Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mart '08

 
Kategori
Siyaset
 

Şok edici ama sürpriz değil.

Şok edici ama sürpriz değil.
 

Filament lambalar kısa ömürlüdür ve devirlerini tamamlamıştır.


Bu yorumu, dün "kapatma davası" haber ve yorumları arasında duydum. Durumu çok güzel tanımlıyor.

Şok etkisi yaratıp sürpriz olmamak aynı anda mümkün olabiliyormuş demek ki.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil her birey, siyasi partiler dahil her kuruluş, sınırları Anayasa ve yasalarla belirlenmiş özgürlüklere sahiptir.

Anayasalar da değiştirilebilir ama değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek bazı hükümleri vardır. Bu değiştirilemez hükümler, devletin şeklinin cumhuriyet olduğu ile ilgili birinci maddesi ve Cumhuriyetin nitelikleri ile ilgili ikinci ve üçüncü maddeleridir.

Elbette ki niyeti malum bazı kişiler bunun karşısına “halk isterse her şeyi değiştirebilir” gibi “demokrat” görünen bir polemik getirebilir. Doğrudur, evrende, yapabilirseniz her şeyi değiştirmek mümkündür. Anayasanın başlangıç maddeleri de değişebilir.

Ama bu, parmak kaldırarak, oy atarak falan olmaz.

Bıraksınlar laf canbazlığını, niyetlerini, yani anayasanın başlangıcındaki hükümleri değiştireceklerini söylesinler hazır yüzde kırkyedi oy da almışken.

Biz de bilelim gerçek amaç ortaya çıkınca karşımızda kaç kişi kalacağını.

Bakın, büyük Atatürk, “saltanatın kaldırılması” konusunu görüşmek için toplanmış olan komisyon çalışmaları hakkında Nutuk’ta ne diyor :

“Üç komisyon bir odada toplandı. Başkanlığına Hoca Müfit Efendi'yi seçti. Konuyu görüşmeye başladılar. Şer'iye Komisyonu'nda bulunan hoca efendiler, hilafetin saltanattan ayrılamayacağını, bilinen safsatalara dayanarak iddia ettiler. Bu iddiaların yersizliğini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konuşabilecek olanlar ortaya çıkar görünmediler. Biz, çok kalabalık olan bu odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk. Bu şekildeki görüşmelerin istenilen sonuca varmasını beklemek boşunaydı. Bunu anladık. Sonunda, karma komisyon başkanından söz istedim.

Önümüzdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şu konuşmayı yaptım:

"Efendim, dedim, hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hakimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar. Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazı kafalar kesilecektir.

İşin ilim yönüne gelince, hoca efendilerin merak ve endişeye kapılmalarına yer yoktur. Bu konuda "ilmi açıklamalarda bulunayım" dedim ve uzun uzadıya birtakım açıklamalar yaptım.

Bunun üzerine, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi, "Affedersiniz efendim, dedi, biz konuyu başka bakımdan ele alıyorduk; açıklamalarınızla aydınlandık" dedi.

Konu karma komisyonca çözüme bağlanmıştı.”

Yüce önder Atatürk Türk ulusu adına kararını vermişti ve geriye dönüş olamazdı.

Atatürk sizce neden halka veya halkın temsilcilerine “buyurun arkadaşlar, vatan kurtuldu, şimdiden sonrası için herkes önerisini söylesin, sonunda oylayalım, en çok oy hangi öneriye verilirse o öneriyi kabul edelim” demedi?

Büyük Atatürk’ün 1934‘te İzmir’de söylediği şu sözlere bakar mısınız:

"Arkadaşlar, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılaplar için nur ve münevverin yoluna gideceğiz; hedef ve hünerimiz cahil kitleyi de nurlandırarak yolumuzda yürümek ve onu selamete çıkarmaktır. Cumhuriyetimizi, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek, yalnız cehalet değil, hıyanet olur. Yüzde sekseni ümmî (kör cahil) bırakılmış bir memlekette inkılaplar plebisitle (referandum) olmaz!" (Atatürk 11 Nisan 1934 Izmir)

(Bâki Vandemir, Yerli, yabancı 80 imza Atatürk'ü Anlatıyor, S. 172)

Bu da gösteriyor ki bu ülkede 85 yıl önce sadece bir kurtuluş savaşı değil bir de devrim yaşandı. Bunu ara sıra hatırlamakta yarar var.

O devrimi içine sindirememiş olanlar bir karşı devrim, geriye dönüş, rövanş ve hesaplaşma hareketine kalkıyorlar ve akılları sıra bunu “oyla, parmak kaldırarak” yapacaklar, olup bitecek.

Öyle yağma yok, bu işin doğası bunu kaldırmaz.

*****

Bu kapatma davası sürpriz değildir, çünkü bu parti bir dindarlar partisi. Kurucuları ile, onların geçmişteki eylemleri ile, parti kurulduktan sonraki söylem ve eylemleri ile bunu hepimiz biliyoruz.

Parti, etrafında belli bir cazibe oluşturduktan sonra her devrin adamı fırsatçıların ve ikbal meraklılarının da akınına uğradı. Bunun sonucu oluşan karışım ve vitrin, kurucuların ve beyin takımının gerçek hedefini ve gerçek rengini kamufle ediyordu.

Bu nedenle sürpriz değil.

Şok ediciliği ise bu davanın, açık ve aşikar olarak inanç argümanlarını istismar ederek büyüyen parti aleyhine çok daha önce açılmış olması gerekirken açılmayıp, ümitlerin neredeyse yok olduğu bir dönemde ve görülmemiş çoğunlukla iktidarda iken açılmış olmasıdır.

Parti kapatmak, hele bu kadar köklenmiş ve güçlenmiş bir partiyi kapatmak kolay değildir.

Göreceğiz bakalım el mi yaman, bey mi yaman.

İşin acı tarafı, parti kurmaylarının dava konusu suçlamaları red etmek yerine, "faydalı mı olur, zararlı mı olur, kapatılırsak daha fazla oyla geri geliriz" gibi tuhaf bir ikrar yolunu seçmesidir.

Bu ülkeye laiklik ilkesini tehlikeye düşürmekten daha büyük zarar verilemez.

 
Toplam blog
: 130
: 2132
Kayıt tarihi
: 28.06.06
 
 

İnsanın kendini anlatması zor, gereksiz de! Yaptığı işlere bakmak yeter, ne gerek var fazla i..