Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Sol elim, acemi elim

Sol elim, acemi elim
 

Tevellüdü bizim kadar eski olanlar, tüm hatası ve günahları ile 1980 öncesini az çok bilirler. Sadece bilmekle de kalmaz ucundan kıyısından bu hata ve günahlara iştirak eylemişlikleri vardır. Efendim, hiç mi istisnası yoktu? Derseniz diye hemen ekleyeyim; arım balım peteğim diyen ve bizlerin sev genç dediğimiz küçük bir kesim de vardı. Bunların büyük bir kesimi de tuzu kuru diyebileceğim zengin çocukları idi. Babalarından ‘olum bırak, it kopuk biri birlerini yesinler nene gerek’’ gibisinden tembihli olduklarını tahmin etmişsinizidir. Akıllı çocuktular; azıcık sıkıştırıverdin mi? O saat, ülkücü, devrimci, akıncı oluveriyorlardı.

Neyse konu onlar değil. Ben asıl bizim saflardaki saflıklardan hatırlayabildiklerimi yazayım dilerseniz. Efendim bilenler bilir, asker ve polise sermayenin bekçileri filan denirdi. Anlayacağınız dost kuvvetlerden sayılmaz ve iyi bir gözle bakılmazdı. Yani karşı saflardaydık. O zamanlar polise ötmemek, yiğit gibi dosdoğru olmak gibi değerler vardı. Ötmemek neyse de karşı olduğumuz polise dosdoğru olmanın ne menem bir şey olduğunu, ne o zaman, ne de şimdi hala anlayabildiğimi söyleyemem. Anlayamadığım gibi anlatamadığımı da nakledeceğim örnek olay gösterecektir sanıyorum.

Bir gün eğitim enstitüsü çıkışında olay patladı. Olay patladı diye çok kolay yazıverdiğime bakmayın. Bu tür olayların ve iki kitlenin karşı karşıya gelişinde, yaşananları bilmeyenler ne denli dehşetengiz sahneler yaşandığını tarif ile anlamaları çok zordur. Az çok güreşten anlayanlar için güreş öncesi peşrev kısmına hafiften benzetebiliriz. Farkı ise bir kere spor için, ödül için yapılmayışıdır. Nam, şan, ün, alkış kısmı ise, güreşteki gibi güreşten hemen sonra tahsil edilemeyişidir. Eğer bok yoluna gitmemiş ve sağ salim kuşatılmış bölgenizde ki korunaklı alanlara ulaştıysanız, atılan sloganlar arasında okşayan gözler ve sözlerle yürüyüşünüz bile değişirdi. Alimallah kendinizi Ülkeyi kurtardım havalarına girerdiniz desem inanın.

İki kitlenin karşı karşıya geldiği anlar, önce denizli horozları gibi kabarmalar ve el kol hareketleri başlardı. Sonra kitleyi gaza getirmek için sıra slogan atmaya gelirdi. İşte bu safhada korkudan işemek üzere olanlar bile havaya girer cenge hazır hale getirilirdi. Okul çıkışı olduğundan ağır silahlar yerine, gizlice zulalardan falçatalar, bıçaklar, sopalar, taşlar meydane çıkardı. En son biri birlerine, koşmak ne kelime adeta coşup şahlanarak bir girişirlerdi ki, bugün görseniz yonana vuruyor sanırdınız billahi.

Efsanede ki Gordion Düğümünden beter halde biri birine sarılıp sarmalanarak yumağa dönüşen kalabalığı, pek tabii ki ancak jandarmanın dipçiği ayırabilirdi. İşte bu arada bizimkiler ‘Jandarma biz..’’ diye başlayan marşı söylerdi ki, inen dipçik sayısını azalttığını en azından ben hiç görmedim diyeyim. Gözünü sevdiğim dipçiği yiyen cemseye nasıl atıldığını bile anlayamazdı. Haliyle cemsenin içinde sağ sol kalmaz kardeş kardeş oturulurdu. Arada birbirine hömermeye kalkanın akıbetini söylemeye gerek yoktur umarım. Karakola gelince önce fişlenme yapılır yine sağ sol diye ayrılmış olan koğuşlara dağılım olurdu.

İşte o gün, cemseden inilip, sağcı solcu olanların fişlenmesi sırasında sıra bana gelince; çavuş ‘Sen necisin?’ diye sordu. Bende, komutanım ben sağcı-solcu değilim. Okuldan çıkışta kavga kopunca kaçamadım, arada kaldım. Yanlarında kaldığım Dayım burada olduğumu duyarsa beni öldürür, dedim. Şöyle baştan aşağı tekrar beni süzen çavuşun, boynu bükük masum halimden etkilenip ‘salın şu garibi’ demesi ile kurtulmuş olduk.

Gel velâkin, o gece jandarmaya aslanlar gibi solcu olduğunu söyleyen bizimkilerin önce saçları sıfıra vurulmuş, sonra eski bir Kırıkkale tüfeğinin dipçiğinden geçirilmiş, en son da sabaha kadar istiklal marşı söylettirilmiş. Tabii söylerken şaşıranları neyin beklediği malumunuzdur. Sabah okula gidiş için toplandığımız bölgeye gidince, suratları görmeyin gitsin. Hem askere, polise karşıyız diyorsunuz, hem de heriflere yiğitçe doğru söylemekten bahsediyorsunuz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu gibisinden laflar ettiysem de, olmadı bizimkilerle bir iki hafta küsüştük.

Kış gününün ortasında zemheri soğuklarında cıs cıbıldak kafalarla titreyerek dolaşırken, ‘Yav Size ne oldu’ diyenlere ise, Hişt! kahramanlarımıza böyle şeyler sormaya utanmıyor musunuz? dediğimde ki hallerini ise hiç yazmasam daha iyi.

İşte o zamanlar da, kitlelerini temsil eden en aydınlanmışından kürt kardeşlerimiz ile ayrılık gayrılığımız yoktu. En azından orta ve batı Anadolu’da ortak eylemler, dayanışma falan yapıldığı için öyle bilirdik diyeyim. İstisnasız tüm sol fraksiyonlar için ‘halkların kardeşliği’ anlayışı ortak bir tavırdı dersem inanın. Tabii ki bizde ortak amaç ve alınyazısına sahip kardeşlerimiz görerek her yerde baş tacı ettik. Hiç ayrımcılık yapmadık, yapılmasına da müsaade etmedik.

Gel zaman git zaman ortak toplantı filan derken yolumuz güneydoğu illerine düştü. Gittiğim onca yerlerde misafir edildiğimiz evlerde yaşayan anne, baba, dede diyebileceğimiz büyükler yani halk dediğimiz kesimlerin dilinde, ne Türk’e ne Türkiye’ye ne de devlete küfür yoktu. Üniversiteli yazmış, okumuş oğullarının misafirleri gelmiş diye kümeslerindeki son tavuklarını kestiler yedirdiler. Yatmadıkları yün yatakları altımıza, işlemeli nakışlı bembeyaz çarşafla kaplanmış yorganları üstümüze örttüler. Fakirliklerine bakmayıp, Anamıza babamıza verilmek üzere kaçak çay gibi hediyeler sıkıştırdılar kolumuza desem inanın.

Neyse konumuz halk yığınları değil deyip devam edelim. Mardin, Kızıltepe, Nusaybin gibi yerlere göğsümüz kabara kabara gidiyoruz ki sormayın gitsin. Amma velakin gittiğimiz her yerde hava bir acayip, herifçioğulları her yere Türklerin yedi sülalesine sinkaf eyleyen, belim gibi kalın, boyum gibi büyük harflerle yazılar yazmışlar. Tabiidir ki her gördüğümüzde bizde de renk hafiften değişmekte. Okumuş yazmış lider taifesine, bu ne iş falan diye sorduğumuzda, Size değil canııım, emperyalist devlete falan deseler de, haliyle yazılar tüm Türklere yazıyor ‘bunları sempatizanlara Siz yazdırıyorsunuz’ diyemediğimiz için de ayrıca bozuğuz. Diyar-ı Bekire gelince, daha garajda pasaport sorulunca, bizimkilerden birinin onca eğitimle bastırdığımız Türklük damarı tutmaz mı? iş koptu tabii ki.

Şimdi hal böyle iken, bizim gurubun aynı hızda geriye döndüğünü, söylemeye gerek var mı? Dönüyoruz ama hiçbirimizden çıt çıkmıyor. İlk konuşan patlayacak durumları yani. Sonraları onca eleştiri-özeleştiri süreçleri falan yaşansa ve pek belli etmesek de, sanki bir şeyler ılık ılık aktı gitti içimizden. Halkların kardeşliği falan sloganlarını atarken bile sanki sesimiz daha bi cılız çıkmaya başladı. Ne kadar kanımızın saf ve deli deli aktığı zamanlar olsa da, artık lider aydın taifesinden söylenenler şüphe süzgecinden geçirilir olmaya başladı desem doğrudur.

Peki, bunca yazıyı yazmak aklıma nerden esti? Kısmını da yazayım da, Siz de kurtulun bende. Güzide basınımızda yazısı, sözü, sesi güzel sevdiklerimizin, doğu ve güneydoğu üstüne her yazısını okuduğumda; gençlik yıllarımda ki halkların kardeşliği sloganı atarken ki saf halim aklıma geliverir. Ayrılıkçı ırkçı örgüte bir kez kahrolsun diyemeyen, madam sofralarının baş konuğu, anlı şanlı kürt aydınlarının yazıp yaptıkları için mahkeme salonlarında, yargılanışlarında sürekli destek verirken gördüğümde ise içim cızzz eder.

Onca oturup, yiyip, içip söyleştiğiniz kürt aydınlarına, neden ‘lanet olsun apo ve pkk ’ diyemiyor ve yazamıyorsunuz? Diye sormazlar ki?

Sorusu kafamda cevapsız takılı kalır.

 
Toplam blog
: 15
: 1788
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1960 yılında doğmuş, kendi tabirimle ''Kayıp Kuşak'' olarak adlandırdığım 1970 kuşağından, Eğitim..