Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '13

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Sokak kültürü

Sokak Kültürü, toplumda ‘ucuz’, ‘kalitesiz’ ve ‘dandik’ anlamına gelen bütün değersizlikleri içinde barındırmışsa bunun sorumlusu sistemdir. Toplumun ‘vasıfsıza’ ilgi duyması sistemin kırık çarklarının varlık güvencesi olmuş. Bunun en güzel göstergesi; çerden çöpten şeylerin satıldığı dev dükkanların türemesidir. Bir çok sektörde olduğu gibi hazır gıda pazarında da bunun karşılığı vardır.

* * *

Bu aralar kent kültürüne taktım. Kentleşmeye çalışan küçük kasabamızın kısa ömrüme sığan hormonlu büyümesini zorla seyretmek durumunda kalan azınlıktanım. Evet, azınlıkta olan benim.

Kent kültürünün yozlaştırıldığı bir ortamda gözümüzün önüne gelen rezillikleri; "Yahu, boş ver" diyerek bir kenara atmaktan bunaldım. Göz ardı etmekten ve müsamaha göstermekten dolayı bizler de sorumluluğu paylaşıyoruz. Belki de binlerce maddeyi bulacak bir kepazelik destanının tam ortasındayız. Sözünü edeceğim konular aslında sokak ortasın yaşanıyor. Yetersiz ve sağlıksız şartlarda, yetersiz ve sağlıksız kişilerin elinde sağlığımızdan gönüllü olarak feragât edenlerin sayısı o kadar çok ki.

Evet! Sağlığımızdan “FERAGÂT!”, bunun tam olarak adı bu!

Çünkü, sokak ortasına taşmış dükkanlarda, toz toprak içerisinde döner yapıldığını görüyorum. LPG (mutfak tüpü) alevinde yakarcasına pişirilmeye çalışılan ‘et’ görüntüsü verilmiş soya ve MDM (Artık et püresi) karışımını döner diye satanları görüyorum. (Bu karışıma, parmaklarınızı yedirecek lezzeti veren özel kimyasallar ve koku katkıları mevcut.) Yaz aylarında en serin günlerde bile 30 Dereceyi aşan sıcaklıkta o tepsinin sabahtan akşama sokak ortasında nasıl durduğunu gördüm. Kış gelince sorun yok diye de sevinmeyin. Kaldırıma sarkan vitrin tezgahlarında pişirilen dönerin iç bölümleri, döner ustası kese-kese ulaşıncaya kadar, en az 4-5 saat) boyunca 35-40 Derece sıcaklıkta çiğ olarak, satılmayı bekliyor. Döner tüketildikçe yüzeye ulaşan kısımları alevin etkisi ile dağlanarak pembe-kırmızı-siyah pişme emareleri gösterince; ‘görünüşü’ yenmeye hazır hale geliyor. Kızartma sosu gibi tere bulanmış 20-22 yaşlarındaki ustaların(!) ince-ince doğradığı döneri tepeledikleri tepsinin içini görüyorum. O tavada bekleyen, kızarmış patates ve doğranmış döner parçalarının üzerine akan yanık yağları görüyorum.

Çünkü; eli, yüzü pislik içerisinde, saatlerdir sokak ortasında çöp tenekesi gibi durmaktan adeta feleği şaşmış, şaftı kaymış satıcının seyyar tezgahında kenarları gazete kağıtları ile yükseltilmiş bir tepsinin içerisinde suları gazetenin boyası ile harman olmuş midye dolmalarını görüyorum.

Hatta yeri gelince fiyakasından yanına yaklaşılmayan hanımefendilerin, beyefendilerin o tezgahın başında, ağzına yüzüne sıvaştıra-sıvaştıra midye dolması yiyişini görüyorum. Genç bir bey tezgahın kenarına yanaşıyor. Cicili elbiselerine damlayacak diye çekiniyor. Başını öne doğru uzatmış. Bir eli ile sallanan kravatı tutuyor. Diğer eli dolu. 10-15 midye dolmasını birbiri ardına lüpletiyor. İşaret parmağı ile ağzını silerken satıcı, tezgahın altına uzanıp iki kağıt peçete uzatıveriyor. Peçetelerin işi önce ağzını sonra ellerini temizlemek. Görevi tamamlayınca da sümük gibi top yapılıp atılıyor yere.

Aynı kafa yapısına sahip ‘fiyaka’ meraklısı birçok vatandaşımız semt pazarları yerine büyük marketlerin manavlarını tercih etmesi gülünç geliyor. Semt pazarlarında sunulan sebze ve meyve için ‘sokaklarda satılanlar’ tanımını yapabilen ‘modern’ kafa yapısına sahip yöneticilerin icraatları ‘şekilci’ uygulamalardan öte gitmiyor. Büyük marketler, gıda piyasasındaki kontrolü ele alsın diye canla başla süren bir propaganda şovu sürüyor. Hadi endüstriyel ürünleri büyük şirketler üretiyor. Süper marketlerde satılması doğal. Ama bakliyat, et, süt, yumurta için bile süper marketlere yönlendiriliyoruz. Neredeyse, sabahları yediğim yumurtaların üzerine anne ve babasının adını yazacaklar. Aynı ‘şekilci’ler; sokak ortasında döner, lahmacun, midye, kokoreç, köfte hatta gözleme satanlar için birden körleşiyor. Yani hızlı bir değişime mi uğruyor?

Sorunun ekonomiye bağlanması çok kolay. Ama ekonomiyle açıklamak mazeret değil. Asıl nedeni: Kültür! Çünkü Güney Asya’nın açlık ve sefalet içinde yaşayan fakir toplumlarının zorunlu olarak geliştirdiği yemek kültürleri ile öylesine benzeşiyor ki! Bir aralar AB istiyor diye bu tür ilkel üretim yöntemleri kaldırılacak diye söylentiler çıktı. Ama bu söylentilerin sebebinde bile saftirik bir teslim olma duygusu var. AB boyunduruğu öyle güçlü ki yöneticiler kendi insanımız için değil, AB istiyor diye niyetleniyor. Bir tür AB yardakçılığı bu. Yöneticiler ‘müktesebat’ usul-ü erkanına riayet ederek toplumsal kültürü hizaya sokmaya niyetleniyorlar. Buna gülünür. Hem de çok gülünür.

* * *

Sözünü ettiğim gıda türleri sağlıksız değildir. Bunu bilmek gerekir. Ama yapımında kullanılan yöntemlerin genel gidişatı “sağlıksız sonuçlara” gebedir. Sağlık Bakanlığı’nın İnternet sitesine göre: “Açıkta bekleyen tavuk eti, 15-20 dakikada; kırmızı et, 45 dakikada; balık, 30 dakikada bakteri üretmeye başlar.” (Bizim değil! ABD Sağlık Bakanlığı’nın. O yüzden bizim etler bakteri üretmez.)

“Sana ne” diyenleri duyar gibiyim.

Evet, bana ne!

Sokak kültürünün tercih edilen ve egemen kültürlerden biri olduğu bir ülkede bu tür düzensizlikleri zamana bırakmak çok daha faydalı olacaktır.

Sonuçta; her birey kendi sağlığından kendi sorumlu. Bireylerin sağlığından kamu adına bir sorumlu daha vardı ama o bu görevini unutmuşsa; hatırlatmak haddime mi düşmüş!..

Hep sevgi ile kalın.

Murat SEVGİ

            murat.sevgi@hotmail.com

            http://www.twitter.com/MuratSevgi

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..