Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '21

 
Kategori
Felsefe
 

Sokrates Çağırıyor...

“Bir şey bildiğim varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir”(Sokrates)

***

Günümüzde her şeyi bildiğini zannedenlerin egemenliğinde yaşıyoruz…

Bu bildiklerini zannettiklerini de toplumlara yıllarca dayatmaya devam ediyorlar…

Bunlara örf diyorlar, gelenek diyorlar, din diyorlar ve kendi çıkarları doğrultusunda çıkarttıklarına da yasalar diyorlar…

Bunları sorgulayanların da ağzına biber sürüyorlar…

Doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü sorgulayarak değil de; öğretilmiş şekliyle kabul eden bir toplumun parçası olarak öylesine yaşayıp gidiyoruz…

Buna cehaletin örgütlülüğü mü dersiniz, cehaletin egemenliği mi dersiniz, cehaletin cesareti mi dersiniz ne derseniz deyin öğrenilmiş, öğretilmiş bir cehaletin birer üyesiyiz aslında…

Asırların ötesinden ilkçağların Antik Yunan’ında:

Partenon’un eteklerinde kurulu Atina’da; Annesi ebe, Babası heykeltıraş olan bir çocuk doğuyor…

Anne bebek, baba da heykel doğurtarak geçimlerini sağlarken; küçük Sokrates’in aklı hep “doğurtmakta” kalıyor…

Soruyor da soruyor ebe annesine, heykeltıraş babasına…

Verilen yanıtlar, uymadıkça aklına devam ediyor sorgulamalarına…

Hakikati-gerçeği- sorular sorarak doğurtacağını düşünüyor…

Haliyle usanıyor anne ve baba bu sorgulamalardan…

Gerçeği, doğruyu bulmanın peşindeki Sokrates artık bir yetişkin olarak atıyor kendini Atina sokaklarına…

Yalın ayak, sağ omuzu açık vücuduna doladığı Eksomis giysisiyle; kendisini kuşlar gibi hafif hissediyor…

Sağa sola bakınarak yürüyor… Her şeyi gözlemliyor. Gözlemlediklerinden sorular üretiyor…

Nerde bir insan topluluğu görse yanaşıyor ve bir sohbet faslı başlıyor…

Soruları soruyor ve yanıtlarını hep dinliyor… Verilen yanıt üzerine bir soru daha yöneltiyor, böyle böyle devam ediyor tartışma, gerçeğe ulaşmak çabasıyla… İşte size birkaç örnek…

Bir tartışmada yaşamı savaşlarda geçmiş ve savaşın ne olduğunu bilen bir komutanla konuşur. Cesaretin ne olduğunu bildiğini sanan komutana Sokrates, cesaretin ne olduğunu sorar. Komutan cesaretin “korkmamak” olduğunu söyler. Sokrates ona; sadece çok korkan ama bu korkusunu yenerek savaşan birinin cesur olup olmadığını sorar. Komutan bu insanın daha cesur olduğunu kabul eder. Dolayısıyla cesaret fikrinin doğru olmadığı anlaşılır. Tahmin edebileceğiniz gibi en iyisini bildiğini sanan asker, yanıldığı kanıtlandığı için öfkelenir!

Yine bir gün, çok şey bildiğini ve bütün soruları cevaplayacağını söyleyen biraz iddialı bir öğretmene Sokrates “güzelliğin” ne olduğunu sorar. Öğretmen gülmekten kırılır. Çok basit bir sorudur ona göre…”Altın bir vazo” işte sana güzellik” diye cevap verir. Sokrates, öğretmenin soruyu anlamadığını, güzel bir şeye örnek vermesini değil “ güzel olmanın” anlamını ve bunun nasıl tanımlanacağını sormuştur. Öğretmen bu sefer de güzelliğin bir yarış atı, ya da genç bir kız olduğu gibi cevaplar vermiştir. Oysa Sokrates’in sorduğu bütün bu örneklere (bir vazo, bir at, bir genç kız) “güzel” denmesine olanak sağlayan ortak şeyle ilgili bir sorudur, güzellik fikrinin tanımıdır… Öğretmen sonunda “güzelliğin” tanımlanamayacağını fark eder…

İnsanoğlunun bildiğini sandığı ama gerçekte bilmediği o kadar çok şey var ki; Sokrates de hep bunun peşinde olmuştur… Sorgulamış ve bu yönde uygun soruları sorabilmiştir… Sokrates, belki de bu Dünya’da “soruyu sorabilmenin” ustadır…

Tüm bu sorgulamalar ve gerçeği arama uğraşısı onun başına belalar açmıştır…

Atinalılar, şehrin tanrılarına inanmayan ve gençlerin ahlakını bozduğu gerekçesiyle Sokrates’in yargılanıp cezalandırılmasını istemişler. Sokrates’in savunması ve mahkeme süreci günümüzde de ilgiyle okunan bir savunmadır…

Ölmek, mahkûm olmak onun umurunda değildir. O doğruların peşindedir. Yılmayan, korkmayan bir yapıya sahiptir. Ona göre asıl korkulacak ölüm değil, kötülük yapmaktır… Ve o ünlü savunmasını yapar…

Mahkeme,  iki seçenekli bir ceza sunar Sokrates’e; ölüm cezası ve sürgün cezası… Yalnız sürgün cezasının bir şartı vardır; gittiği yerde düşüncelerini, görüşlerini açıklamayacak, sorgulamalar yapmayacak… Sokrates baldıran zehri içerek ölümü tercih etmiştir…

Tüm bunları söylüyoruz da; gerçekte Sokrates hakkında o kadar çok şey bilmiyoruz… Öncelikle Sokrates kendi düşüncelerini yazıya geçirmiş değildir… Tüm bu bilgileri nerden öğreniyoruz dersiniz… Süreç içinde Sokrates’in çok sayıda öğrencileri olmuş. Ondan çok şeyler öğrenmişler ve öğretmenlerini hep sevmişlerdir. İşte bu öğrencilerinden biri de Dünya’nın en önemli düşünürü felsefecisi olmuş ve düşün dünyasına önemli katkılar sunmuş Platon’dur (Eflatun) …Sokrates öldüğünde 29 yaşında olan Platon’un yazdıkları sayesinde Sokrates’in varlığından haberdarız…

Sokrates felsefe tarihinin derinliklerinden hep çağırıp duruyor bizi… Onun asıl amacı başkalarına bir şey öğretmek değil hakikati bulma-bilme- arzusuna yanıt bulabilmektir. İnsanın bildiğini sandığı ama aslında hiç bilmediği hakikatlerin peşine düşmektir. Tüm bunlara baktığımız zaman Sokrates’in yaptığı gerçeği-hakikati- bulma yolculuğudur… Ve Ona çok bilinen bir sözüyle veda edelim… “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez”

Sokrates Çağırıyor…

Erdoğan Şahin

Kaynaklar: Felsefe Sözlüğü A. Cevizci Say Yayınları, Felsefenin Evrimi prof. Macit Gökberk

İlkçağ Felsefe Tarihi W.K.C.Guitre Gündoğan Yayınları, Kızıma Felsefe öğretiyorum Roger-Pol Droıt Say yayınları, Anadolu Üniversitesi İlkçağ Felsefesi.

 
Toplam blog
: 1410
: 1053
Kayıt tarihi
: 04.11.06
 
 

Emekli öğretmenim ve  emeklemeye devam ediyorum.  Emeklilik yaşamın sonu değil, yaşama yeni amaçl..