Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '09

 
Kategori
Siyaset
 

Sol ve milliyetçilik neden aynı potada erimez?

Sol ve milliyetçilik neden aynı potada erimez?
 

Ulus ve devleti


Sağ ve sol siyaseti temelde ayıran bir nokta vardır.

Sağ mevcut verili koşulları (mevcut durumu) doğal ve doğru bulur. Değişmemesi yönünde bir eğilime girer. Verili koşulların problemlerini sorun olarak görmez, çözmeye yönelik insani ve iradi çabaları kabullenmez.

Örneğin yoksulluk sağ zihniyet için verili bir koşuldur ve toplumun doğal bir unsurudur. Birileri zengin olacaktır, birileri ise fakir. Dindarlar bunu kadere bağlar. Yaratan kimini fakir yapmıştır kimisini zengin ve herkesi kendi halinde test etmektedir. Liberaller ise insanların farklı doğalarına bağlarlar. Onlar için insanların kimisi girişken ve girişimcidir. Bunlar şartları zorlar, olanakları değerlendirir, olasılıkları kovalarlar. Bir kısım insan ise çekingen, durağandır. Riskleri göze alamazlar, koşulların sunduğunu kabullenirler. Bu durumda da şartları belirleyenlerin kurallarına mahkum olurlar.

Sol siyaset ise, insanların verili koşullarını kabullenmez, bunlara akılcı, gerçekçi çözümler üretirler. Örneğin yoksulluk ne kaderdir ne de insanın doğasından kaynaklanır. Ekonomik ve sosyal sistemin getirdiği ve tamir edilebilir bir hatadır.

Ancak sağ ile sol siyaset ayıran tek nokta bu değildir elbette. İnsanlığın verili koşulları tükenmez çünkü.

Örneğin sağ zihniyet, insanlığın kavmi ve milli bölünmüşlüğünü ve bunun yarattığı savaşları çatışmaları, kavgaları, sömürüleri de doğal kabul eder. Milliyetçi sağ zihniyete göre, insanlık tarihini belirleyen süreç milletler çekişmesi ve mücadelesidir. Hatta tarihin ve gelişmenin dinamiği budur.

Oysa sol siyaset, insanların kavimlere ya da milletlere göre ayrılmışlığını kabul eder ama bunun bir kavganın, çatışmanın, sömürünün gerekçesi olmasını kabul etmez. Milletler rekabet etmek, çatışmak ve birbirlerinin üzerinden çıkar üretmek zorunda değillerdir. Bu nedenle bir toplum içindeki çatışma gerekçelerini kabullenmeyen sol, dünya geneli içinde milletler arası bir çatışmayı ve buradan üreyecek bir politikayı da kabul etmez. Bu nedenle sol ve milliyetçi siyaset temelden ayrışır.

Bu ayrışmanın en belirgin noktası ise her iki siyasetinde devlete dair bakışında gözlenir. Bir milliyetçi için devletin karakterini, üzerine kurulduğu millet belirler. Örneğin bizim coğrafyamızdaki devlet Türk devletidir, karakterini bu millet belirlemektedir ve bu nedenle iyi bir unsurdur. -Bu arada diğer milletlerin devletleri ise mutlaka kötüdürler ve her devlet kendisini ve milletini mazlum gösterecek argümanları üretmekte hiç zorlanmaz. Bu argüman üzerinden gerek kendi içerisindeki azınlıklara gerekse de komşu ulus devletlere göstereceği düşmanlığı meşru göstermeye çalışır-

Oysa sol, devleti bu denli çarpık bir algılamaya indirgemez. Sola göre devletin karakterini belirleyen şey, devlete hakim olan yönetim şekli ve ona sahip olan sosyal ve sınıfsal kesimdir. Bu nedenle bir devletin bir ulusun üzerinde yükselmesi onu iyi ya da kötü yapmaz. Otoriter ya da demokratik olması, şeffaf ve katılımcı olup olmaması karakterini belirler.

Ayrıca insanlığın ortak bir hülyası olabileceğine inanan bir solcu için, devletler suni ve geçici çözümlerdir. Nihai hedef devleti olmayan ya da varlığının en alt düzeyde hissedildiği, toplumun sorunlarını birebir çözebildiği, doğrudan ve yerinde yönetimin geçerli olduğu bir sistemin yaratılabilmesidir. Bu sürece giden yol da enternasyonalizmdir.

Bu nedenle sol için ulus devletler özellikle takdir edilecek, vazgeçilemeyecek yapılar değildir. Nihayetinde ulus devlet denilen yapı, kapitalizmin feodalizmden kopuş aşamasında ortaya çıkmış ve milli burjuvaları var etmek için oluşmuş, kapalı pazar sistemleridir. Her araç gibi ulus devlerinde ilerici işleve sahip olduğu bir dönemden sonra, bir sonraki aşamanın önünde engel olacağı gerici bir süreç yaşanacaktır. Nasıl ki bir önceki devrim sürecinde ilerici bir nitelik taşıyan sınıf ya da araç bir sonraki aşamada yeni gelişen sürecin önünde engele dönüşürse, ulus devletler de gelişen yeni süreçlerde benzer değişimi yaşayacaktır. Bu nedenle topu topu 200 yıllık tarihi olan bu devlet yapısını mutlak görmek, ya dünde takılmış ya da bugünü aşamayan bir bakış açısıdır.

Elbette solun devletsizliği öngören nihai hedefi, bugünün gerçeklerinin üzerinden atlamayı gerektirmez. Yani bugün şeffaf, demokratik ve katılımcı bir devlet talep etmek gereksiz bir adım değil, aksine birbirilerine sorunsuz bağlanabilecek uluslarası toplumun önünü açacak yoldur.

Bu durumda, dünya üzerindeki diğer ulus devletlerin varlığını ve onların otoriter yapılarını bahane edip, içerisinde yaşanılan ulus devleti önemsemek, hatta diğer ulus devletlerle rekabet edecek otoriter bir yapı oluşturmasını talep etmek, asla sol bir politika değildir. Aksine mevcut sorunu (ulus devletler üzerinden gelişen milli kavgaları) kabullenen ve sorunu derinleştirmeye yönelik talepler içeren sağ bir siyasettir.

Bu yolun devamı, milli bir refleksle savunulan devletin bekası için ülkenin kaynaklarının silaha ayrılması, silahlı kuvvetlerin orantısız bir güce sahip olması, devletin militarist karakterinin güçlendirilmesi, ulus devletin gelişmesinin önünde engel görülen azınlık ve etnik farklılıkların ayıklanması ve ezilmelerinin desteklenmesi gibi otoriter bir siyasettir ve ultra sağ bir sapmadır. Bugün önümüze ulusalcılık olarak çıkan ve sol olduğunu iddia eden siyasetin takriben durduğu nokta burasıdır.

Oysa sol bir siyaset, ülkenin kaynaklarının silaha ayrılmasına karşı çıkar (çünkü kaynakların verimsiz kullanılmasıdır, kaynaklar esas olarak eğitim ve sağlık gibi temel alanlarda kullanılmalıdır), tüm farklılıkların korunmasını ve sivil toplumun devlet otoritesi karşısında güçlenmesini savunur. Bu mücadelesinde en büyük müttefikleri ise, her bir başka toplumda var olan ve benzer mücadeleyi yürüten diğer sol kesimler ve güçlerdir.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..