Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '09

 
Kategori
Kitap
 

Sol ayağım

Yazarı: Christy Brown

Yazarın Hayatı:

Chrısty Brown 1932'de doğdu. Beyin felcinin bir kurbanı olarak, sol ayağı dışında, konuşmasını ve hareketlerini kontrol edemez. Bu olay ona, otobiyografisini yazma ve resimleme olanağı sağlar. Yazar daha sonra çok başarılı olan Down All The Days otobiyografik romanını yazar. Romanları “Parlak Meslek”, “Yaz Üzerinde Gölge” ve “Vahşi Zambaklar” olup, şiirlerini de “Toplu Şiirler'de derler. Christy Brown 1981'de ölür.

İrlanda’nın yetiştirdiği ressam, şair ve bir yazar olan Christy Brown, kendi hayat öyküsünü anlattığı “Sol Ayağım” adlı otobiyografik romanı 22 yaşındayken yayınlar. Ölümü sonrasında da hayat öyküsünün beyaz perdeye uyarlanmasıyla, Brown rolündeki Daniel Day-Lewis’e en iyi aktör, annesi rolündeki Brenda Fricker’e ise en iyi yardımcı Oscar kadın ödülünü kazanır.

Film sayesinde geniş bir kitleye adını çok iyi duyuran bu yapıt, ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığı’nın “ilköğretim çağındaki öğrencilere okutulmasını uygun gördüğü 100 temel eser” arasında yer alır.

Konusu:

Doğuştan özürlü olan bir çocuğun, özellikle an­nesinin çabası ve yardımlarıyla, içindeki yaratıcı yeteneği kullana­rak, hayata karşı verdiği tutunma mücadelesi anlatılmaktadır.

Özet :

“A” Harfi:

05 Haziran 1932 doğumlu olan yazar, toplam yirmi iki çocuğu olan ve bunların on üçü yaşayan, bir ailenin çocuğudur. Dört aylıkken, annesi kafasının kendiliğinden arkaya düştüğünü fark eder. Zamanla, ellerinin her zaman arkaya doğru bükük ve sıkılı; çenesinin kilitli olduğu; bir yastık olmadan oturamayacağı ortaya çıkar. Bu durumdan endişelenen annesi ve babası Christy’i, hastanelere ve kliniklere taşımaya başlar. Bütün doktorlar, “ümitsiz vaka” olarak değerlendirler. Birçoğu annesine kibarca Christy’in zihinsel engelli olduğunu ve bu şekilde kalacağını söyler. Önceden beş sağlıklı çocuk yetiştirmiş genç bir anne için bu durum ağır bir darbe olur. Annesi bu gerçeği reddeder ve durumu bir türlü kabullenemez.

Annesi Chisty’in vücudu sakat olsa bile, zekasında bir sorun olmadığına inanır. Doktorların Christy’den ümidini kesmesinden sonra annesi bu mesele ile kendisi ilgilenmeye karar verir. Bu karar Christy’in gelecek yaşamıyla ilgili çok önemli bir karardır. Çünkü Christy bu durumdayken zor olan, ilgilenmesi gereken beş çocuğu daha vardır. Hepsi çok küçüktür ve aralarında sadece birer ikişer yaş farkı vardır. Dört yıl su gibi geçmiş, Christy beş yaşına basmış olmasına rağmen, halen yeni doğmuş bir bebek gibi yardıma muhtaçtır. Duvarcı ustası olan babası işe gittiğinde, annesi, Christy ile diğer kardeşle­rinin arasında oluşan duvarı, büyük bir sabırla ortadan kaldırmaya çalışır.

Annesi büyük bir hikaye kitabındaki resimleri gösterip, içindeki hayvanların ve çiçeklerin isimlerini söyleyerek onları tekrarlamasını ister. Christy ile uzun uzun konuşup gülerek saatlerini geçirir. Başarısızca çabalayıp durur. Akrabaları Christy gibi çocukların verildiği ku­rumdan bahsettiklerinde, annesi şiddetle “Benim oğlum geri zekâlı değil!” diyerek karşı çıkar. Tanrı’ya bu inancına bir kanıt vermesi için, içten içe dua eder. Asıl olan şeyin, inanmak olduğunu bilir. Christy, beş yaşına gelmesine rağmen, sol ayağındaki parmakları hariç, hiçbir şeye ilgi göstermez.

Christy bir gün, kardeşleri ders çalışırlarken, sol ayağını uzattır ve tebeşiri, ayak parmaklarının arasında sıkıca tutar. Sonra hareket ederek, kara tahtanın üzerine sert bir karalama yapar. Herkes konuşmayı keser ve sessizce ona bakar. Annesi, daha önce birçok kez yaptığı gibi Christy’in yanına gidip, “Sana bununla ne yapacağını göstereyim Christy” diyerek Mona’dan aldığı tebeşirle Christy’in önüne “A” harfini çizer ve “Aynısını yap Christy, ” der. Christy yapar, ancak başaramaz. Annesi, tekrar yapmasını ister. Üçüncü deneyişinde başarır ve “A” harfini yazar. Başarmıştır. Zihnine kendini ifade etme şansını veren şey, işte böyle başlar.

Dudaklarıyla konuşamıyordur ama şimdi söylenenlerden daha kalıcı bir şeyle konuşacaktır: Yazılı kelimelerle. Ayak parmakları arasında sıkışmış bir parça tebeşirle yere çiz­diği o tek harf, yeni bir dünya için yol, zihinsel özgürlük için bir anahtar olur.

A-n-n-e:

Annesi, hemen hemen bütün alfabeyi aynı yolla öğretmeye başlar. Annesi ev işleriyle çok meşgul olmadığı her gün, bir harfi, sonra diğerlerini öğretmek için saatlerini harcar. Yanlış yaptığı zaman doğrusunu nasıl yapacağını tekrar tekrar gösterir. İlk öğrendiği şey adının baş harfleridir. Altı yaşındayken sadece kendi adını yazmaktan sıkılır. Başka şeyler de yapmak ister. Alfabeyi bilmek, savaşı kazanmasının yarısıdır. Çünkü harfleri yan yana getirerek, küçük kelimeler oluşturabilmektedir.

Yedi yaşındayken çok fazla konuşmamasına rağmen, şimdi tek başına doğrulabilmekte ve kemiklerini kırmadan ya da anne­sinin porselenlerini parçalamadan kalçasının üzerinde emekleye­rek yer değiştirebilmektedir. Zaman geçtikçe sol ayağına daha fazla bağlanmaya başlar. O, ailesine kendini anlatmasında temel iletişim aracıdır. O, içinde bulunduğu hapishane kapılarının tek anahtarıdır. Bu arada aile gitgide çoğalmakta ve dolaysıyla nüfus artmaktadır.

Christy de büyür. Aklı da öyle. Annesi çoktan alfabe aşamasını geçtiğini düşünür ama diğer çocukları gibi okula gitmesinin imkânsız olduğunu bilir. Ancak Christy’e bu yolda nasıl en iyi şekilde yardımcı olabileceği konusunda endişelidir. O sadece Christy’in yaşının ilerlediği zaman bu durumun getireceği dezavantajları düşünür. Okula gitmemesinin neden olduğu eksikleri gidermek için elinden geleni her şeyi yaparak, Christy’i her koşulda kardeşleriyle eşit hale getirmek ister. Bunu her gün yapacak zamanı yoktur. İşsizlik, hastalık ve birçok sıkıntının içinde debelenirken, bu zamanlarda gülmek zor gelmesine rağmen, her nasıl olursa olsun gülmeyi başarır.

Christy bir gün yeni bir kelime üzerinde kendini zorlarken, sonunda başarır ve annesine seslenir. Arkasından uzun zamandır kafasını meşgul eden yeni kelimeyi yazar: “A-n-n-e.”

Ev:

Christy, yedi yaşında, erkek kardeşlerinin de yardımıyla, yaşıtla­rıyla arkadaş olmaya başlar. Arkadaşları “gezinti arabası” dedikleri pas­lı, eski arabayla Christy’i taşırlar. Christy, hayatının en güzel yıllarının bir kısmını, o eski püskü arabada geçirir.

Henry:

Sekiz yaşındayken araba kullanır ve kendini bir kral gibi hisseder. Herkesin horlayıp, tekmelediği bu eski arabanın onun yanında saygın bir yeri vardır. Ona Henry adını verir. Onun üzerinde her macerayı ve heyecanı tat­ar. Onunla birçok kereler, çok sevdiği sinemaya bile gider. Yine çok sıcak bir günde, yüzmek için yakınlarındaki kanala gider. Yüzen çocukları görünce, içinde A harfini yazdığı günkü gibi bir istek ve heyecan duyar. Tony’ye “yüzmek istedi­ğini” belirtir. Christy’i suyun içine soktuklarında iki defa batıp, çıkar. Üçün­cüsünde, ayaklarını çılgınca salladığı için batmaz. Böylece suyun üstünde durmaya devam eder. Artık, sık sık yüzmeye gider. Çok mutludur.

Ancak, bir müddet sonra arabası kırıldığı için, bu gezintileri yapamaz. Dolaysıyla, canı çok sıkılmaya başlar. Artık erkek kardeşleriyle dışarı çıkamayacağı için mutsuzdur. Her şey değişmiştir. Kendi kendine kalır. Zaman zaman aklında, kendiyle ilgili yanlış bir şeyler olduğuna dair tuhaf düşünce şimdi daha da büyür.

Katriona Delahunt:

Artık nadiren mutlu olur. Dünyasının dayanağı sar­sılmış gibidir. On yaşında, yürüyemeyen, konuşamayan, kendi kendine yemek yiyip giyinemeyen bir çocuktur. Ne kadar çaresiz olduğunu fark etmeye başlar. Diğerlerinden “farklı” oldu­ğu gerçeği dışında bir şey bilmez. Artık her şeyi, eğlence ve merakla dolu küçük bir çocuğun gözleriyle değil de bir sakatın, kendi kaderini keşfetmiş bir sakatın gözleriyle görür. Bir kardeşlerine, bir kendine bakıp kendi görüntüsünden korkar. Bir gün kızgınlığından aynayı dahi parçalar. Birkaç hafta sonra, annesi ona yeni bir araba alır.

Er­tesi gün erkek kardeşleri onu bir kez daha sokaklara götürür. Ancak, artık eski zevki duymaz. Eski arabası kırıldığından beri bambaşka biri olmuştur. Ondaki değişikliği en iyi annesi anlar. Yalnız olduğunu gördüğünden ve onu yalnızlığıyla bırakmanın tehlikeli olduğunu bildiğinden dolayı, bunu telafi edecek küçük eğlenceler bulur.

On yaşındayken, gittikçe daha içe kapanık bir hal almaya başlar. Annesi, ne yaparsa yapsın onu bir türlü onu rahatlatamaz. O, eskiden mutlu olan çocuğu hiçbir şey geri getiremez. Bir Noel’de, kardeşi Paddy Noel Baba’dan bir kutu boya alır; ancak hoşuna gitmediği için onu kenara atar. İçinde bir duygu uyanır. O rengârenk boyalar onun olmalıdır. Kurşun askerlerini kardeşine ve­rip, onun boyalarını alır. Sonra da, fırçayı ayaklarının arasına alıp, ağzıyla ıslatıp ve en çok sevdiği renk olan maviye batırarak, götürüp diğer ayağına sürüp “Oldu” diye haykırdığında, her zaman olduğu gibi, desteğini ondan hiç esirgemeyen annesi yine yanındadır. Artık, her gün resim yapar. Değişmektedir. Onu mutsuz eden şeyleri unutmak ve yeni­den mutlu olmak için yeni bir yol bulur. Her şeyden önemlisi kendisini unutmayı öğrenir. Ancak, yirmi ikinci çocuğunu doğurmak için hastaneye ya­tan anneleri aralarından ayrılınca, evde her şey çok değişir. Annesinin öleceğini düşündüğü için, bir şey yapmak istemez. Bir gün, bu duygular içerisinde iken, annesinin onları görmesi için gönderdiği Bayan Delahunt evlerine gelir. Birkaç gün sonra, Bayan Delahunt, bir sürü boya, fırça ve bo­yama kitapları ile birlikte, evlerine tekrar gelir. Hayatına, tam da onun gibi birine ihtiyacı olduğu zamanda girer. Yıllar içinde, annesi dışında onun en büyük ilham kaynağı olur.

Ressam:

Artık, Bayan Delahunt’un geleceği günleri heyecanla bekle­meye başlar. Onun yanında zihni gelişir, re­simleri çok daha özenli yapar. Çünkü resim sadece onun mutluluğuna değil, başkasının da mutluluğuna yol açmaktadır. Resimle ilgili, her hazırlığını kendisi yapmaya başlar. Mal­zemelerine bir şey olmasın diye, kimseye elletmez. Derken, bir gazetede, “12-16 yaş arası, Noel Resim Yarışması” ilanını görünce katılmaya karar verir. Sindrella’yı konu alan resmi, özenle yapar ve zarfa koyup gönderir.

Birkaç gün babası gazeteyi yüzüne uzatarak, “Gördün mü? Kazanmış­sın!” diye sevinçle haykırır. Annesi denemeyi asla bırakmaz. “Chris!” diyerek sevinçle öper. Bayan Delahunt, Christy’le gurur duyduğunu söyleyerek, alnına bir Öpücük kondurur. Sol ayağı ve Christy yine kazanmıştır!

Acıyan Bakış:

Christy, on üç yaşında, kendini yeteneklerini kullanabilecek kadar keşfedememiş küçük bir ressamdır. Resim yapmak onun için her şey demektir. Bunun sayesinde kendini tamamıyla ifade ede­bilmeyi öğrenmiştir. Artık, diğer kardeşlerinden tamamen kopmuştur. Diğerle­riyle birlikte, aynı zamanda onlardan ayrıdır. Bir çocuğun sıra­dan yaşamından, sokaklardan ve küçük ara yollardan uzaklaşmış biri olarak, yüreğinin vücuduna oranla büyüme ve gelişme açı­sından millerce yol kat ettiğini fark eder. Bu arada, Jenny isminde cıvıl cıvıl bir komşu kızı olmuştur. Birlikte kitap okurlar. Sonra, haftalarca mektuplaşırlar, bir araya gelirler. Ancak, bir gün Jenny ansızın gider ve bir daha yüzünü görmez olur. Kendini ne kadar kandırmış olduğunun böylece farkına varmış olur.

Hapishane Duvarları:

Christy, artık kendinden kaçamayacak kadar büyümüştür. Etrafındaki her şey canlılık saçarken, onun bir tek sol ayağı vardır. Hayatı, yüzü duvara doğru dönük, dışarıdaki büyük dünya­nın seslerini ve hareketlerini duyan kardeşleri ve tanıdığı diğer insanlar gibi hareket edip, dışarı çıkıp, kendi yerini alama­dığı, sıkıcı bir köşeye benzer.

Annesi her şeyin farkındadır. Oğlunun, içinde gittikçe büyüyen acıla­rı hafifletmek için elinden geleni yapar. Christy ise, çocukken farkına vardığı, ağladığı acı gerçekliği için, şimdi ağlayamaz ve derin ıstırabı içine gömer.

Bir gün, yine böyle ümitsiz acılar içindeyken, kendini pencere­den atmaya karar verir ve odasına kapanıp, “vasiyetini” yazmaya başlar. Sonra da pencere betonunun üstüne güçlükle çıkmayı başarır. Aklına Katriona Delahunt gelince, pencereden iner ve bir çocuk gibi ağlamaya başlar. Şimdi on altı yaşındadır. Artık sadece mutsuz ve kederli değil, aynı zamanda, çarpık ağzı, dolaşık elleri ve kullanışsız gövdesinden dolayı bütün dünyaya kırgındır. Sol ayağıyla resim yapmaktan başka bir marifeti olmayan birisidir.

Sonra aklına, yazmak fikri gelir. Hızla not defterini çıkartıp ve birbiriyle alakası olmayan kelimeleri yazmaya başlar. Artık kendine yeni bir ufuk açmıştır. Ayak parmaklarıyla yazmayı ilk öğrendiğinde beş yaşın­daydı. Bunun ona yeni bir hayatın anahtarını sunabileceğini ise ancak on yedi yaşında anlayabilir. O günden sonra, her gün yazar.

On yedi yaşında, her şey üzerine geliyormuş gibi olur. Duygusal hayatı oluşmaya başlar. Sadece çocukluk arzuları olan şeyler, şimdi yetişkin ihtiyaçlarına dönüşmüştür. Büyüdükçe kendi eksiklerine daha anlayışlı yaklaşmak yerine, daha çok acı çeker ve üzülür. Aylar, yıllar geçmiş evde yaşam değişmiştir. Evlenip evden ayrılanlar çoktur. Annesi, biraz kilo almışsa da yine aynıdır. Ba­bası ise kırlaşmış şakakları, dökülmüş saçları ile oldukça yaşlı görünmektedir. Birkaç tane yeğeni olmuştur.

Lourdes:

Küçük yaşlardan beri müziğe düşkündür. Zamanla Klasik Müzik tutkunu olmuştur. Bir gün alt kattan duyduğu müziğin sesi ile çarpılmışa döner. Bu Handel’in Largo’sunu ilk dinleyişidir. Unutulmaz bir deneyimdir. Müzik ona parlak ve güzel bir dünyanın kapısını açmıştır. Yine de, müziğe rağmen ev, duvarlar içine onu hapseden bir hapishane gibidir. Sonra bir gün Bayan Delahunt geldi ve ona “Lourdes’e gitmeye ne dersin” der. Bu onun ilk seyahatidir ve yanında hiç kimse yoktur. Bütün uçak kolsuz, elsiz, ayaksız, vb. eksikleri olan insanlar­la doludur. Bütün bu acı çeken insanların her birini gördükçe, kafasında yeni bir ışık yanar. Dehşete kapılır. Dünyada bu kadar acı çeken insan olduğunu tahmin edemez. Akşam, binlerce kişi Rosary Meydanı’nda toplanır. Kalaba­lık ilahiler söyleyerek ilerler. Hayatının en güzel dakikasıdır. Birkaç gün sonra, bütün dünyaya yayılmış, onun da bir üyesi olduğu, acı çeken insanların şifa bulmak için gittikleri Lourdes, sadece bir anı olmuştur artık.

Annemin Yaptığı Ev:

Şimdi ise, sapasağlam insanların bulunduğu evindedir. Kendini kuşatılmış hissetmektedir. Bu duygular içerisindeyken, bir akşam kapı önünde duran arabadan bir kişi iner ve evlerine gelir. Gelen kişi bir doktordur. Christy’i bebekken hayır işleri için çekilen bir filmde görmüştür. Christy’i unutmaz ve arayarak onu bulur. Beyin felci için geliştirilen yeni bir yöntemden bah­seder. Christy’in tedavi edilebileceğini, fakat onun da çalışmak istemesi gerektiğini söyler.

Dr. Coîlis, tedavi için Christy‘in de yardımcı olacağını anlayınca, “Yarın­dan itibaren başlıyoruz, ” diyerek ayrılır. Evdeki herkes çok sevinçlidir. Özellikle Christy’in annesi sevinçten ağlar. Christy ise bunun bir mucize olduğunu düşünür. O gece şükran duası okuyarak, şüphe ettiği için tövbe eder. Ertesi gün, Dr. Collis’in asistanı Dr. Warnants gelir ve Fizik tedavi çalışmalarına başlarlar. Her Pazar, Dr. Yarnants gelir ve düzenli olarak yaptığı çalışmaları kontrol eder, notlar alır, yön gösterir. Yalnız, evde başka bir yer olmadığı için bütün çalışmaları mutfakta yapar. Bu da, sık sık kaza geçirmesine yol açar. Bu duruma çok üzülen annesi, sonunda evlerinin arkasındaki bahçeye, bir oda yaptırmaya karar verir. Ancak, du­varcı ustası, babası ve dört kardeşi bu işe razı değillerdir. Bir gün, annesi duvarı örmeye başlayınca, çaresiz kendileri yapmak zorunda kalırlar. Paraları oldukça yapar, para bittikçe duru­rlar. Nihayet aylar sonra ev biter. Artık, daha rahat ve geniş bir ortamda tedavi için çalışmalarını sürdürürler.

Kısa Süreli Ziyaret:

Tedaviler devam ederken, bir gün Dr. Collis gelir. Beyin uzmanı bir akrabası olduğunu söyler. Bayan Collis’in, Christy’i mua­yene etmesi için Londra’ya göndereceğini, onun söyleyeceklerine göre tedaviye devam edip etmeyeceklerini söyler. Christy, annesiyle birlikte Londra’ya uçar. Sonunda kaderinin belirleneceği hastaneye gelir. Dr. Collis ve yardımcısı Bay Gallagher onu tepeden tırnağa muayene eder. Dr. Collis tedavi edilebileceğini söylerken, Christy mutluluktan uçacak gibidir. Ancak bir fedakarlık yapması gerekmektedir. İyileşmesi için sol aya­ğını kullanmaktan vazgeçmesini ister. Başka hiçbir yolu yoktur. Sol ayağı onun her şeyidir. Dış dünya ile iletişimin tek aracıdır. Doktoruna, kendine hakim olacağını söyler ve sol ayağını asla tekrar kullanmayacağına söz verir.

Ne Olabilirdi?

Sabah Christy kendini evden alan ambulansla, Dublin Ortopedi Hastanesine gelir. Binadan içeri girdiğinde, üç yaşından büyük bir tane dahi çocuk olmadığını görür. Hepsinin bağırdığını, çağırdığını, tekmeler savurduğunu, ellerine ne geçerse sağa, sola attığını, yengeçler gibi kıvrıldıklarını görür. Yetişkin olarak Christy ve doktorlardan başka kimse yoktur. O günden sonra hem evde, hem klinikte tedaviye devam edilir. Böylece bir yıl geçer.

Kalem:

Artık sol ayağını kullanmamaktadır. Onu bunu yapmaktan alıkoyan, sadece sol ayağına karşı duymuş olduğu bağlılık duygusu değildir. Ayağını tekrar kullanmaya başlarsa, kurtul­ma yolundayken kendi yolunu engelleyeceğini ve normal olma­sa bile daha aktif bir yaşam sürme şansını elinden alacağını bilmektedir. Sol ayağını bağlayıp bir kenara koyar. Artık onu kullanmayacaktır. Bir çıkmaza girmiş, nereye baksa kapatılmış gibidir. Sonra aklına bir ilham gelir. Erkek kardeşlerinden Eamon, ona kendi hikayelerini yazmasında yardım edecektir. On sekiz yaşındadır. Yazdırdıkları üst üste yığınlar halinde birikir. Fakat bir türlü istediği gibi olmaz. Kendine ve kardeşine kızıp durur. Sadece zekası olan değil, kalbiyle de hareket eden birine ihtiyacı vardır. Ama bu mucizevi, ilham babasını nereden bulacak­tır? Günlerce düşünür ve sonunda bu kişinin Dr. Collis olduğuna karar verir. Dr. Collis’den yardım ister. Ertesi gün bir paket kitapla doktor gelir. Yazdıklarını okur ve “İyi, çağdaş bir roman yazmak için Çağdaş İngilizcenin okunması gerekir…” der. Sonra ona getirdiği kitapları masanın üzerine yayar. “Bunlar sana güzel bir İngilizceyle nasıl yazılacağını gösterecektir” diye söyler. Sonra da, “Hikâye yazmak için bilinmesi gereken iki temel kural vardır. İlki, anlatacak bir hikayenin olması ve ikincisi onu öyle yazmalısın ki okuyan kişi okuduğunu yaşıyormuş gibi hissetsin…” der. Bunun üzerine Christy yazdırmaya devam eder.

Acıma Değil Gurur:

Merrıon Caddesi Kliniği, Dublin Ortopedi Hastanesi’nin arkasındadır. Kliniğin açılışından bu yana geldiği için, burayı onun bir parçasıymış gibi kabul eder. Buraya sadece sakatlığının tedavisi için değil, soğuk beyaz önlükler içinde, sıcacık kalpleri olan insanları sevdiği için de gelir. Acı veren sadece kasları ve gövdeleri değildir. Bazen zihinleri ilgiye, çarpık kolları ve bacaklarından daha çok ihtiyaç duyar. Böylece, en “ümitsiz vaka” olan çocuklar dahi, adım adım bir düzelme gösterebilirler. Klinikteki son iki yılında kendini geliştirir. Öğ­renmesi gereken ilk şey rahatlamaktır. Birkaç ay sonra, konuşma terapisine başlar. Öğrendiği ilk ders düzgün ve derince nefes almaktır. İlk nefes dersi, balon yapmaktır. Zamanla konuşma­sı oldukça düzelir. Artık özel yapılmış aletlerle yürümeyi öğrenme aşamasına gelmiştir. Christy, örnek bir hasta olmamasına rağmen çalışanlar ona karşı sabırlı davranırlar. Doktorlar çevrelerine dostça ve anlayışlı yaklaşırlar. Öğrencileri tembelleşmeye ve dikkatsizleşmeye başladığında biraz sertleşseler bile bu sertlik asla soğukluğa dönüşmez ve yüzlerindeki ışık asla sönmez.

Klişeler ve Sezar:

Zaman içinde, Dr. Collis’ten yazma ile ilgili çok teknikler öğ­renir. Aynı zamanda, eğitimi için, ona Bay Guthne isminde öğretmeni bulan da odur. Yeni öğretmeniyle de arasındaki ilişki dostluğa, işbirliğine ve güvene dayalıdır. Bu öğretmen Bertrand Russel’in felsefesinden, Thompson ve Yeats’ın şiirlerine, Latince öğretmekten, geometri ve matematiğe kadar çok geniş bir yelpazede kültür sahibi olmasına vesile olacak konuları aktarır. O kadar kendine gel­miştir ki, bazen gevezeliğe varacak şekilde oldukça rahat konuş­maya bile başlamıştır. Ancak, yazmayı nasıl yapacaktır? Sürekli bir başkasına yaz­dırmak mümkün olamamaktadır. Bir gün kardeşini dışarı çıkarır ve sol aya­ğıyla yazmaya başlar. Saatlerce yazar. Kendini rahatlamış hisseder. O anda doktoru gelir ve ona “Mecbur kalmadıkça sol ayağını kullanma!” diyerek ayrılır.

Onun İçin Kırmızı Güller:

Burl Ives’in Dublin’deki konseri onun hayatındaki en heyecan ve­rici olaylardan biridir. Çünkü Dr. Collis’in planına göre, Burl Ives şarkı söyleyecek, Christy’in yazdıkları da orada oku­nacaktır. Burl Ives’in herkesi eğlendiren şarkılarından sonra, Dr. Collıns kürsüye geldi ve Christy’in otobiyografisini okumaya başlar. Bin beş yüz kişilik salonda, önceleri dinleyen insan sayısı çok azdır. Sonra, yavaş yavaş seslerin kesildiğini ve insanların dikkatle dinledikle­rini görür. Bütün bunları Christy mi yazmıştır? Hayret ederler. Hayal görür, gibiydiler. Diğer yandan da kat ettiği başarı kendisini oldukça mutlu eder. Bütün salon tamamen sessizdir. Ön sırada birinin ağladığını görür. Yanında oturan annesine bakar, gözleri parlıyordur. Birden bir alkış kop­ar. Salondaki insanlar bu başarının kahramanı merak ederek alkışlarlar. Seyircilerden biri, büyük bir buket çiçekle gelir. Dok­tor onları alır ve annesinin durduğu yere gider. “Sizin için bayan” diyerek çiçekleri annesine verir. Alkış dalgası yeniden tüm salonda yükselmeye baş­lar. Bu etkinliği Brown ve ailesi hayatlarının en bahtiyar ve unutamayacağı günü olarak addederler.

Sonuç:

Azmin karşısında yenilemeyecek hiçbir güç yoktur. Christy ve annesinin çabası, bu yargının tipik bir örneğidir.

Hacer İmamoğlugil

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..