Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '12

 
Kategori
Kitap
 

Soljenitsın'in davası uğruna

Soljenitsın'in davası uğruna
 

Soljenitsın'li Time dergisinin kapağı


Orhan Pamuk 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığında, Jüri'nin Pamuk'u bu ödüle layık bulmasının gerekçesi, ''İstanbul'un melankolik ruhunun izlerini sürerken, şehrin konuk kültürlerinin birbirleriyle çatışmalarını ve etkileşimlerini anlatım tarzı'' olarak açıklanmıştı.

Nobel Edebiyat Ödülü'nün geleneğinde, ödülün yazara hangi nedenden ötürü verildiğinin kamuoyuna açıklanması da vardır.

1970 yılında Soljenitsın'a verilen Nobel Edebiyat Ödülü'nün 'gerekçe'si de ; ''Rus edebiyatının zaruri geleneklerini takip ettiği, etik gücü yüksek çalışmaları sebebiyle'' şeklinde açıklanmış olmakla beraber, aslında ödülün, Sovyetler Birliği'ne karşı bir soğuk savaş hamlesi olduğunu bilmeyen de yoktur.

Kişisel olarak, belirli politikalar güdülerek ödül verilmesine karşı değilim. Zaten, bir iki istisna hariç, aslında her ödül, az ya da çok politiktir. Ayrıca, ödülün politik olmasını da, mutlaka bir olumsuzluk anlamında da değerlendirmemek gerektiğini düşünüyorum. Örneğin gençleri yazmaya teşvik etmek için açılan bir öykü yarışması da, aslında yeni yazarlar kazanma politikası değil midir?

Bununla beraber, dünyada öyle bir 'ödül' vardır ki, sanırım aklı başında hiç kimse, yazara manevi katkısının yanısıra, maddi getirisi de milyon dolarlarla ifade edilen bu ödülün, politik olmadığını iddia etsin, edebilsin. Ve ne yazık ki buradaki politika, demin bir örnekle açıklamaya çalıştığım, iyi niyetli saf bir politika değil, bildiğin açıkça fikirlere hükmedip, onları yönlendirmeye çalışan bir dikta politikasıdır; Nobel Edebiyat Ödülü.

Soljenitsın, Sol Jenerasyon'un pek hoşlanmadığı, Sovyetler Birliği'ndeki yönetime karşı isyan bayrağını açmasından dolayı, Amerika'nın kendisini koruyup, olabildiğince destek vermeye çalıştığı, politik kimliği çoğunlukla edebiyatçı kimliğinin önünde olan bir Rus yazardı.

Kitap eleştirilerimde, sözlü olsun yazılı olsun bir kitap hakkında konuşurken, olumsuz konuşmaktan kaçınırım. Sanki iyi ya da kötü, ki bu kavramlar özellikle de sanatta çok görecelilerdir, bir emek harcanmış eser hakkında beğenmediğimi ifade ettiğimde, emeğe saygısızlık yapıyormuşum hissine kapılırım.

Çok ya da az okunmanın, bir edebiyat yapıtını nasıl daha değerli ya da değersiz kılması söz konusu değilse, ya da açık arttırmada daha çok para ödenen bir resim, nasıl ki başka bir resme göre sadece daha pahalı ise, pahalılık da güzelliğin göstergesi olamazsa, benim hoşuma gitmeyen bir kitabın da değersiz olduğunu söylemek, hem ayıp hem de yanlış olur diye düşünürüm.

Fakat bu kez eleştireceğim yazar ve kitapları ise, gerçekten de soğuk savaş döneminde yıllarca politika malzemesi yapılıp, bir de Nobel ile ' taçlandırıldırıldığından ' dolayı, genel prensiplerimden vazgeçmekte bir sakınca görmüyorum.

Soljenitsın'ın Dava Uğruna'sı, Sovyetler Birliği'nde mevcut rejime isyan sayılmış ve Soljenitsın'ı da 'elebaşı' yapmışsa, o zaman gerçekten de söylenebilecek tek şey, o günlerde halkın tepkilerinin tam bir ölüm sessizliğinde olduğuymuş.

Kitabı, tek bir cümleyle özetlemek istersekOrta büyüklükte bir yerleşim bölgesindeki teknik okulun, eskimiş binalarının yanısıra, artan öğrenci sayısından da dolayı, artık ihtiyaçlarını karşılayamadığını düşündükleri dersliklere, ellerindeki kısıtlı olanaklarla ve önder yöneticilerinin öğrencileri motive edip, yaz tatilinde bile çalışıp yeni binalar inşa etmelerini sağlamalarının sonrasında, Parti 'nin hazıra konmak için yaptıklarını ve onca emeği hiçe sayıp binaları sahiplenmelerini anlatan, ne edebi yönü ne de konusu itibarıyla, sıradışı olmanın sınırlarını bile zorlayamayan bir 'eser' olarak tanımlayabiliriz.

Soljenitsın'ın, gulag'taki (Çalışma Kampı) bir gününü anlattığı, İvan Denissoviç'in bir günü adlı eserindeki gerçekçilik, karakterlerin oturmuşluğu ve hatta diyaloglar bile Dava uğruna'da ne yazık ki 'umutsuzca' aranır.

Yazarın Sovyetler Birliği'nde tanınmasına neden olan kişi, Stalin'in ölümünün ardından gelen göreceli olarak yumuşama devri ve Kruşçev'in daha toleranslı sayılabilecek yaklaşımları sonucunda, yönetici olarak atandığı Novıy Mir dergisinde, 1958 yılından itibaren liberal sayılabilecek yazarlara kapılarını açan Aleksander Tvardovski'dir. 

1956 yılında, sadece iki yıl sonra Nobel Edebiyat ödüllü bir Rus yazarı olacak  Boris Pasternak, Doktor Jivago'yu bu dergiye gönderdiğinde resmi görüşe uygun olmadığı için eserini yayınlatamamıştı. Novıy Mir (Yeni Dünya), 1962 yılında Soljenitsın'ın İvan Denissoviç'in hayatında bir gün eserini ise yayınlar. Kitabın kahramanı İvan Denissoviç, kimilerine göre Stalin'in toplama kamplarında bulunan bir mahkuma Soljenitsın tarafından verilen bir isim, kimilerine göre de (ki ben de böyle düşünüyorum) yazarın kendisidir.

SSCB'nin başında bulunan Kruşçev, 1962 yılında 'hoşgörü' döneminin zirvesindeydi ancak, 1962 yılının sonlarına doğru Küba'ya yerleştirmeyi planladığı füzelerle ilgili yaşadığı başarısızlık ve ardından da 1963 yılında liberallerin dozu artan eleştirilerinin yanısıra, düzene saldırılarına gösterilen hoşgörü, 1964 yılında iktidarının sonunu getirdi. İşte bu süreçte Dava uğruna da kendisine yine Novıy Mir'de yer bulup basıldı ve geniş kitlelere ulaşmayı başarabildi.

Basıldığı yıllarda yazarına ün getiren bu eserler, 1969 yılı Kasım ayında toplanan Rus Yazarlar Derneği'nin Ryazan şubesinin, Soljenitsın'ın Sovyet Yazarlar Birliği'nden ihraç edilmesi yönünde bir karar almasına neden oldu. Aslında fizik öğretmeni olan, sadece yazdıkları ile hayatını kazanan birisinin elinden işini alırsanız başına neler gelirse, o andan itibaren Soljenitsın'ın da başına gelenler onlardı...

Bir de ne yazık ki Rusça'dan Türkçe'ye değil de, başka bir yabancı dilden dilimize çevrilmiş ki bu genelde İngilizce oluyor, bariz çeviri hatalarının da zaten pek de keyif alınarak okunmayan bir kitapda insanın tadını kaçırması, hiç de iyi olmuyor doğrusu.

Ben, çevirmenin bir kitabın okurlara sunulmasındaki sorumluluğunun, piyasada genel olarak kabul gören ölçülere göre, takdir edildiğinden çok daha fazla olduğunu düşünüyorum. Örneğin Komünist bir grubun sohbetinde ''Ne olacağını Allah bilir...'' diye, ya da ölçü birimi olarak verst ya da kilometreyi kullanan bir ülkeden söz edilirken 'mil' olarak çeviri, ya da 'aşağı düşmek', artık yukarı düşmek nasıl oluyorsa, bazen gerçekten de çok göze batabiliyor.

Soljenitsın'ın kitaplarına belki, sistemi çürüten insanların fotoğraflarını çekip masaya koyan bir şipşakçı olarak bakmak daha doğru olabilir. Yani bir fotoğraf sanatçısı olarak anılabilmek için ışığı, kıyafeti, renkleri, hassas terazisine koyup ondan sonra çekim yapan ve bu işi meslek olarak gerçekleştiren bir profesyonel fotoğrafçının çektiği fotoğraf değil de, bulunduğu zaman diliminde diğer bir çok insandan daha cesaretli çıkıp, sistemin yanlışlarını, haksızlıkları, insanın insana zulmünü haykırabilmiş ve sesini de geniş kitlelere duyurabilmiş bir kişi olarak bakmalıyız.

Zorlu bir yaşamın ardından 2008 yılında Moskova'da ölen Nobel ödüllü bir Sovyet yazarın romanının, belki biraz acımasız kaçan eleştirisini, Lenin'in bir sözü ile bitirmek isterim. Lenin gerçekleri açığa vurmaktan hiçbir zaman korkmamak gerektiğini söylemiş ve eklemişti, ''Aleniyet(açıklık) tedavi edici bir bıçaktır.''

Fakat kaderin cilvesine bakın ki Gorbaçov da 1985 yılında, Sovyetler Birliği'nin bir yerde çöküşünün ayak sesleri sayılabilecek seslenişinde dünyaya,  Glasnost (açıklık) diyerek aynı bıçağın harakiri yapmada da kullanılabileceğini göstermiştir.

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..