Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '09

 
Kategori
Edebiyat
 

Söke'yi tanımak/ Abdülkadir Güler

Ahmet GÜÇSAV ve SÖKE ( 8 )
Abdülkadir Güler
İnsan kaynağı, tarihi ve doğa zenginlikleri ile Söke, bugünkü dünyamızda az bulunur ilçelerden biridir. Söke’yi çeşitli yönleri ile tanımak için Ticaret Odası Başkanlığı bir broşür çıkarmıştı. Daha sonra veya evvel, Ziraat Odası da “Tarımsal Yönüyle Söke” adlı bir kitabı yayına sokmuştu. Ondan sonra Söke ile ilgili tanıtıcı kitaplar var mıdır, bilemiyoruz.

Bugün Söke’ye gelen bir yabancı için şehrimiz sıkıcı olmalıdır. Pazar günleri şehrimize gelen turistlerin nerelerde vakit geçirdiği de akla gelen sorular arasındadır. Bu bakımdan, biz, eski bir sökeli olarak, bu konuya kabataslak girmek istiyoruz. Şimdilik bütün dileğimiz, yayın hayatına yakında giren “Beşparmak Dergisi”nin böyle bir konuya eğilmesi ve bir el kitabı çıkarmasıdır.

Söke deyince akla, geniş toprakları, dağları, akarsuları, gölleri, nehirleri ve insanların yaşam öyküsü ile tarımı, ticareti ve üstelik sanayi hareketleri gelir. Oysa ilçemize kısa zaman için gelen bir yabancıyı aydınlatmak zorundayız. Sözgelimi, garajda otobüsten inen bir turisti ele alalım. Bu kişi doğal olarak bir otele gidecek ve ondan, “Bana Söke’yi tanıtan bir broşür veriniz.” diyecektir. Veya turizm bürosuna başvuracaktır.

Otelci ya da turizmci, bu yabancıyı nasıl aydınlatır bilemiyoruz ama biz gene dilimizin döndüğü kadar onlara yol göstermeğe çalışalım. Şöyle ki:

Söke’nin doğu kesiminde ağaçlı Asar ve Sazlıköy dağları vardır. Vaktiyle bu köyde kükürt ılıcaları bulunurdu. Şimdi ise köyde güzel bir tabiat örtüsü kalmıştır. Söke’ye doğru gelirken yol boylarında kır kahveleri yer alır. Sonra İstasyon Gazinosu, Atatürk Şehir Parkı ve Şehir Kulübü... Batıya doğru gidersek Evren Paşa Parkı ile 16 kilometre ileride, Güllübahçe kasabasında Çağlayan Gazinosu, Priyen harabeleri ve köy parkı göze çarpar. Tuzburgazı köyünden sağa ayrılırsanız Karina dalyanlarına, balık lokantalarına ve plâjlara rastlarsınız. Sola ayrılırsanız, Balat köyündeki tarihî tiyatro, Menteşeoğlu Camisi ve külliyesi ile müze sizi karşılar. Kırk kilometre ileride ise Didim plâjları, harabeleri ve turistik oteller vardır. Taşucu dalyanı ve balık lokantaları insanı çeker.[1]

Geçen yazımızda Söke’yi coğrafyadaki yönleri ile tanıtmağa çalışmıştık. Söke’nin doğusu ile batısını ve biraz da güneybatıyı ele almıştık. Burada önemli olan konu “Söke’nin neresinde ne vardır?” sorusuna karşılık bulmaktır. Askerlikte bile erlerin ilk konduğu yere pusula konur. Ondan sonra da yönler tanınmağa başlar. Biz de geçen yazımızda Söke’nin ortasına bir pusula koyduk. Doğusunda şu vardır, batısında bunlar bulunur, demek istedik. Şimdi ise sıra kuzeye gelmiştir. Şöyle ki:

Bilindiği gibi Söke’nin kuzeyinde Samsun ve Moralı dağları vardır.

Zeytin ağaçları ile örtülü olan Moralı dağının eteklerinde Moralı Mahallesi yer alır. Bir zamanlar Mora’dan gelen göçmenleri (1821-1829) bu bölgeye yerleştirmişiz. Şimdiki Bulgar zulmü gibi Mora İsyanında da binlerce Türk vahşice öldürülmüş ve bir kısmı Ege kıyılarına çekilmiştir.

Moralı dağının eteklerinden yani su deposunun bulunduğu yerden Söke genel olarak çok güzel görünür. Bir zamanlar belediye başkanı Metin Çelikez orada bir kır kahvesi yapmak istemiş, yolunu hazırlamış ve yerini de belli etmiştir. Sonradan gelenler nedense Söke’ye kuşbakışı ile bakan yamaçlara önem vermemişlerdir.

Söke’nin kuzeyinde bulunan Kuşadası yolu da çok ilginçtir. Karşısında, yani sol yakada bulunan Bülbül Dağına eskiden akşamüzeri çıkanlar bu yolda gezintiler yaparlardı. Çayın içindeki kumlarda dilek tutarlardı. Şimdi ise bu görüntüler kalmamış ve Kuşadası-Söke yolu turizm açısından önem kazanmıştır. Kuşadası artık Söke’nin bir mesire yeri olmuştur. Düğünler, okul-aile birliği toplantıları ve buna benzer birleşimler genellikle Kuşadası’nda yapılmaktadır.

Söke’nin kuzeyine düşen Sazlıköy dağlarında ise çamlar ve bir de Şar­lak’­ımız vardır. Dağların yüksek tepelerinden aşağıya doğru inen bu suları tutabilirsek, Çimento Fabrikasının karşısında, yılın altı ayında su toplayan ve güzel bir görüntü yaratan barajı da kurabiliriz, sanıyorum. Yeter ki konu iyice işlenmiş olsun.[2]

SÖKE PAZARI
Turizm açısından da renkli ve hareketli bir pazardır Söke Pazarı. Çünkü burada serbest piyasa ekonomisi geçerlidir. Fiyatlar serbesttir, arz ve talep dengesine göre işler. Fakat ne var ki, yalnız Söke Pazarı değil, Türkiye’de bütün pazarlar bu bakımdan kontrolsüzdür. Halk genelde şikâyet eder. Fiyatlar yükselince “Bunun altında bir çapanoğlu var.” der, 1iyatlar düşünce de satıcılar perişan olur. Kısacası, serbest piyasa ekonomisi kolay bir alış veriş sistemi değildir. Bunun hakkından belediyeler bile gelemiyor. Hele bazı belediye başkanları, bu gibi sızlanmalar karşısında: “Ne yapalım, hükûmet böyle istiyor” der ve işin içinden sıyrılmak isterler.

Geçenlerde ... gazetesi elime geçti. Başyazar ....., Papanın bir konuşmasını ele almış. Buna bildiri de diyebiliriz. Ve Papadan şu aktarmaları yapıyor: “Komünizmin çöküşü, kapitalizmin aklandığı anlamına gelmez. Kontrolsüz bir kapitalizm, yoksuları daha da yoksullaştırır. Üçüncü Dünya Ülkelerine önerilecek model kapitalizmdir. Bunun için serbest piyasa ekonomisinin ahlâkî değerleri kabul etmesi gerekir.”

Gerçekten İkinci Dünya Savaşından sonra birçok siyasî ve iktisadî sistemler tartışılmıştır. Hatta hayata geçirilmiş ve fakat alınan sonuçlar doyurucu olmamıştır. Şimdi ise o devletler, yeni bir çıkış yolu aramaktadır. Fakat Sayın Özal’ın şampiyonluğunu yaptığı “serbest piyasa ekonomisi” bu milleti kurtarabilecek midir? Yoksa zengini daha zengin, fakiri daha fakir mi yapacaktır? Bizce bu iktisadî görüşün özünde bir sakatlık yoktur. Fakat uygulamada ahlâkî değerlere yer veremezsek, vurgun ve soygunun önüne geçemeyiz. Papanın dediği gibi, bu işlerin özünde manevî değerlerin mayası aranmalıdır. Yoksa, bazı belediyelerin yaptığı gibi, her esnafı zam isteğine “Peki!..” diyecek olursak veya aşırı ve fırsatçı gidişlere dur diyemezsek, halkı ezmiş oluruz. Huzur ve istikrarı bozarız.

Konuyu belki dağıtmış olduk ama bizim Söke Pazarı insana çok şeyler öğretiyor. Hele, buradaki satışlarda “eli beğendiğin şu kadar lira” gibi sözler ve ilk gelenin seçtiğini son gelenin arta kalanı alması üretici ile satıcıları da zor durumda bırakmaktadır. Yeni anlayışlara ihtiyaç vardır.[3]

BÜYÜYEN SÖKE
1948 yılında Söke’ye geldiğim zaman kentin nüfusu on bir bin idi. Aradan 46 yıl geçti. Bugün öyle sanıyoruz ki 70 bine yaklaşmıştır. Aynı zamanda şehir hem büyümüş ve hem de gelişmiştir. Çünkü Söke’de kalkınmak için, bütün olanaklar vardır. Türkiye çapında bir iplik fabrikası (Söktaş), kot pantolon fabrikası (Leé), çeşitli çırçır fabrikaları ve diğer yatırımları ile Söke, iktisadî hayatımızda büyük bir rol oynamaktadır. Fakat, 500 bin dönüm pamuk, arpa ve buğday tarlaları ile ve dağdaki zeytinlikleri ile ve biraz olsa hayvancılığı ile Söke ilçemiz, malî yönden de hazineye büyük katkılar sağlamaktadır. Balıkçılık ise daha üst düzeyde yapılabilir.

... Bununla birlikte, Evliya Çelebi’nin “Dağlarından yağ, ovasından bal akar.” dediği bu kentte yapılan işler, yapılacak olanların yarısı değildir. Çünkü kent, tarımsal ve iktisadî yönden gelişse de ticarî alanda istenilen düzeye çıkamamıştır. Vagon çok, lokomotif azdır. Büyük plân ve projeler yerine küçük işletmeler üstün tutulmuştur. Birlikte ve ortaklaşa çalışma sistemi nedense gelişememiştir.

Kalkınma alanında bilgi ve görgünün ve kültürün önemi çoktur. Nitekim Söke’deki ticarî hayatın büyük bölümü Aksekili ve Kayserili yurttaşlarımızın elindedir. Konyalılar da köklü işlere sahip olmuştur. Öteki hemşehrilerimiz de alış veriş hayatında ön sırayı alırlar. Söke’nin yerli halkı az olduğundan (Daha önceleri buraları Aydınoğlu Mehmet Beyin çocuklarının çiftliği imiş) devlet de Lozan Antlaşmasından sonra Rumelilileri burada toplamıştır. Daha önceleri Giritliler gelmişlerdir. Bunlar zamanla karışarak kavgacı olmayan, birbirine karşı sevgi ve saygısı olan bugünkü Sökeli tipini (kuşakları) meydana getirmişlerdir. Bunların içinden bilim ve sanatta ün yapan kişiler çıkmıştır. Eczacı Halil Özşarlak dostumuz(un) da bu değerli hemşehrilerimizin arasında adları vardır. kendisi Ticaret Odası Başkanı olup Söke ile ilgili kitaplar da çıkartmıştır.

Söke tarihte devletler kurmuş (siteler yaşatmış) bir ülkedir. Çünkü dünyadaki konumu ve olanakları buna elverişlidir. Bugün bu zengin kaynakları işlemek olağandır. Bu yolda Aydın Adnan Menderes Üniversitesine bağlı yüksek okullar açılmaktadır. Halkımızca atılan adımlar (Söke Eğitim Vakfı) yeni beyin güçlerinin yetişmesine neden olacaktır. Bu vakfa Sökelilerin sımsıkı sarılması ve yaşatması ileride büyük faydalar sağlayacaktır sanıyoruz.[4]

Ahmet GÜÇSAV, “Büyüyen Söke” başlıklı yazısını 13 Temmuz 1994 tarihli Yeni Söke’de yazmıştı. Haklı olarak büyüyen Söke’yi anlatıyordu. Şimdi aradan altı yıl geçti. Yine aynı gazetede Mustafa Uluçay, “Haftanın Yorumu” köşesinde “Söke Büyüyor” başlıklı yazısı ile aynı konuyu dile getiriyor. Konunun önemi bakımından Sayın Uluçay’ın adı geçen yazısından bazı bölümler sunmak istiyorum. Buyurun birlikte okuyalım.

SÖKE BÜYÜYOR


Söke büyüyor; evet ilçemiz Söke büyüyor. Nüfusta büyüyor ve yerleşim alanı itibariyle büyüyor, 72 bin küsur şehir içi nüfusun da tam gerçeği yansıttığını ben sanmıyorum. Gerçi bu rakam kesin değil ama, kesin olacak olanın da bundan pek fazla olacağına inanmıyorum. Sokaktaki halktan birine sorduğunuzda, size en fazla yüz binlerden bahsettiğine şahit olduğumuz bir ortamda, bu husustaki düşüncenizin zorlandığını görüyorsunuz. Yani Söke büyürken problemleriyle birlikte büyüyor.

Bu büyümede enteresan bir gerçek var ki, nazarlardan kaçmaması gerekiyor. 72 milyon küsur ülke nüfusuyla, 72 bin küsur ilçemiz Söke’nin şehir içi nüfusu. Daha önceki nüfus sayımlarında da, bu paralellik hemen hemen aynı oranlarda devam edip gelmiştir. Ayrıca nüfus artışını önemli ölçüde etkileyen şehirler arası, ilçemize olan göçü de hesaba katar ve sağlıklı bir değerlendirme yaptığınızda, bunun da oranını ortaya çıkarabilirsiniz. Bu hesaplar neticesinde Söke, orantılı minyatür bir Türkiye olarak karşınıza çıkacaktır.

İşte Söke’ye bu açıdan bakabilirsiniz. Ülke veya ilçe adına baktığınız bu perspektifle birçok problemi yakalamanız mümkündür. İlçemizde çektiğimiz sıkıntıları, ülke çapında da çektiğimiz bir gerçektir. Sanayide geri kalmışlığımızın sancısı her alana yansımış, bu eksikliğimizi kamçılayan lüks ve israf politikaları ülkeyi içinden çıkılmaz iç ve dış borçlara boğmuştur.

Evet, Söke büyüyor, çarpık kentleşmeyle büyüyor, her gün artan nüfusuyla büyüyor.

Tabiî ki bunların getirdiği problemlerle de Söke büyüyor. Bu büyümelerin getirdiği problemler ve şahsî kaprisler ve bir takım handikaplarla çözümlerinin geciktirilmesi çok büyük vebaldir. Bunları aşmak ve ufkumuzu çok ama çok geniş tutmak zorundayız. Özellikle ilçemizde aşamayacağımız herhangi bir sorun olduğuna ben şahsen inanmıyorum. Bizim bütün engelleri aşacak potansiyel gücümüz var. Yeter ki organize olup onları faaliyete geçirelim. Şunu unutmayalım ki, Söke hiç durmuyor, büyüyor.

ELLİ YIL ÖNCE SÖKE
Ancak, bu eski Söke’nin o eski devri, yerden bitme bir ot gibi kendiliğinden var olmamıştır. Bunun kendine göre şartları ve Söke’de aranması lâzım gelen sebepleri olacaktır. Nitekim o zamanki büyük bir ticaret ve kervan yollarının buraya uğraması, Balat Ovası gibi, çeşitli mahsul yetiştiren büyük bir ovanın burada olması, Menderes’in feyiz ve bereket getirmesi, deniz kenarlarında kurulmuş olan o güzel şehirlerin mal ve fikir alışverişlerinde merkez olması, hep o zamanki Söke’yi yükselten sebepler olarak akla gelmektedir.

Sevgili okuyucularım, bu yazımda sizleri elli yıl önceki Söke’ye götürmek istiyorum. Biraz da geçmişimizi hatırlamak, elli yıl önce Söke’de neler olmuş, bu nedenle bazı olaylardan söz etmek istiyorum.

Rahmetli GÜÇSAV için araştırmalarıma devam ediyorum. Söke’mizin tanınmış simalarından Sayın Şevki Gemicioğlu bana 1951’lerde yayınlanmış bir iki eski gazete gönderdiler. Bunlardan biri Söke’de 1951 yılında yayıma giren (ve sahibi Mehmet Altümsek, fiilen idare eden Şevki Gemi­cioğlu...olan) Söke adlı gazetede Avukat Ahmet GÜÇSAV’ın “Eski ve Yeni Söke’ye Bakış” başlıklı bir yazısı yer alıyor. Avukat Ahmet GÜÇSAV adı geçen yazısında şunları yazıyor: [6]

“İnsan hayatında medeniyet denilen maddî ve manevî gelişmeler, (İç ve dış âlem yükselişleri) çok kere, hayata şekil ve istikamet veren meseleler olarak görülür ve münakaşa edilir. Bu noktadan yürüyerek biz de geçmişteki eski Söke’ye, Milet, Didim ve Prien denilen Balat, Yoran ve Güllübahçe şehirlerine bir göz atalım. O gün yüzlerce sene evvel dünyaya gelmiş ve oralarda yaşamış bir insan gibi düşünelim. Göreceğiz ki, Yoran’da sanat ve ilim aşkı olan insanlar vardır. Hayatı seven, uzak diyarlarda macera arayan ve en muazzam şehirleri yüksek sanat zevki ile kuran hemşehriler vardır. Oradan Balat’a geçelim. Ancak şimdi, Söke yeni bir doğuş halindedir. İnsanlar en büyük nimetin toprak olduğunu, en büyük servetin ticarette bulunduğunu kavramışlardır. Deniz aşırı ülkelere çevrilen gözler, oralarda ticaret ve ziraat olaylarını tetkik etmektedir. Makine bir fatih olarak toprağa girmiştir. Yeni zihniyetteki iş adamları, paranın üzerine yatarak kuluçkalık değil onu iş sahalarına yatırmak suretiyle cesaret göstermektedirler. Böylece makineleşen ziraat yanında, onun ticaret ve sanayii de doğmaktadır. Söke maliyeti ucuz ve fakat verimi bol bir istihsal hareketine örnek olarak ele alınabilir.”

Daha sonra Avukat Ahmet GÜÇSAV bizleri Güllübahçe’ye götürüyor (7)

[1] Ahmet GÜÇSAV, Beşparmak Dergisi, Sayı, 2. Ekim 1989

[2] Ahmet GÜÇSAV, Beşparmak Aylık Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı.3. Kasım 1989.

[3] Ahmet GÜÇSAV, Balova Dergisi, Sayı. 34, Ağustos-Eylül, 1992.

[4] Ahmet Hamdi GÜÇSAV, Yeni Söke Gazetesi, 23 Temmuz 1994.

[5] Mustafa ULUÇAY, Yeni Söke Gazetesi, 1 Kasım 2000

[6] Abdülkadir GÜLER, Yeni Söke Gazetesi, 26 Temmuz 2000
(7) Sökeli Bir Güzel Adam Ahmet Güçsav- Abdülkadir Güler, 2001.s. 67-70.

 
Toplam blog
: 2227
: 832
Kayıt tarihi
: 27.06.09
 
 

1946 Mardin ili, Kızıltepe ilçesi'nin Esenli köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Kızıltepe'de bit..