Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '08

 
Kategori
Siyaset
 

Solun piyasaya evrilen yüzü

Solun piyasaya evrilen yüzü
 

Kendi objektifimden Ufuk Uras, Erol Katırcıoğlu, Hopa 2008 Deniz Festivali söyleşisi


10 Temmuz 2008'de, Hopa Deniz Festivali’nde katıldığım söyleşi, Türk solunun, ekonomiye bakışı ve önerileri konusunda, bir dönüm noktasında olduğunu gösteriyordu. Olmayan bir projeyi varmış gibi hayal ederek bir yere varılamayacağını ve solun, özellikle ekonomi konusunda somut duruma somut, elle tutulur çözümler üretmesi gerektiğini bu söyleşide daha iyi anladım.

Ufuk Uras ve Erol Katırcıoğlu’nun katıldığı sohbette, Erol Katırcıoğlu konuşması süresinde, Türkiye’deki ekonomik yapının ve buna bağlı olarak toplumsal yaşamın dönüşümünden bahsetti. 1980 öncesinde, dışa kapalı, ithal ikameci sistemle işleyen, iki elin parmağını geçmeyen ve devlete göbek bağı ile bağlı holdinglerle işleyen ekonominin yerini, gücünü ve sermayesini toplumdan ve piyasadan alan, dışa açıldıkça sermayesi genişleyen ve teknolojisini yenileyen KOBİ’lerin hâkim olduğu bir ekonominin aldığını söyledi. Bu noktada hazineden nemalanmaya alışmış, sayısı az ama hacmi büyük şirketlerle, kendilerinin de devlet olanaklarından faydalanmasını isteyen sayıca fazla ve hacmi daha orta düzeyli şirketler arasında yaşanan çatışmada, AKP’nin bu çevre oluşumunu merkeze taşımak gibi bir işlev üstlendiğinden ve onların temsilcisi olarak sahne aldığından bahsetti.

Bu durumun ise, büyük sermayeyi hazine imkânları ile kendisine bağımlı kılan devlet derin güç odaklarının, yeni gelişen ekonomik yapı nedeni ile kontrolü kaybettiğini ve toplum üzerinde söz sahibi olma olanaklarını yitirmeye başladığını dile getirdi. Bu durumda elbette dünyadaki küreselleşme süreçlerinin de etkisi olduğunu, içeriden gelişen ekonomik yapının dışarıyla bağlantı kurmayı zorunlu kıldığını ve dışa kapalı sistemi bu şekli ile de bertaraf ettiğini anlattı.

Ülke için her iki tercihinde, kendi içinde önemli sakıncalar barındırdığını, solun bu iki gelişme karşısında kendi alternatiflerini yaratması gerektiğini söyledi ve konuşmasını Ufuk Uras’a devretti.

Ve ben bir kez daha, sola yönelik her sohbette olduğu gibi, muhteşem durum tespitleri sonrasında, “eee ne olacak şimdi, biz alternatif olarak ne önereceğiz” dedirten noktada takılıp kaldım. Solun eleştiri gücüne her zaman hayran kalmışımdır. İnsanlara yaşadıkları dünyanın ne kadar kötü olduğunu anlatmayı, bunu edebi söylemlerle süslemeyi gerçekten çok iyi becerirler. Ama nedense olayın hep teorik yanında takılıp kalırlar. Pratik, yani anlık yaşamsal çözümler konusunda bir problem, bu zihniyet dünyasında hep vardır. Belki de pratik çözüm üretme noksanlıkları yüzünden, her zaman kesin, kati, sert, köşeli ve çizgisel çözümlerin peşinde koşarlar. Belki de bu yüzden hayatı bugünden adım adım düzeltmek yerine, “devrim” denilen ve gelecek bir zamana havale edilen, toptan bir çözümün hesaplarını yaparlar. Bir şeylerin devrilip, yerine yenisi ikame edildiğinde her şeyin çok güzel olacağına inanırlar. (Tüm bunları kendimi dışarıda tutarak söylemiyorum, aynı hatayı kendimde de gözlemliyorum) Bunları Erol Katırcıoğlu için söylemesem de, solun her kesiminin tespit ve eleştiriyi, önermekten daha fazla önemsediğini fark etmek hiç de zor değil.

Neyse, bu konu ayrı bir yazı konusu olabilir. Bu durum üzerine konuşmalar sonrasında sorular bölümüne geçildiğinde bir soru sorma gereği hissettim. Özellikle Erol Katırcıoğlu’nu belirterek, gerek 2002, gerekse de 2007 seçimlerinde AKP’nin seçilme gerekçesini, toplumdaki anti laik ya da şeri düzen beklentisinden çok, ekonomik pastadan daha fazla pay alma isteği olan kesimlerin sözcülüğünü üstlenmiş olma tezine katıldığımı belirttim. Bununda aslında toplumun refah ve kalkınma isteminin bir sonucu olduğunu, geleneksel devletçi, bürokratik oligarşik yapının bunu hiçbir zaman vaat edememiş olmasının da etkisinden bahsettim. Ve nihayetinde solun bu durumda topluma hangi ekonomik sistemi önereceğini, devletçiliği mi, karma ekonomik sistemi mi, yoksa piyasa sistemini mi kalkınma ve refah üretmek için programına alması gerektiğini sordum.

Sevgili Erol Katırcıoğlu’da, sorumun cevabına, bir siyasetçi olarak değil, kendisini solda gören bir iktisatçı olarak yanıt verdiğini belirterek başladı. Reel sosyalizmde yaşanan deneyimlerden sonra, gerek kendisinde ve gerekse de belirli bir çevrede oluşan değerlendirmeye göre, üretim araçlarında mülkiyeti kamu adına devlette toplamanın, özel mülkiyete göre çok bir avantaj tanımadığını aktardı. Bu tarzında beraberinde daha hantal bir yapıyı taşıdığını ve bürokrasi denilen ayrı bir sınıfı yarattığını, üstüne üstlük bu sistemin beraberinde otoriter sistemleri de meydana getirmesi dolayısı ile topluma bu sistemi önermenin doğru olmayacağını dile getirdi. Ancak buna karşın, kapitalizmin, piyasayı paranın ve para sahiplerinin kontrolüne bırakan sistemine karşılık, piyasanın ve ekonominin tüm aktörlerinin -işçi, işveren, sektör temsilcisi, tüketici - demokratik katılımının sağlandığı süreçlerin yaratılarak demokratik bir piyasa örgütlenebileceğini söyledi. Ayrıca mülkiyeti toplumsallaştıran ama tapusunu devlete bırakmayan üretim şekillerinin (kooperatif, emekçilerin ortak olduğu şirketler vs.) teşvik edildiği ve finans sektörünün spikülatif işlemlerininde sekteye uğratıldığı, rekabetçi, demokratik bir piyasa sisteminin solun ekonomi proğramı olabileceğini ekledi.

Benim için anlamlı ve doyurucu bu yanıtın ardından, Ufuk Uras'da, soru kendisine sorulmamış olsa da, kendisininde yanıt vermek istediğini söyleyerek söz aldı. Ufuk Uras daha ilginç bir tespit kurdu ve solun aslen mülkiyet hakkı ile bir problemi olmadığını belirtti. Hatta mülkiyetle esas problemi olanın kapitalizm olduğunu, tekelleşme neticesinde insanların mülkiyet edinme ve sahip olma haklarını ellerinden aldığını, çünkü onları yoksullaştırdığını belirtti. Ayrıca solun parlamanter mücadele sonunda iktidar olurken, dünyanın somut verilerini yokmuş gibi kabul edemeyeceğini, Türkiye'nin önündeki sorunun üretim araçlarının mülkiyeti sorunundan önce, sıcak paraya, daha doğrusu paradan para kazanan dünya finans sektörüne göbekten bağımlı ekonomik sistem olduğunu dile getirdi.

Bence ayakları yere basan bakış açıları. Elbette henüz sol içinde cılız ifade edilen şeyler. Çünkü sol projeler toplum nezdinde ağırlıklı olarak demokrasi ve sosyal toplum projeleri olarak bilinir. Ekonomi ve sol konusu, solun iktidarını talep ettiği halkın, solun ekonomi programının ne olduğunu bilmemesinden öte, solun ne önerdiğinin bilinmemesi üzerine kurulu bir çok bilinmeyenli denklem. Bu söyleşinin, en azından kendi zihnimdeki bu çok bilinmeyenli denkleme bir kaç sabit değer eklediğini ifade edebilirim.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..