Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Söğüt Ağacı (6)

Çetin yanık sesliydi. Elinden tutan olsaydı belki de ses sanatçısı olurdu. Purmak’ta, Purul’da Çetin gibi sesi yanık olan çok kişi vardı. Ellerinden tutan, yol gösteren olmayınca demeli çevirmeli düğünlerde türkü söylemekle yetiniyorlardı. Bir iki kişi radyoya girmek istemiş, yol yordam bilmediklerinden başvuruda bulunmamışlardı. Çetin ise radyoya girmeyi aklına dahi getirmemişti. Düğünlerde türkü söylemek, baş başa kaldıklarında Aysel’e mini konser vermek yetiyordu.

Zorunlu haller dışında ne Purmak ne yakın köylerdeki düğünlere giden Çetin, Purul düğünlerini kaçırmamak için gayret ederdi. Haberi olduğu her düğüne, davetli olsun, olmasın giderdi. Düğünler her mevsimde yapılsa da genelde hasattan sonra yapıldığından ve çoğunlukla çakıştığından Purmak düğünlerindense Purul düğünlerini tercih ederdi. Çünkü Purul’daki düğünlerde Aysel’i vardı. Aysel’in olmadığı düğüne gitmenin manasız olduğunu düşünürdü. Bu iki köy, iç içe sayılacak kadar biri birine yakın mesafede olduğundan belki de, Purul’un her düğününde ne işi var diyen olmazdı.

Hasatlar toplanmış, köylülerin eli bollanmış, düğünler başlamıştı. Çetin yine Purul düğünündeydi. Davul zurna olmayan bu düğün demeli çevirmeliydi. Gençlerden biri türkü diyor diğeri çeviriyordu. Kızlı erkekli halayda gençler coşkuluydu. Davul zurna bile belki de gençleri bu kadar coşturamazdı. Sesler yanık olunca düğünde güzeldi. Halay başladığından beri diyen, çeviren bu gençler susunca düğünlerin vazgeçilmezi Beko’nun Kutto’nun gür sesi duyuldu:

“Elinde oya

Gidiyor toya

Kirpiği boya

Menşure hanım”

Kutto’nun dediğini Bala Yılmaz çevirdi. Bu arada yeni katılanlarla halay daha da kalabalıklaştı. Halayın başını Kutto çekiyordu. Kutto’dan sonra, halaydaki altıncı erkek Bala Yılmaz’dı. Yılmaz’ın elinden bacısı Çilli Nigar tutuyordu. Nigar’dan sonra üç kız daha vardı. Dördüncü kız Meraklı Melahat’tı. Melahat’ın elinden amcası oğlu Bücür Osman tutuyordu. Çetin Osman’ın yanındaydı. Çetinden sonra on bir erkek daha vardı. Bu erkeklerden sonra kızlar sıralanıyorlardı. Sıralama bu şekilde, kızlı erkekli devam ediyordu. Tabi ki arada halaya giren, halaydan çıkan, sıralamayı değiştiren oluyordu. “U” şekli alan halay devam ettikçe Çetin ile Aysel zaman zaman karşı karşıya geliyor, birbirlerini süzüyorlardı.

Yılmaz çevirmeyi tamamlayınca Kutto’nun sesi yeniden duyuldu:

“Elinde mili

Bülbüldür dili

Mehlenin gülü

Menşure hanım”

Bu dörtlüğü çevirirken Yılmaz’a, Çetin yanık sesiyle eşlik etti. Bu arada Aysel’le tekrar karşı karşıya gelince gözleriyle birbirlerine odaklandılar. Çevirme bittikten sonra Kuto’nun yeni dörtlüğü söylemesine fırsat vermeyen Çetin yeni türküye başladı: 

“Oy Aysel’im, Aysel’im

Mavi gözlüm Aysel’im

Gidiyorum Askere

Yolum gözle Aysel’im”

Bilinmeyen, ilk defa duyulan türküydü. Köy gençleri zaman zaman türkü sözleri yazar, düğünlerde okurlardı. Yazılan türküler beğenildiğinde köye mal olur, düğünlerde de okunurdu. Zamanla köy sınırlarını aşan, Erciş’e ardından Türkiye’ye mal olan türküler vardı.

 Çetin birine mesaj gönderiyordu ama kime? Köydeki Aysellerden bazıları çocuk yaştalardı. Gelinlik çağındaki Aysellerin altısı da düğündelerdi. Mesajın kime olduğunu merak edenler gözlerini Aysellere çevirdiler. Tekgöz Aysel’in bir gözü mavi, bir gözü sarıydı. Güllü Aysel’in gözleri yeşildi. Sümüklü, Çilli, Cazgır, Tombul mavi gözlüydüler. Mesaj dördünden birineydi; ama hangisine olduğunu anlayamadılar. Sümüklü, Çetin’in askere gideceğini zaten biliyordu. Başkalarına askere gideceğini duyurması bir tarafa, mesaj göndermenin ne gereği var, diye düşünen Aysel; kırıldığını, sıkıldığını belli etmemek için gereken gayreti gösterdi. O anda, üstünde olan gözlere açık verirse dillere düşmekten korktu. Çetin’den başka sözler duyabilirim düşüncesiyle halaydan çıkarak gözlerden uzak durmaya çalıştı. Çetin devam etti:

“Oy gamzelim, gamzelim

Yanakları gamzelim

Gidiyorum askere

Yolum gözle gamzelim”

Meraklı gözler, yanakları gamzeli olanı aradığında Aysel yoktu. Yakinen tanıyanlar sağ yanağında gamze olduğunu biliyorlardı; ama yanakları demişti. Bununla yetinmeyen Çetin, Leyla, leyla türküsünün sözlerini Aysel, Aysel olarak değiştirdi. Türkü daha bitmeden homurdanmalar başladı. Gamzelerden söz etse de gamzesi olmayan mavi gözlü Ayseller huzursuzlandılar. İleride, mavi gözlerin, yanaktaki gamzelerin unutulacağını, adlarının hafızalarda kalacağını düşünen Ayseller, Kulağı Kesik ile anılmak istemiyorlardı. Aysellerde gönlü olanlar dişlerini bilemeye başladılar. Çetin’in bir dersi hak ettiğini düşünüyorlardı. Homurdanmaların doğurabileceği sonucu fark eden Yılmaz, Çetin’in koluna girerek halaydan çıkardı. Bir an önce düğünü terk etmesini söyledi. Aksi halde çok kötü şeylerin olabileceğini anlattı. Çetin, düğünü terk ederken “merak etme, bugünden sonra iki yıl boyunca bu köyden hiç kimse yüzümü göremeyecek” dedi.

Elbette ki bir kişi hariçti. Hariç tuttuğu kişiyle vedalaşmadan askere gitmeyi aklının ucundan dahi geçirmiyordu. Ertesi gün öğlen vaktine yakın saatte Aysel’in evine doğru ağır adımlarla yürüdü. Yol boyunca beş defa tur attığı halde Aysel’i göremedi. Umudunu kaybedince altıncı turu atmadan evinin yolunu tuttu.

O günün gecesinde Çetin’in gözlerine uyku girmedi. Gün aydınlanıncaya kadar Aysel’i düşündü. Neden görememişti? Neden avluya çıkmamıştı? Avlunun temiz olduğu günlerde bile Çetin gelebilir düşüncesiyle çalı süpürgesiyle avluda oyalan Aysel neden yoktu? Bir yere gitmiş olabilir miydi? Aysel’in bir yer gittiği yoktu. Çetin’i görmek istemediği için evden dışarı adım atmamıştı. Sonraki gün, bir sonraki günde dışarı çıkmadı. Çıkarsa karşılaşacağından emin olduğu için Çetin askere gidinceye kadar mecbur kalmadıkça dışarı çıkmaya niyeti yoktu.

Aysel ne kadar kırılmış olsa da Çetin’i çok seviyordu. Cezalandırmaksa bu kadar ceza yeterli diye düşündü. Dördüncü gün evden dışarı çıktı. Eline aldığı çalı süpürgesiyle avluda oyalanmaya başladı. Çetin’i beklerken göze çarpmamak için bunu hep yapar, avluyu süpürüyormuş gibi görünürdü. Avluyla bu kadar çok ilgilenmesine, hemen hemen her gün süpürmesine, Güllü bir anlam veremezdi. O bir defa temizlerse Aysel on defa temizlerdi. Genellikle kızı Cadı Kadriye, bazen de ahretliğim dediği Meco’nun Hüsna geldiğinde, avluda oturmak istediklerinde, bir kilim, iki minder atacakları kadar yeri süpürürdü. Aysel’in avluyu sık sık temizlemesini bazen gençliğine yorumlardı. Çetin’in ıslığını birkaç defa duymuş; ama Aysel için çaldığını aklına dahi getirmemişti

Çetin Aysel’i gördüğünde sağına soluna baktı. Ortam müsaitti. Güllü görünürde yoktu. Her zamanki ıslığını çaldı. Islığı duyan Aysel, duymamış gibi davrandı. Çetin seslenmek zorunda kaldı. Aysel başını kaldırıp baktığında bahçeye gel işareti yaptı. Çetin’in ısrar edeceğini bildiğinden biraz nazlanmak, birazda kırgınlığını ifade etmek maksadıyla gelmiyorum işareti yaptı. Çetin sağını solunu tekrar kontrol ettiğinde de çevrede kimse yoktu. Adını vermeden “yanına geliyorum” dedi. Göremediği biri varsa, sesini duyan olsa bile kime seslendiğini anlamayacaklarını düşünerek adını vermemişti. Aysel, Çetin’in bir şeyi yaparım dediğinde yapacağını çok iyi biliyordu. En azından bugüne kadar yaparım dediklerini yapmıştı. Gelirse anasının görebileceğinden korktuğundan daha fazla nazlanmadı.  

 Aysel, her zamanki gibi kalas köprüden geçerek söğüt ağacına gitti. Çetin yine arka taraftan dolaştı. Yaz aylarında sulama amaçlıda kullanıldığından iyice kuruyan dereden su hala çok az akıyordu. Yeni yağmaya başlayan yağmur suları dereyi doldurmaya yeterli gelmemişti. Ekinler biçildiğinden, buğdaylar un yapılmak üzere değirmenlere taşındığından, suyun yönünün değirmenlere çevrilmesinin de etkisi vardı. Çetin’in rahatlıkla geçtiği derenin, bir haftaya kadar, etkisini artırabilecek yağmurlarla birlikte, değirmenlerdeki işlerin azalmasıyla yeniden coşması kaçınılmazdı.

Bu defaki buluşma her zamankinden farklıydı. Buluşmayı farklılaştıran düğünde yaşadıklarını unutmayan Aysel’di. Daha önce buluştuklarında yağmura, çamura aldırış etmeden, bazen kilime, bazen toprağa oturup ayaklarını uzatarak, Çetin’in başını, dizlerine koymasına müsaade eden Aysel, ayakta durdu. Oturmaya, ayaklarını uzatmaya, Çetin’in kesik kulağıyla oynamaya, saçlarını okşamaya, hiç niyeti yoktu. Aysel oturmayınca Çetin’de oturmadı. Söğüt ağacı dile gelseydi, aşkınıza defalarca şahitlik eden ben hayretler içindeyim derdi. Neler oluyor Allah aşkına? Beni daha fazla meraklandırmayın derdi. Söğüt ağacı kadar Çetin’de Aysel’in hırçın bakışlarına anlam veremiyordu. Düğünde söylediği türkülerden dolayı Aysel’i sinirlendirdiği aklının ucundan dahi geçmiyordu. Aysel’in saçlarıyla oynamak istediğinde tepkiyle karşılaştı. “Çek ellerini” diyen Aysel konuşmanı sürdürdü:

-Askere gideceğini biliyorum. Seni bekleyeceğimi biliyorsun. Neyin peşindesin? Ne diye herkese duyurmaya çalıştın. Sevgimizi ikimizin bilmesi yetmiyor mu? İlle de birilerinin bilmesi mi gerekiyor? İnsanların yüzüne nasıl bakacağım? Dedikodulara nasıl kulak tıkayacağım? Düşündükçe aklım almıyor. Çıldırtmak mı istiyorsun?

Söğüt ağacı, sevginizi bir de ben biliyorum der gibi duruyordu. Aşkınıza şahit olan, sevginizi bilen ben, önünüzde saygıyla eğilir, dedikodunuzu yapmam diyor gibiydi. Çetin, dedikodunun çıkmasını özellikle istemişti. Yapılacak dedikodular sayesinde gözü arkada kalmadan askerliğini yapabileceğini düşünmüştü. Dili döndüğünce izah etmeye çalıştı:

-İki yıl senden uzak kalacağım. İstedim ki sevdalı olduğumuzu bilsinler ve seni istemeye gelmesinler. Ben askerdeyken seni isteyen olursa anana, babana, abilerine, Çetin’i seviyorum, başkasına vermeyin diyebilecek misin? Zaten sana sormaya bile gerek duymazlar. Onlar tamam dedi mi söz hakkın kalmaz. Önlerine çıkarım, Çetin’i seviyorum, derim diye kendini avutmaya kalkışma. Hangi kız diyebilmiş ki sende diyebilesin. Nice gönlünün düştüğünden başkasına eş olanları duyuyoruz. Dediğini farz edelim. Sevdiğinden başkasına vermeyiz derler mi?

-Şimdi iyi mi oldu? Bizimkiler, iyi ki sevmişsin, seni sevdiğine vereceğiz mi diyecekler? Aksine, kızacaklar. Oynaşmaya utanmıyor musun diyecekler. Söz dinlemeyen, aileye yakışmayan biri olarak görecekler. Belki de bir an önce kocaya verelim kurtulalım diyecekler.

-Kötü biri olsan bile, sevgiden öte gönlünü eğlendirmeye çalışan, oynaşan biri olsan bile, sana bu gözle bakmazlar, bakamazlar. Kim kızını kötüler…

-Sen öyle san. Tanımadığın için bilmezsin, Naco’nun abileri kızın kemiklerini kırdılar. Gerçi abimler O'nun abileri gibi değiller; ama bellide olmaz. Buraya gelirken neleri göze aldığımın farkında değilsin. Hele bir duyulsun, saçımı başımı yolarlar.

Konuşma uzadıkça uzadı. İçinden çıkılmaz bir hal aldı. Söğüt ağacı bile boş verin kimin ne diyeceğini der gibi bakmaya başladı. Hele, askerlik öncesi bunları konuşmanın ne gereği vardı. Söğüt ağacını dinlemiş gibi konuşmayı bitirdiler. Artık vakit vedalaşma vaktiydi. O ana kadar eli tutulmayan Çetin, vedalaşırken askerlik öncesi son defa Aysel’in elini tutmak, tokalaşmak istedi. Uzatılan eli tutmayan, o ana kadar konuşurken bile gözlerini kaçıran, kaçırmadığında hırçın bakışına devam eden, alışkanlık haline getirdiği halde kesik kulakla oynamayan, mesafeli davrandığını her haliyle anlatmaya çalışan Aysel; kızgın, kırgın olmasına, sinirinin hala geçmemesine rağmen sevdiğinden ayrı kalacağı gerçeği ile yüzleşince Çetin’in boynuna sarıldı.

Sarılmakla yetinmeyen, defalarca doya, doya Çetin’in yanaklarından öpen Aysel’in gözleri yaşardı. Bu kez gözyaşları görülmesin diye gözlerini saklamaya çalışsa da beceremedi. Aksine Çetin’i de ağlattı. Sanki az önce iki yabancı gibi davranan bunlar değillerdi. Söğüt ağacı, kucaklaşmalarına dallarını oynatarak eşlik etmeye çalıştı.

Ayrılık kolay değildi; ama ayrılmak zorundaydılar. Bu şekilde devam ederlerse ayrılamayacaklardı. Ağır, ağır gevşeyen kolların ardından Aysel’in anlından öpen Çetin, helallik istedi. Hakkını helal eden Aysel’e Çetin’de hakkını helal etti.

 
Toplam blog
: 45
: 180
Kayıt tarihi
: 17.04.13
 
 

1961 Erciş doğumluyum. İlk öğrenimimi Erciş Emrah ilkokulunda tamamladım. Konya Ereğli İvriz Öğre..