Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '10

 
Kategori
Öykü
 

Sol ayağım

Yazarı: Christy Brown

Christy Brown 5 Haziran 1932’de Ratunda Hastanesinde doğar. Dublinli duvar örme ustasının 23 çocuğundan biri olarak dünyaya gelir. Beyin felcinin bir kurbanı olarak sol ayağı dışında konuşmasını ve hareketlerini kontrol edemez. Bu olay ona, bu otobiyografiyi yazmasına ve resimlendirmesine olanak kılar. Christy yirmi iki çocuklu ailenin ortanca çocuğudur. Bunlardan yedisi yaşar, dördü bebekken ölür. Hayatta olan on üçü ailenin devamını sağlar.

Christy’in doğumu pek kolay olmaz. Annesi doğum esnasında neredeyse ölür. Doğumun ardından anne, birkaç haftalığına dinlenip kendisini toparlaması için eve gönderilir. O, bu süre içerisinde annesiz, hastanede tutulur. Annesi iyileşip onu vaftiz ettirmek için kiliseye götürünceye kadar, orada isimsiz olarak kalır. Christy ile ilgili sorunlar olduğunu ilk fark eden annesidir. Annesi onu beslemeye çalıştığı zaman, kafasının arkaya doğru düştüğünü fark eder. Eliyle boynunun arkasına destek yaparak düzeltmeye çalışır; fakat kafası elini çektiği an düşer. Bu annesi için ilk uyarı işareti olur. Annesi, Christy’in yaşı ilerledikçe diğer kusurların da farkına varır. Ellerini neredeyse her zaman sıkılı ve arkaya doğru bükük olduğunu görür. Ağzı biberonun meme ucunu kavrayamaz olur çünkü çenesi bile sımsıkı birbirine kilitlendiğinden, ağzını açmak imkansızlaşır. Altı aylıkken etrafında bir yastık dağı olmaksızın oturamaz. Bu durum on iki aylıkken de devam eder. Bundan dolayı çok endişelenen annesi, sağlık konusunda danışmak için karar alır. Onu hastanelere ve kliniklere götürmeye başladıklarında, Christy bir yaşındadır. Onu inceleyen doktorların neredeyse hepsi, onu çok ilginç, ama ümitsiz bir vaka olarak değerlendirirler. Doktorların birçoğu, onun zihinsel engeli olduğunu ve bu şekilde kalacağını söyler.

Bu bir anne için çok zor bir durumdur. Doktorlar, onun için hiçbir şey yapılamayacağını söyler. Annesi bu sözler karşısında, tabiî ki inancını kaybetmez ve iyi olabileceğini düşünür. Hangi anne bunu kabullenebilir? Annesi, vücudu sakat olsa bile zekasında bir sorun olmadığına dair inancını yitirmez. Doktorların ondan ümidi kesmesi veya başak bir deyişle onun bir insan olduğunu unutmaları, hatta onu sadece beslenecek, yıkanacak ve bir kenara bırakılacak bir şey olduğunu söylemeleri dışında hiçbir yardım etmemelerini gören annesi, meselelerle kendisi ilgilenmeye başlar. Annesi, her ne kadar bedenen arızalı olsa ve anlama zorluğu çekse de Christy’e diğer çocuklarına davrandığı gibi davranmaya, misafirler varken asla söz edilmeyen arka odadaki “tuhaf şey” olarak kalmamasına karar verir. Christy, annesinin tüm savaşlarda her zaman yanında olacağını, yenileceğini hissettiği zamanlarda ona güç vereceğini anlar. Annesi için de pek kolay olmaz. Çünkü akrabaları ve arkadaşları Christy için aksine bir karar alır. Onlar, kibarca ve cana yakın davranılması ama ciddiye alınmaması gerektiğini, söylerler. “Kendi iyiliğin için, diğerlerine bakacağın gibi bakma bu çocuğa, sonunda sadece senin kalbin kırılır, ” derler. Christy için büyük bir şanstır ki, anne-babası bu düşüncelere tepki gösterir. Annelik sevgisiyle çocuğunun geri zekalı olmadığını kanıtlamak ister. Annesinde, ona karşı içinde bilinmeyen bir inanç vardır. Annesinin bakmakla sorumlu olduğu yaşları çok küçük, aralarında birer-ikişer yaş farkı olan çocukları vardır. Bu kadar çocuğun içerisinde, onla ayrıca ilgilenmesi ve onu diğerlerinde farklı görmemesi bir annenin yüreğini ortaya koymaktadır. O kadar çocuk ve ev işleri arasında, felçli bir çocukla özel olarak ilgilenmek anlatmak kadar kolay değildir. Dört yıl su gibi geçer. Beş yaşına basmış olmasına rağmen, hala yeni doğmuş bir bebek gibi yardıma gereksinim duyar.

Christy konuşamaz, hatta mırıldanamaz. Tek bir adım dahi atabilmek bir yana, destek olmaksızın kendi başına oturamaz. Annelik duygusuna sahip bir annenin, çocuğunun karşısında hiçbir yapamadan öylece durması içler acısıdır. Annesi, ondan bir hareket, bir ses, bir gülümseme bekler. Bu istek, bir annenin en doğal isteği değil midir? Christy’in parmakları bükülü, kolları arkaya sarkık, sürekli iki yana sallanarak sık sık kasılır, başı ise sağa sola veya geriye kayıp durur. Annesi asıl şeyin inanmak olduğunu bilir ama bunu kanıtlamak için büyük bir mücadele verir. Onun bir geri zekalı olmadığına içtenlikle inanır ve bunu ispatlamak ister. Christy doğal ihtiyaçlarını kendi karşılayamadığı için, babası ve annesi bu hususta ona yardımcı olur. O beş yaşına gelir ve hala bir zeka belirtisi göstermez. Özellikle sol ayağındaki parmakları hariç hiçbir şeye belirgin ilgi göstermez. O yalnız kendi dünyasına hapsolur. Diğer çocuklar gibi koşmak, oynamak için can atar fakat bunları yapamamak onu esaretinden kurtaramaz. Hangi çocuk güneşli bir havada koşmak, top oynamak, özgürlüğün tadını çıkarmak istemez?

O, bir gün kız kardeşlerini evde kara tahtanın üzerine bir parça tebeşirle toplama işlemi yaptıklarını görür. Onları öylece seyreder. Tebeşir onu çok cezp eder. Bu ince, uzun, sarı tebeşir, onu altın bir çubuk gibi etkiler. Aniden kız kardeşinin yaptığı şeyi yapmak için çok büyük bir istek duyar. Sonra -ne yaptığını tam olarak düşünmeksizin ve bilmeksizin- sol ayağıyla kız kardeşinin eline uzanıp tebeşiri ondan alır. Bunu yapmak için neden sol ayağını kullandığını bilmez. Bu birçoğumuz için şaşırtıcı olsa da, onun için de şaşırtıcıdır. Çünkü küçük yaşlarda ayak parmaklarına garip bir ilgi gösterse de bundan önce herhangi bir şekilde ayaklarından birini kullanmak için girişimde bulunmamıştır. Chris, ayak parmakları arasında tebeşiri sıkıca tutar ve içteki bir dürtüyle hareket edip kara tahtanın üzerine sert bir karalama yapar.

Bu olay annesine, inancında ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. Christy biraz şaşkın ve hayretle ayak parmakları arasındaki sarı tebeşir parçasına daha sonra ne yapacağını bilmeden, onun oraya nasıl geldiğini anlamaksızın, bakakalır. Sonra kendine gelir ve herkesin konuşmayı kestiğini ve ona sessizce baktığını görür. Annesi büyük bir sevinç ve heyecana kapılır bu manzara karşısında. Annesi, “Sana bu tebeşirle ne yapılacağını göstereceğim Chris, ” der. Annesi tebeşir parçasını alır ve tahtaya “A” harfini yazar. Aynısını Chris’in yazmasını bekler.

Chris etrafına bakar, heyecanlı, sabit, sabırsız, bir mucize gerçekleşmesini bekleyen yüzler görür. İlk etapta bu harfi yazamaz. Annesi, yılmadan, bıkmadan, sabırla bu harfi yazmayı tekrar denemesini ister. O tekrar dener ve harfin bir tarafını çizer. Diğer tarafının yarısını da çizer. Chris bunu yaparken, bütün vücudu titrer, terler ve kasılır. Titrek, uyumsuz ve bozuk köşeleri ve hiç düzgün olmayan, bir orta çizgisi olan “A” harfini çizer. Onda, kendini ifade etme şansı veren şey başlar. Doğrudur, dudaklarıyla konuşamaz ama şimdi söylenenlerden daha kalıcı bir şeylerle konuşacaktır. Ayak parmakları arasında sıkışmış bir parça kırık sarı tebeşirle çizdiği o tek harf, yeni bir dünya için yoludur. Zihinsel özgürlüğünün anahtarıdır. Çarpık bir ağzın arkasında “ifade edebilmek” için can atan gergin ve telaşlı bir Chris için rahatlama kaynağı olur. Annesi “A” harfini öğretmesinin ardından bütün alfabeyi hemen hemen aynı yolla öğretmeye başlar. Kendisine mucizevi şekilde sunulan fırsatları değerlendirmeye ve onunla konuşarak olmasa da, yazılı kelimelerle iletişim kurmaya yardım etmeye karar verir. Ev işleriyle çok meşgul olmadığı zamanlarda, saatlerce Chrise yardımcı olur. Chris, uzunca bir çalışmadan sonra ilk olarak adını ve soyadını yazmayı öğrenir. Bunu yaptığı zaman, kendisiyle gurur duyar ve kendini önemli hisseder. O altı yaşındayken sadece kendi adını yazmaktan sıkılır ve daha büyük bir şey yapmak ister. Yapamıyordu, çünkü okuyamıyordu. Okuyabilmenin ne demek olduğunu bile bilmez. O büyük bir azimle alfabedeki bütün harfleri öğrenir. Alfabeyi bilmek savaşı kazanmanın yarısıdır. Çünkü yakında harfleri bir araya getirip küçük kelimeler oluşturabilecektir. Belli zaman sonra kelimeleri nasıl bir araya getirip cümleler oluşturacağını anlamaya başlar. Tabiî ki kulağa geldiği kadar kolay ya da basit değildir. Chris anlaşılır bir şekilde konuşamaz ama ailedekilerin az çok anlayabileceği bir çeşit homurtulu lisanı olur. Chris zorlandığında ve ailesinin ne demek istediğini anlayamadığında zemini işaret eder ve sol ayağıyla kelimeleri yazar. Yedi yaşındayken pek konuşamamasına rağmen, kimsenin desteği olmadan tek başına doğrulabilir ve hiçbir yeri dağıtmadan kalçası üzerinde emekleyerek yer değiştirebilir duruma gelir. Bu ona büyük bir özgüven verir. Chris zaman geçtikçe sol ayağına daha fazla bağlanmaya başlar. Sol ayağı, ailesine kendisini anlatmada temel iletişim aracı olur. Sol ayağı onun için vazgeçilmez olur. Sol ayağıyla birlikte evdekilerle arasındaki engellerin bazılarını kırmayı öğrenir. O içinde bulunduğu hapishane kapısının tek anahtarıdır. Annesi, diğerleri gibi okula gitmesinin imkansız olduğunu bilir. Ancak ona bu yolda nasıl en iyi şekilde yardımcı olabileceği konusunda endişelidir. Çünkü akli durumunun normal olduğundan emin olmasına rağmen cahil olmaktan kaynaklanan zihinsel kayıpların fiziksel kayıplarına ekleneceğinden çok korkar. Annesi, Chris’in yaşı ilerlediği zaman bu durumun getireceği dezavantajları düşünür. Annesi, okula gidememenin neden olacağı eksiklikleri gidermek için elinden gelen her şeyi yaparak, onu her koşulda kardeşlerine eşit getirmek ister. Annenin bu güzel davranışını takdir etmek gerekir. Chris etrafta buluna nesnelerin adlarını büyük bir istekle yazar. Bir kelimeyi doğru yazabildiğinde kendisiyle gurur duyar ve ne kadar iyi bir öğrenci olduğunu göstermek için annesine de kelimeleri yazar. Chris kendisiyle ne kadar övünse azdır. Chris içindeki yazma arzusuyla kelime yazmak için uzun zaman çalışır. Kendisini uzun zaman meşgul eden kelimeyi yazmaya çalışır ve başarır. Bu, dünyanın en değerli isimlerinden biri olan “A-N-N-E”dir.

O yedi yaşına geldiği zaman kardeşlerinin de yardımıyla yaşıtlarıyla arkadaş olmaya başlar. Kardeşleri oynamaya çıktıkları zaman “gezinti arabası” dedikleri paslı, eski bir arabayla onu taşır. Hayatının en güzel yıllarının bir kısmı o eski, yıpranmış, eğri saplı, yamuk tekerlekli arabada geçer. Çok geçmeden kendisinin de birlikte çok eğlendiği arkadaşları olur. Mahallenin çocukları onu aralarına kabul edecek genç ve samimidirler. Her zaman tekmelenmiş, yere fırlatılmış, itilip kalkılmış ve üstüne basılmış o eski araba Chris’in iki bacağı olur. O belli bir zaman sonra, her şeyin gördüğünden ve anladığından farklı olduğunu bilir.

Mutfaktaki pencerenin kenarında oturup, erkek kardeşlerini ve arkadaşlarını, evin dışındaki yolda top oynarken görür. Kardeşinin attığı golleri görür, kardeşi de ona el sallar fakat o da el sallamayı dener ama kolunu kaldırdığı zaman pencerenin çerçevesine çarpmasına engel olamaz. Durum böyle olunca kendi iç dünyasına kapanır ve büyük bir üzüntü içerisine girer. Kolay değildir, bir kardeşin top oynarken diğer kardeşin buna ortak olamaması ve o duyguyu yaşayamaması.

Chris on yaşına girer. Yürüyemeyen, konuşamayan, kendi kendine yemek yiyip giyinemeyen bir çocuktur. O dışarı çıkıp arkadaşlarının top oynayışını izlerken, insanların kendisine tuhaf tuhaf baktıklarını hisseder. Kendinde bir eksiklik hissetmeye başlar. Sokakta insanların acıma duygusuyla bakışları onun içini deler. O günden sonra, insanların bu bakışlarına maruz kalmamak için uzunca bir zaman dışarı çıkmaz olur. Bir Noel gününde kardeşi Paddy, Noel Baba’dan bir boyama kutusu alır. Chris, Padyy’nin harika renkteki boyalarına ve uzun, ince, tüylü fırçasına aşık olur. Chris bu boya kutusu karşısında büyülenir. Belki de bu sihirli boya, ilerde olacakların işaretçisidir. Chris’in kardeşi boya kutusuna pek ilgi göstermez. Bunu fark eden Chris’in eline büyük bir fırsat geçer. Elindeki asker oyuncağını kardeşine uzatarak boyama kutusu ile değiştirmek ister. Paddy bu durum karşısında şaşır ve kabul eder. Şaşkınlığı doğuştan felç olan Chris’in bu fırçayı nasıl kullanacağıdır. Chris de bunu pek bilmez fakat sol ayağını uzatarak fırçayı ve boya kutusunu kardeşinden alma sevincini yaşar. Chris büyük bir heyecan içinde evde kimse olmadığı zaman, yerde sürünerek sakladığı boya kutusunu alır ve önüne koyar. Chris büyük bir coşkuyla fırçayı ayaklarının arasına alır, ağzında ıslatır ve sonra boyalarını arasındaki en sevdiği renk olan parlak maviye sürer. Annesi bu durumu karşısında Chris’e olan güvenin mutluluğunu yaşar ve ona resim yapması için resim kağıtları verir. Chris zamanla boya kutusuna daha bağlanır duruma gelir. Dış dünyayla iletişim kurmak için yeni bir yol keşfetmenin mutluluğunu yaşar. Kendisini mutsuz eden şeylerden bazılarını unutmak yeniden mutlu olmak için yeni bir yol bulmuş olur. Duygularını, coşkularını fırçasıyla anlatmaya başlar. O artık erkek kardeşleriyle dışarıya çıkamamanın üzüntüsünü yaşamaz ve fırçasıyla baş başa olmaktan büyük bir mutluluk duyar. O fırça, artık onun kalemden sonra tanıştığı en büyük dostu olur. Her şeyini fırçasıyla paylaşır. O fırça, onun bir sözcüsü haline gelir. Sadece sol ayağından yardım alabilen küçük bir çocuk resim yaparken büyük zorluklar çeker. Ayak parmakları arasında fırçasını tutup, sağ bacağı sol bacağının altında kıvrılmış, kolları iki yana sıkıca dayanmış ve elleri sıkılı bir şekilde yerde çömelerek resim yapmak hiç de kolay değildir. Chris resim yaparken annesinden ve babasından da büyük bir destek görür. Resim yapacağı zaman, resim kağıtlarını sabit kalacak bir şekilde çiviyle tutturmalarını ister. Resim yaparken daha önce hiç hissetmediği bir duygu yaşar. Bunalıma girdiği ve evdeki herkese sinirlendiği tek anlar resim yapamadığı anlar olur.

Chris bütün ilgisini sol ayağına verir. Çünkü sol ayağı onu buralara taşır. Konuşmada büyük bir zorluk çekse de sol ayağı, onun bir konuşan dili haline gelir. Noel’den birkaç hafta önce, bir Aralık gecesi ayağıyla gazete sayfalarını karıştırırken, on iki ile on altı yaş arasındaki çocuklar için bir Noel Resim Yarışması ilanı görür. Chris ilana bakar, boyanması gereken, sıradan siyah beyaz bir resimdir. Resim mutlu bir balo anını gösterir. Sahnenin ortasında yakışıklı prensle dans eden Sinderella, etraflarında asil kostümler giymiş dansçılar, dar pantolonlu, yelekli erkeklerle uçuşan kabarık etekli kadınlar. Başları üzerinde büyük bir avize sallanır. Chris bu resimden etkilenir ve çok güzel bir resim olduğunu düşünür. O, annesini çağırır ve bu yarışma hakkında ona bilgi verir. Annesi ona büyük bir özgüven aşılayarak, “Bunu denemelisin, ” der. O her ne kadar yetersiz olduğunu düşünüp annesine mırıldansa da annesi, onun bu işte başarılı olacağını düşünür ve büyük bir destek verir. Chris resmi yapmaya çalışır ve düşündüğünden daha iyi yapar. Yaptığı resmi umutsuz olsa da yarışma için göderir.

Bir gün kapı çalınır ve gazeteciler gelir. Yarışmaya gönderilen resimlerden birinin ayak parmaklarıyla resim yapan bir çocuk tarafından gönderildiği haberi ortaya çıkar. Bu durum karşısında şaşkınlık yaşayanlar, şüphelenenler, olup biteni görüp, kontrol etmek için muhabirlerden birini göndermeye karar verirler. Muhabir ve fotoğrafçı eve girdikleri zaman, Chris’i resim yaparken görürler ve olaya tanık olurlar. Bu durum karşısında şaşkınlıklarını koruyamazlar. Sol ayağının parmakları arasında fırça tutan bir felçli çocuğun resim yapması karşısında kim şaşkınlığını koruyabilir? Chris, kısa pantolonlu, bir tarafa sabit durabilmek için kolunu destek almış, parmaklarının arasında fırça ve önünde resim sehpası olan felçli bir çocuk olarak gazetelerde fotoğraflanır. Yapmış olduğu resimler gazetelerde yayınlanır. O bu durum karşısında büyük bir sevinç yaşar ve durmadan çalışmalarına devam eder. Ailesi de ondan büyük bir gurur duyar ve onun sevincine ortak olur. SOL AYAĞI ve CHRİS yine kazanır.

Onun için resim yapmak, her şey demektir. Resim sayesinde kendisini daha iyi tanır ve biraz olsun hayata tutunmaya başlar. Zihniyle gözleriyle gördüklerinden fazlasını görür hale gelir. Chris büyüdükçe yaşamdaki yerini daha çok hisseder. O artık on altı yaşına gelir. Artık resim yapmak da onu teselli etmede yetersiz kalır. Çarpık ağzı, dolaşık elleri ve kullanışsız gövdesinden dolayı büyük bir burukluk hisseder. Kendi iç dünyasına kapanarak kendisini normal bir yaşam sürmekten alıkoyan, hatta kendisini her gördüğünde, kendisini hasta eden, kullanışsız bir vücuda, neden sahip olduğunu sorar. O içinde yaşadığı bu sıkıntıları atmanın yolunu arar ve bunu içinden geçenleri kağıda dökmede görür. Hemen not defterini alır ve içinde ne geliyorsa yazmaya başlar. İlk zamanlar kelime oluşturması pek kolay olmasa da uzun bir denemeden sonra kelime oluşturmaya başlar. Artık yeni bir dünyanın anahtarını bulmuş hale gelir. Artık düşünce ve fikirlerle kendine kocaman bir dünya oluşturur. O artık kalemiyle bütünleşir bir hale gelir. Fırçadan sonra kalem onun için ikinci bir uğraş haline gelir. Pencere kenarında, gecenin sessizliğinde içindekilere not defterine döker. Sol ayağı yine Chris’i yalnız bırakmaz. Sakat sol ayağı vücudunun çalışan tek yeridir. Dış dünyayla iletişiminde tek aracıdır. Diğer insanların düşüncelerine ulaşabilmenin ve kendisini anlaşılır ve anlamlı kılmanın tek yoludur. O kazanmak için hayata karşı büyük bir bedel ortaya koyar. Fakat her zaman sol ayağını kullanıyor olması onda bazı olumsuzlukları da beraberinde getirir. Sol ayağı hapsedilmiş zihninin kendini ifade etmesinde olanak sağlayıp, manevi olarak iyi gelse de, fiziksel olarak iyi olmadığını anlamaya çalışır. Çünkü sol ayağını kullanırken vücudunun diğer kısımlarına büyük bir baskı uygular. Bu da sakat olan kasların durumunu kötüleştirir. Doktorlar onun vücudunu diğer yerlerini de kullanabilmesi için büyük bir çalışma başlatırlar. Tabi ki Chris’e de büyük bir iş düşer. Her şeyi olan sol bacağını fazla kullanmayarak diğer kaslarını da harekete geçirmeye çalışacaktır. Her şeyi sol bacağı olan biri için bu pek kolay olmaz. Gerçek savaşın yeni başladığını anlar. Chris diğer kaslarını da aktif hale getirebilmek işin doktorun tavsiye ettiği vücut egzersizlerini yapmaya başlar.

Annesi onun rahat bir şekilde egzersiz yapabilmesi için rahat bir çalışma odası yapmayı kafasına koyar. Çünkü kalabalık bir ailede rahat bir çalışma yapması pek kolay değildir. Annesi evin önüne onun için tek göz bir oda yapmak için kollarını sıvar ve işe koyulur. Annesi hiçbir sıkıntıyı, zorluğu dikkate almadan çocuğunun iyi olması için ne gerekiyorsa canla başla çalışır. Chris bir şeyler söylemeyi o kadar ister ki sadece kelime değil, hatta sadece arkadaşlarına değil, bütün dünyaya haykırmak ister. İçinde konuşmak için büyük bir istek başlar ve bunun bir an önce ortaya çıkmasını ister. Bir şeyler bulduğunu hisseder, düşünmeye ve kendisiyle ilgili bir şeyler hissetmeye başladığından bu yana aradığı şeyi bulduğuna inanır. Taşıdığı bütün mesajları herkesin kalbine bırakmak ister. Bu sadece kendisiyle ilgili bir şey değil, kendisine benzer yaşamları olan, hayatlarının etrafı dar ve bastırılmış yüksek duvarlarıyla çevrilmiş olan herkesle ilgili bir şeydir. Chris en sonunda bu duvarları aşmanın ve bunların gölgesinden kurtulmanın bir yolunu bulur, gün ışığına çıkıp dünyadaki bütün sağlıklı insanlar arasındaki yerini almak için bir yol bulur. Ama söylemek istediği, herkesin bilmesini istediği şeyi nasıl ifade edecekti? Elleri çarpık ve şekilsiz, herhangi bir şeyi tutmak ve ya kavramak için güçsüzdür. En kıymetli olan sol ayağını da kullanamazdı. Çünkü doktorlar kullanmaması gerektiğini söylemişlerdi.

Chris bütün söylemek istediklerini kağıda nasıl aktarabileceğini düşünürken erkek kardeşi aklına gelir. Kardeşi sadece on iki yaşındadır. Ondan söyleyeceklerini yazması için yardım ister. Chris otobiyografsini yazmak için ilk denemelerine on sekiz yaşında başlar. Chris yaşadıklarını kardeşinin yardımıyla kağıda döktükten sonra bunu bir kitap haline getirir. Christy Brown’un, beyin felcinin kurbanı olarak dünyaya gelmesine rağmen, yaşamında muhteşem hayal gücünü ve duyarlı zekasını görmekteyiz.

Beklenen gün gelecekse, çekilen çilenin kutsallığına inanan, İrlanda Edebiyatının devleri arasında yer alan bu yazarı takdir etmek gerekir.

Mutlu olabilmek için bir tek sol ayağın çalışabilmesi bile yeter.

En içten saygılarımla…

 
Toplam blog
: 9
: 1418
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencisiyim. ..