Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '08

 
Kategori
Siyaset
 

Solun kendisi de darbeci midir?

Solun kendisi de darbeci midir?
 

Sosyalist solun Ergenekon davası sürecine bakışında farklı duruş sergilemesini bazı televizyonlar ve gazeteler solun içinde çatlak olduğu yönünde yorumlar yaparak gösterdiler.

<ı>"Ergenekon iddianamesi ile başlayan süreç, sosyalist solu da böldü. Murat Belge, Ahmet İnsel, Baskın Oran, Oral Çalışlar, Ferhat Kentel gibi isimler, hükümetin tavrı desteklenmezse ’ulusalcılar’la aynı safa düşüleceği görüşünde. Sungur Savran, Ertuğrul Kürkçü, Melih Pekdemir gibi isimler ise meseleyi ’Derin devlet ile AKP’nin hesaplaşması’ olarak değerlendirip ’tarafsız’ tavır koyuyor. Koray Çalışkan gibi, iki yaklaşıma mesafeli duranların sayısı da hiç az değil." (http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Sosyalist_solda_Ergenekon_catlagi__194657_1&Newsid=194657)

Solun bölünmüşlüğü ya da çatlak yapısı yeni değil. Hele yukarıda ismi yazılmış kişilerin 1970'li yılların başından itibaren farklı duruş sergilemiş olduklarını da biliyoruz. Bu isimlerin içinde düşünce adamları olduğu gibi Ertuğrul Kürkçü gibi militan karakterli olanları da var.

Sol ne? Bakın Melih Pekdemir nasıl bir yorum getiriyor:

"Lakin ve zaten, Marksizm’den, işçi sınıfından, devrimden, sosyalizmden dem vurmayınca katiyen solcu olunamaz! Savaşkan bir üslup yerine “Teslim oldum mösyö burjuvazi” deyince, ayakkabıcı, yazıcı, entelektüel, ya da ‘entel’ olunabilir belki, ama katiyen devrimci olunamaz!"

Solun, haliyle de sosyalizmin ayetî şekliyle tanımlanması nedeniyle ne hale geldiğini yaşayarak gördük. Bir ideoloji onu yalnızca taraftarları yanlış uyguladı; aslında özünde böyle değildi diye, savunulamaz. Çünkü düşünce ile eylem arasında mutlak suretle diyalektik bir ilişki vardır. Eylem düşünceden, düşünce de eylemden etkilenir. Birbirinin nedeni olur. Marksizmin inkarsız doğru ancak onu yorumlayanların yanlış yaptıkları hep söylenegelmiş bir savunma biçimidir.

Özellikle marksizmin devrimci boyutu fazlasıyla sorunludur. Çünkü "iktidara el koyma" diye bir önceliği vardır. İktidara nasıl el koyulacağının ucu çok açıktır. Benim de yakından tanıdığım özellikle 1970'li yılların aktif sol hareketi içinde yer alanların; ülkede bir karışıklık yaratılması, bu karışıklığın iktidar boşluğuna dönüştürülmesi, bu boşluğa da kendi gücünü yerleştirme şeklinde politikaları olduğunu biliyorum. Kuşkusuz buradaki hedef onlar için halk için iyi bir şeyler yapma adına onun kullanamadığı gücü yine onun adına ikame etme iradesidir. Bunun yolu da ülkenin şartları gereği illegal yollardan örgütlenilmesi, hatta gerilla türü silahlı eyleme girilmesi. O yılların bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'deki popüler halk hareketi Küba Devrimi ve Che idi. Melih Pekdemir'in de çok basit olarak özetlediğim bu strateji ile mücadele etmiş bir kişidir. Ertuğrul Kürkçü ise gerilla faaliyeti sırasında öldürülen Mahir Çayan ve arkadaşlarının içinde tesadüfen sağ kalmış çok ciddi bir aktördür.

İktidara el koymak; adı ihtilal olsun, devrim olsun kurulu veya mevcut düzene yapılmış bir darbedir.

"Yani solun kendisi darbeci midir?"

Darbe denildiğinde anlam olarak akla Şili Pinochet gelir. Yunanistan'da Albaylar cuntası, Türkiye'de bilinen tarihlerdeki askeri el koymalar hatırlanır. Üstelik bunlar halkın egemenliğine karşı girişilmiş eylemlerdir. Ergenekon'u da bu anlamda haklın kendi iradesinin ve bilgisinin dışında ülkede darbe ortamı hazırlayan bir yapı olarak okuyoruz.

Darbeler genel olarak üçüncü dünya ülkelerinde uygulanan yönetim biçimleridir. Kuşkusuz birinci dünya ülkelerinin bilgisi dahilindedir bunlar. (Soykırımcılıkta Batı'nın rolü: Fransa Ruanda'da ne yaptı?)

Sosyalist devrimin kendisi de bir çeşit el koyma mücadelesi çerçevesinde yürütüldüğünde bunun darbe ile eşleşebileceği örneklerin reel olarak tecrübe edildiğini de biliyoruz. Marks'tan beri 1917 Ekim devrimini bu klasmanın dışında tutar ve yine bu devrimin bir iradi uzantısı olarak ikinci dünya savaşı Sovyet işgali altındaki topraklarda yerleştirilmiş reel sosyalist düzenleri bir başka değerlendirmeye alırsak; Güneydoğu Asya, Güney Amerika ve Afrika kıtalarında kurulmuş sosyalist devletlerin gerillavari el koymalar olduğunu görürüz. Kuşkusuz Küba'da başka ; Nikaragua'da bambaşka şeyler de oldu. Ancak efsanevi devrim lideri Castro üzerindeki gerilla üniformasını kırk yıl boyunca hiç çıkaramadı. Sosyalist devrim kendisini emperyalizmden korumak için sürekli o askeri disiplini korumak zorunda kaldı.

İşte tam da bu noktada sol, devrim ve karşı devrim çelişkisinin içine sıkışıyor. Özde hedefler, amaçlar farklı olsa da, biçimsel olarak, şeklen devrimciler ve karşı devrimciler yöntemi darbe olarak belirliyorlar.

9 Mart 1971 Yön hareketinin bu pratiği harekete geçirmeye çalıştığını Hasan Cemal'den okuyoruz, en taze; sonra 12 Mart geliyor. Sıradan bir insan aradaki farkı nasıl ayırt edebilir? Kuşkusuz "önce sıradan olmaktan kurtulmakla" cevabı verilecektir. Ancak yetmiyor.

Türkiye'de de sosyalist devrim bu şekilde tahayyül edildi. Melih Pekdemir bunun dışında bir sosyalizm olmadığını, bu tanımdan başka solcu olunamayacağını söylüyor. Demek ki; tahayyül dünyamızda çok kalın bir sınır var.

Ancak, reel sosyalist deneyimler sol içinde çok farklı düşünselliklerin gelişmesine neden olmuş; bunlar da kuşkusuz süreç içinde bölünmeleri getirmiştir. Güncel haberlerde adı geçen isimlerin yıllardır bu tartışmalar içinde olduğunu da biliyoruz. Yani farklı saf duruş yeni değil. Özellikle sosyalist hareketin devrimci yorumuyla, alternatif arayanları arasında.

Ergenekon dediğimiz şeyin derin devletin darbeci uzantısı olduğunu biliyoruz güncel olarak. İddianame öyle söylüyor. Ergenekon, 1 Mayıs 1977 tarihine kadar uzatılıyor. Bu demek ki 12 Eylül'ü de içine alacak bir süreçtir. Sol, 12 Eylül'den en fazla etkilenen kitle olduğu için onun darbe karşısındaki refleksleri diğerlerinden çok daha farklı olacaktır, dahası olmalıdır. Ancak şu da bir gerçektir ki; 12 Eylül öncesi tablodan bir sosyalist devrim çıkarma beklentisi içinde olanlar da az değildi.

Bu şu demek midir?

"O gün yaşanan ne varsa sosyalistlerin de sorumluluğu vardır."

Kuşkusuz bu özeleştiri yapıldı. Ergenekon sürecinde bunun devam etmesi gerektiğini de düşünüyorum.

Yazıyı çok da uzatmadan bağlamak gerekirse...

Sosyalizm, insanlara daha yaşanabilir bir seçenek sunuyorsa; bu kurulu olandan farklı araçlar ve amaçlarla olabilmelidir. Sosyalizm, Melih Pekdemir'in tarifiyle sol yani Marksizm, hala Fransız Devrimi'nden, dolayısıyla 1917 Ekim Devrimi'nden bir buğday tanesi boy ileri gidemiyor. Haliyle de darbeyi tartışırken de sıkıntı duyuyor.

Her sosyalist, marksist olmak zorunda mıdır? başlıklı yazımda da bu vurguyu yapmak istemiştim. Sol bu tartışmaların içinde açılımlar getirerek olabilmelidir. Bu açılımlar ne Melih Pekdemir gibi gelenekselci, ne Murat Belge gibi liberal çizgide kalarak yapılamaz elbette.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..