Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '10

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Sol nedir? Sağ ve sol kavramları nereden geliyor?

Sol nedir? Sağ ve sol kavramları nereden geliyor?
 

12 Eylülde solcular...


Benim dünyayı tanımaya başladığım yıllarda Türkiye’de siyasi saflaşmalar başlıca iki platformda gerçekleşirdi: Sağ ve sol... Muhafazakâr, devletçi, milliyetçi, dindar, otoriteryan düşüncelere yakın olanlar “sağcı” diye bilinirdi. Bunların zıt kutbunda, yenilikçi, ilerici, sivil, enternasyonalist, devrimci, materyalist, halkçı düşüncelere yakın olanlar da “solcu”...

Siyasi anlamdaki “sol” ve “sağ” kavramlarının kökeninin Fransız İhtilali döneminde kurulan parlamentodaki oturma düzeninden geldiği kabul edilmektedir. Söz konusu parlamentoda özgürlüklerin destekçisi burjuvalar genellikle başkan koltuğunun solunda, değişimlere karşı çıkan soylular ise sağda oturmaktaydı.

Çok kaba hatlarıyla bir çerçeve çizmeye çalışırsak, sağcılık bireyin bu dünya için devlet otoritesine, ahiret için de tanrının emirlerine koşulsuz itaat etmesini, sömürüyü, haksızlığı, eşitsizliği kader ya da tabiatın kuralı olarak görüp kabullenmesini temel alır. Bireyin tanrıdan başlayıp din adamına, devlete, patrona, işyerindeki şefe, ailedeki büyüklere kadar uzanan bir hiyerarşik zincire tabii olduğunu kabul eder ve bu hiyerarşiye sorgulamadan saygı göstermesini ister. Hep eskiye, geleneksel olana atıf yapar, statünün korunmasını ister. Güçsüzün güçlüye, azınlığın çoğunluğa tabi olmasını ister. Bireye karşı devleti, çalışana karşı patronu, çocuğa karşı babayı, asta karşı üstü tutar. Milliyetçidir; kendi dinini, dilini, kültürünü, ulusunu ötekilerden üstün görür. İmkân bulduğunda da bu muhayyel üstünlüğü pratiğe geçirmeye çalışır. Bu amaçla savaşı mübah görür; ötekilerin toprağını, servetini ele geçirmenin hakkı olduğunu iddia eder. Sağcılık kabaca budur.

Solculuk ise bu yaklaşımın tam tersine, hiyerarşilerin ilahi bir dayanağı bulunan mutlak bir statü değil, iktidar sahiplerinin alttakileri sömürmek için kullandığı bir mekanizma olduğunu ve bu yapının ortadan kaldırılması için çalışılması gerektiğini savunur. Sağcılığın aksine seküler bir anlayıştır. Yeni fikirlerin ortaya atılmasını, bunların dikkate alınarak tartışılmasını, bunun için bir özgürlük ortamı yaratılmasını ister. Gerçekleşen tüm olgular arasında bir nedensellik bağı bulunduğunu, eşitsizlik ve adaletsizliğin doğaüstü bir gücün iradesinden değil, sosyoekonomik sistemlerin yapısından kaynaklandığını iddia eder. Yeryüzündeki insan toplulukları arasındaki din, dil, kültür farklarının bir çatışma nedeni değil zenginlik olarak görülmesi gerektiğini savunur. Bireysel boyutta olduğu gibi uluslar ve topluluklar arasındaki eşitsizliğe de karşı çıkar. Bu anlamda savaş ve tahakkümü reddeder.

Sağ, hayata ve dünyaya dar bir açıdan bakarken solun ufku geniştir. Sağ, verili durumları “kabul” etmeyi, sol ise “sorgulama”yı ve eleştirmeyi tercih eder. Sağ, servetin belli ellerde yoğunlaşmasını sorun etmez, sol ise sosyal adaletçi ve paylaşımcıdır. Sağ her anlamda dikey bir hiyerarşiden yanadır, gücün merkezi bir noktada toplanmasını ister, sol ise demokrasiden yanadır; toplumun kendini en geniş temsil sistemiyle yönetmesi için uğraşır.

Sağ, hep bencilce düşünür; insanın ilkel güdüleri kendisini hangi yöne sevk ediyorsa öyle davranmasına itiraz etmez, hatta bunun teorik temelini oluşturmaya çalışır. Sol ise insanlığın bilgi birikiminin el verdiği ölçüde bir etik ve ilkeler sistemi oluşturup bunların hayata geçmesi için uğraşır. Bu anlamda sağ, “gücün hukuku”na, sol ise “hukukun gücü”ne sığınır.

Sağ tabiatın, sol insan aklı ve vicdanının ürünüdür. Sağ, vahşi hayatın katı gerçeklerine teslim olmamızı telkin eder, sol hayal etmeyi ve ütopyalar kurmayı önerir.

Her iki kategori de kendi aralarında sağda faşizmden başlayıp solda komünizm ve anarşizme kadar giden bir yelpaze oluşturacak biçimde alt dallara ayrılır. Ayrıca bu ideolojilerin her birinin kendi içinde “sağ” ve “sol” yorumları vardır.

Türkiye’de bir süredir müthiş bir kavram kargaşası yaşanıyor. Yukarıda dar anlamlarıyla ve kaba çizgileriyle tanımlamaya çalıştığım kavramlar alt üst olup çok farklı biçimlerde algılanmaya başladı. Özellikle de “sol” bozulmuş, içi boşaltılmış durumda.

Sağ anlayışlar esas gücünü insanın en ilkel güdülerinden aldığı için dünyanın her yerinde her zaman spontan biçimde mevcuttur. Solu oluşturmak içinse iradi çaba gerekir. Güçlüye itiraz için cesaret gerekir. Bedel ödemeyi göze almak gerekir. İnsan aklının doğruyu arama eğilimiyle kalbindeki iyilik nüvelerini buluşturup oradan bir vicdan üretmesini sağlayacak çağrıyı bıkmadan tekrarlamak gerekir.

Hayatın olağan akışı insanı hep sağa çeker. Çünkü bencillik diğergamlıktan kolaydır; milliyetçilik yapmak enternasyonalizmi savunmaktan daha az zahmetlidir. İnsan bu güce ancak vicdanıyla karşı koyabilir.

Bu gerçek dünyanın hemen her yeri için geçerlidir. Ve tabii ki Türkiye için de... Hatta bizim toplum olarak psiko-sosyal yapımız sağ zihniyete daha da yatkındır. Bu yatkınlığın sosyo-kültürel, dini ve tarihsel temelleri vardır. Devlet bir imparatorluk bakiyesidir. Nüfusun büyük çoğunluğunun dini olan İslamiyet, “kader” kavramına büyük önem veren ve hayatın her alanını kontrol etmeye meyilli otoriteryan bir dindir. Ülke nüfusun tamamına yakınını oluşturan Türkler ve Kürtlerde geleneksel aile yapısı hâkimdir. Bu yapı, belirleyici ve tek neden olmamakla birlikte, itaat kültürünün hayatın her alanında yeniden ve kesintisiz biçimde üretilmesine zemin hazırlar. Ülkeyi yöneten siyasi partilerden sivil toplum kurumlarına, illegal örgütlerden, futbol kulüplerine kadar bütün yapılar, lidere ve otoriteye kayıtsız şartsız itaati esas alan bir örgütlenme modelini taklit ederler.
….

Not: Bu yazıyı bundan iki yıl önce üç blogluk bir seri halinde yayınlamıştım. Tartışmaya katkısı olsun diye yeniden yayına almak istedim. Devamında günümüzdeki solun durumunu analiz etmeye çalışacağım.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..