..