Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '18

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Solcular Hiç Ülkücü Öldürmedi Bütün Ülkücüler Sıtmadan Öldü (!) | Yusuf İmamoğlu

Solcular Hiç Ülkücü Öldürmedi Bütün Ülkücüler Sıtmadan Öldü (!) | Yusuf  İmamoğlu
 

-Şahadetinin 48. yıldönümünde
rahmet ve duâ ile-

Önnot: Şehir, semt, mahalle ve  üniversitelerin  daha “kurtarılmış bölgeler”  olarak şekillenmediği    yıllarda  doğru gözlemlendiğinde görülür ki  sosyalist gençlik hareketleri aslında (illegal yapılanmaları da dahil) resmî kurumlardan büyük destek görmekteydi. Meselâ bir üniversitenin öğretim kadrosu sosyalist gençliği de arkasına alarak, topluca herhangi bir mitinge katılabilmekte, durumu “Ata’ya şikayet” edebilmekteydi. Hatta üniversite yönetimi, o yıllarda, üniversite içinde,   sosyalist gençlerin her türlü forum, gösteri ve boykotuna göz yumuyor, bunu bir özgürlük hakkı olarak görüyorlardı.

TSK’nın dahli olmasa da üniversite kapılarında sosyalist öğrenciler, “Polis üniversiteden def ol” derken, jandarmanın tutumuna karşı, “Jandarma kardeşiz” gibisinden marşlar söylüyorlardı. (ODTÜ’de meselâ) 9 Mart 1971 girişimi  hatırlanırsa neden böyle davrandıkları çok kolay anlaşılır. (Kulakların çınlasın İlhan Selçuk, seni andım!) Bu ortamda “ülkücü  duruş”un  sosyalist harekete engel teşkil etmesi ve giderek  “yasal yollar”la (Ülkü Ocakları, Ülkücü Öğretmenler Birliği, Milliyetçi İşçi Sendikaları… ) yapılanması “gençlik hareketleri”nin anti-tezini de doğurmuştur. Farklı  düşünce platformlarının  boyutu, sokağa taşar ve gençler silâhlanır ki, bir zaman sonra  (ajite ve provokasyon eylemler, iç ve dış ajan katkılarıyla) “Anadolu çocukları” birbirini vurmaya başlarlar. Bu kan ve bu kin hangi tezgâhlarda kotarılmıştır, hâlâ bilinmez ama çok net bir bilinir ki,  o günün sosyalist gençleri “devrim”le kandırılmış ve böyle yetiştirilmiştir.

Öyle ki 70’li yılların ortalarında “Devrim namlunun ucundadır.” sloganları  büyük şehirlerin duvarlarına bile yazılır olmuştur. Hatta “68 kuşağı”nın bilindik isimleri “gerilla” eğitimi için “Filistin Kampları”na bile gitmiştir. (Cengiz Çandar bile vardır içlerinde  yahu!)

Dahası: Sinemacısıyla, yazarıyla, yayıncılarıyla,  müzisyeniyle, tiyatrocusuyla …  “devrimin şanlı yolunda adım attıkları vehmi” yakın tarihte gerçekleşecek bir “büyük devrim” (Milli Demokratik Devrim de cabası) olarak sunulmuştur sosyalist gençlere. Hatta, “güneşin zaptı bile yakındır.” 1 yıllık Ankara ikâmetliğimden bilirim: Kocatepe’nin karşısındaki Eti Sineması’nın da bulunduğu pasajda, Kızılay’ın biraz ilerisindeki Zafer Çarşısı’nda Marks, Engels, Lenin kitaplarından geçilmezdi… Bursa Altıparmak’taki kitapçılar ona keza…  ]

Yıl 1976. Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünü kazanıp kasabamdan şehirler yeşili Bursa’ya gelmiştim. Yeşil’de bulunan anne tarafımdan akraba olan bir ailenin yanında, dört duvarı rutubet kokan,  tavanı basık bir odada kalıyordum. Okul çıkışları çoğu kere akrabalarım evde olmuyordu. Emir Sultan Mezarlığı Setbaşı arası caddeleri arşınlayıp duruyordum onları beklerken.

Sonbahar yağmurlarının yoğun yağdığı bir akşamdı. Vakit geceye dönmesine rağmen akrabalarım hala gelmemişti. Son kere Emir Sultan Mezarlığı’na doğru yürürken anayolun hemen sağındaki mezarların birine odaklandı  gözlerim:  Ülkücü Şehit Yusuf İmamoğlu (1945 – 8 Haziran 1970)

Yağmur şiddetini artırıyordu. Göğe gri bir karanlık iyiden iyiye çöküyordu. Ve beni kahvenin  önünden alacak akrabam hâlâ yoktu. Sokaktaydım ve kimsesizdim. Gidecek hiçbir yerim yoktu. O zamanlar mezarlık ile anayol arasında duvar yoktu. Dikçe mezarlığa doğru 10 adım yürüdüm. Ülkücü Şehit Yusuf  İmamoğlu’nun mezarının başında idim. İlkin mezar taşını öptüm Yusuf Ağabey’imin  elini öpercesine.  Mezar taşına düşen yağmur damlalarını montumla sildim. Beyaz mermer içindeki siyah yazı ışıl ışıl oldu. Toprağı çiçek çiçekti. Sonra uzandım boylu boyunca mezarının yanına. Yağmur yağıyormuş ne gam! Geçen zaman. Yağan yağmur. Gecenin  al şafağa  döndüğü bir vakitti omzuna bir el dokundu.  Gözlerimizi açtığımda Emir Sultan Camii’ne sabah namazına gelen nurani yüzlü bir adamdı  tepemdeki.

-Kalk yiğidim! Üşüteceksin. Yusuf  İmamoğlu bizim de kapanmayan bir yaramızdır. Şükür ki o yiğitlerin arkasından sizler geliyorsunuz. Ölsem bile gam yemem, dedi.

Taze toprak kokuyordum. Ve sırılsıklamdım.  Beni camie götürdüler. Sonra, namaz sonrası: Sıcak bir oda, sıcak bir çorba. Odada gül yüzlü insanlar.

Sonra daha iyi öğrendim Yusuf  İmamoğlu’nun kim olduğunu: Bursa’nın İnegöl ilçesinde doğmuş bir göçmen yiğidiydi. (1945) Bulgaristan’daki komünist yönetimin Türkler’e yaptığı zülmden kaçarak Türkiye’ye gelen binlerce ailenin çocuğundan biri olan Yusuf İmamoğlu ne acıdır ki Türkiye’de, anayurdunda, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okurken üniversiteyi basan komünistler  tarafından başından vurulmuştur.

Polis ve ambulans isterler arkadaşları. Başından aldığı kurşun yarasından 23 dakika kan kaybeder. Ambulans geldiğinde de komünistlerce içeri alınmaz ambulans ve son nefesini verir Yusuf İmamoğlu. (8 Haziran 1970)

Yapılan otopsi sonucunda da  Yusuf İmamoğlu’nun 24 saattir yemek yemediği ortaya çıkar. Cebinde de 35 kuruş.  35 kuruş ki bir kap yemek parası bile etmezdi.

Rabbim rahmetini esirgemesin.

 

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..