Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ocak '14

 
Kategori
Siyaset
 

Solsuz olmaz!

Solsuz olmaz!
 

Mustafa Suphi ve onbeşler...


Bazen birden çok ismin akılda tutulması zor olur. İsim sayısı arttıkça, akılda tutma daha da zorlaşır. Belki de bu yüzden, Nazım Hikmet; Mustafa Suphi ve 15 yoldaşının 1921 senesinin 28 Ocak’ını 29 Ocak’ına bağlayan gece Karadeniz’de öldürülmelerini anlatırken şöyle demiştir: “1921 / Kanunisani 28 / Karadeniz / Burjuvazi / Biz / On beş kasap çengelinde sallanan / On beş kesik baş / On beş arkadaş / Yoldaş / Bunların sen isimlerini aklında tutma / fakat / 28 Kanunisaniyi unutma...”

Nazım Hikmet ‘unutma’ dese de, 28 Kanunisani yani 28 Ocak bugün unutulmuştur! Devlet de, işin doğrusu, unutulması ve hatırlanılmaması için elinden geleni ardına koymamıştır. Çünkü 28-29 1921 gecesi işlenen toplu cinayet siyasi tarihimizde sola, daha doğrusu komünistlere-devrimcilere karşı işlenmiş ilk siyasi cinayettir. Üzeri hemen örtülmüş ‘bir deniz kazası’ süsü verilmiştir. Böyle olunca, o tarih fiili olarak solun fiziki tasfiyesinin başladığı tarihin de başlangıcı olmuştur! Bu tarih; Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Başkanı Mustafa Suphi ve Genel Sekreteri Ethem Nejat’la birlikte, rakamlar bazı araştırmalarda değişse de toplam 15 komünistin topluca öldürüldüğü tarihtir...

***

10 Eylül 1920’de, Bakü’de Türkiye Komünist Partisi kurulur. Partinin birinci adamı Mustafa Suphi, TKP’nin hedefini; “Memlekete musallat olan düşmanları kovmak nasıl bir görev ise, içte halkın sırtından geçinen yağmacı ve asalak sınıfları da hazır yiyicilik halinden çıkarıp, yumruk altında çalıştırmak da o derece esaslı bir görevdir” diye açıklar. Sonra, 30’a yakın komünist Kurtuluş Savaşı için Ankara’ya gitmek üzere 20 Aralık 1920’de Kars’tan Türkiye’ye girer. Yolları Erzurum’da kesilir. Bayburt üzerinden Trabzon’a gitmek zorunda kalırlar.

Heyet, 28 Ocak akşamı Trabzon’a varır. Kayıkçılar Kâhyası Yahya ve adamları heyetin yolunu keserler. Mustafa Suphi ve arkadaşları tükürükler, küfürler ve tekmeler eşliğinde açık denizde yol alması mümkün olmayan bir motora zorla bindirilirler.  Motor yol almaya başladıktan hemen sonra Kâhya’nın silahlı adamlarını taşıyan bir başka motor daha hareket eder ve Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon açıklarında öldürülürler ve denize atılırlar…

Mustafa Suphilerin akıbetiyle ilgili olarak, Trabzon Valisi “Halkın tepkisi karşısında Trabzon’da kalamayacaklarını anlayan ekibin, bir motor kiralanarak sağ salim Rusya sahillerine yollandığını” yazar. İstikbâl gazetesi de, ‘Bakû Seyyahları Geldiler ve Gittiler’ diye… Oysa ‘sağ-salim’ bir yere giden yoktur. Sonra, ölümler ortaya çıkar. Ankara Hükümeti’nin cevabı bu kez ‘ deniz kazası’ olur. Daha sonra kerelerce örneğini yaşayacağımız gibi, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmesi son derece planlı, organize yapılmış olsa da ‘faili meçhul’ olur. Onları öldürenlerin akibeti de ‘faili meçhul’ olur. Katliam, fiili olarak Topal Osman’ın adamı Kahya Yahya ve adamları tarafından yapılır. Kahya Yahya, 2 Temmuz 1922’de ‘faili meçhul’ bir cinayete kurban gider. 2 Nisan 1923’de ise ‘TBMM Muhafız Birliği Komutanlığı’na kadar yükselen Topal Osman, kendisini tutuklamaya gelen askerler tarafından ‘ölü ele geçirilir’…

***

Bugün eğer bu ülkede bu kadar dengesizlik, adaletsizlik, hoşgörüsüzlük hakimse; din, iman ve ahlak söylemleri arasında küfürleşmeler havalarda uçuşuyorsa ve bunlara rağmen ciddi bir iktidar alternatifi şekillenemiyorsa, bunun en önemli nedenlerinden biri, tereddütsüz; din ile devletin, din ile siyasetin iç içe olması iken; diğeri de Türkiye’nin ‘sol kolunun’ kesilip atılmış olmasında aramak gerekir.

Bir ülkede sol güçlü değilse, sosyal demokrat ağırlık oluşturamıyorsa, o ülkede dengeler de oluşmaz. Bugün olduğu gibi, iktidar sahipleri sürekli olarak bildiğini okur. Hukuk, yalnızca iktidarda bulunan ‘üstünlerin’ hukuk olur. ‘Solsuz’ bir ülke, Türkiye gibi olur. Aklınıza gelen bütün İslam ülkeleri gibi olur. Bugün Türkiye de dahil olmak üzere, İslam coğrafyasında sol bu kadar güçsüzse, bu tesadüf değildir. İslam’ın, sonu gelmeyen komünizm düşmanlığında bunun ciddi etkisi vardır. Her şey unutulur ama komünizm düşmanlığı asla unutulmaz. Tutuklamalar hiç bitmez. 1951’de olduğu gibi zoraki senaryolarla operasyonlar yapılır. ‘Bu kış Komünizm gelecek’ hikayeleri anlatılır. Darbelerin asıl nedeni de ‘komünizm tehlikesi’ olur! Devletin resmi kayıtlarında ‘Komünizmin memleket için, milletimiz için, dinimiz için, kabul edilmez olduğunu anlatmak, yani kamuoyunu aydınlatmak’ hep ‘en yararlı çare olarak görülür...’

Bu palavraların biteceği günleri görmek dileğiyle, 28 Kanunisaniyi unutma!

29 Ocak 2014

 

 
Toplam blog
: 18
: 641
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Necdet Saraç (d. 8 Şubat 1961, Erzincan, Türkiye) Yazar, Gazeteci Marmara Üniversites..